3 Nisan 2012 Salı

Başta CHP’liler olmak üzere…

Solcu ve Kemalistlerin cenaze namazı kılınamaz!

Diyanet İşleri Başkanlığının Allah sözlerini eğip büken laik köklü hümanist fetvaları, Mihri Belli denen nice ateist ve deistlerin cenaze namazlarının kılınmasını meşrulaştırmıştır.

Yaşamları boyunca Allah’a, Resulüne ve dini İslam’a karşı savaşanların ölmeleri akabinde halkın bir geleneği nitelendirdikleri cenaze namazlarının kılınma vasiyetlerini kabul eden Diyanet, vahye başkaldırmaktadır. Çünkü cenaze namazı bir gelenek değil, İslami bir hükümdür.

“Onlardan ölmüş olan hiçbirine asla namaz kılma; onun kabri başında da durma! Çünkü onlar, Allah ve Resulünü inkâr ettiler ve fasık olarak öldüler.” Tevbe 84

Ancak ülkemizin fetva merci kabul edilen Diyanet İşleri Başkanlığı, laik yani seküler otoritenin kuralları doğrultusunda yargıya gittiğinden vahyin buyruklarına göre değil, beşeri otoritenin çizdiği sınırlar çerçevesinde karar vermektedir. Oysa Allah, Maide Süresi 67. Ayette; “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et. Eğer yapmazsan O’nun elçiliğini yapmamış olursun. Allah seni insanlardan koruyacaktır. Doğrusu Allah, kâfirler topluluğuna rehberlik etmez” buyurduğuna göre; Diyanet, kimden ve nereden yetki alıyor ki, Allah’ın indirdiğiyle hükmetmeyip vahyi, din dışı düzene ve İslam karşıtlarının arzularına peşkeş çekebiliyor?

Şüphesiz Peygamberimize atfettikleri sözde hadisleri referans göstererek, Kur’an-ı Kerim’e muvafık olup olmadığı önemsenmeden iftiraları fetvalaştırmaları, ayetleri hükümsüz bırakmaktadır. Hiçbir Peygamber, kendilerine indirilene tezat bir söz söylememiş, zamanın iktidar gücünü memnun kılacak yahut insanların dine olumlu bakması adına nefisleri okşayıcı bir yaklaşımda bulunmamıştır. Ayette de buyrulduğu üzere, o takdirde elçiliklerini yapmamış olacakları açıkça belirtilmiştir.

Her müminin sorumluluğu, Peygamberler misali kendilerine yüklenen tebliğ görevini yapmak ve açık-seçik duyurmaktır. Yoksa kimseyi hidayete ulaştırmak veya doğru yola iletmek değildir. Çünkü hidayete ve doğru yola kavuşturan sadece ve sadece Allah’tır.

“Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir.” Bakara 272

Ezeli ve ebedi olan Allah hükümlerinin zamanın koşullarına göre yorumlanarak reforma uğratılabilmesi, Allah’ı geleceği bilmekten aciz bir konuma sokmaktadır. Gelişmeleri yaratan Allah mı, yoksa insanlar mı sorusunu doğuran tefsirler, ayetlerin zamanın şartlarına göre indiği karmaşasına neden oluyor ki, birbirine aykırı birçok fetvalar özü tahrip etmekte, böylece Allah’ın dini, Allah’a öğretilmeye kalkışılmaktadır.

“De ki: Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Hücurat 16

Din, sadece Allah’ındır ve Peygambere dahi tanınmayan yorum ve seçme hakkı, hiçbir mercie verilmemiştir. Allah, hükümlerini Peygamber aracılığıyla insanoğluna duyurduğundan Peygambere itaat Allah’a itaat olarak emredilmiş, dolayısıyla iman etmiş her mümine kendi istek ve düşüncelerine ya da düzenin öngördüğü şarlara göre yorum yapma ve seçme hakkı tanınmayarak, yapanlar sapkınlıkla yaftalanmışlardır.

İman, tamamen Allah’ın hidayetine haiz bir kuvvet olduğundan dinde zorlama yasaklanmıştır. Allah veya dininin hiçbir kanıta ihtiyacı bulunmamaktadır. İnanmayanlar mucizelere de tanıklık etseler yine de inkârda devam edeceklerini buyuran Allah, sadece ayetlerine itaat edilmesini şart koşmuştur. Dolayısıyla dinin insanlarca kabulü doğrultusunda girişilen sözde kolaylıklar ve cambazlıklar, münafıklığın üremesine neden olup, vahyin dışında keyfi dinleri ve cemaatleri doğurmaktadır. Eğer Allah’ın emrettiği din değil de seküler temelde hümanizmle harmanlaştırılmış bir din tebliğ ediliyor ise, o inancın Allah nezdinde hiçbir değeri olmayıp, tamamen çıkara odaklı nefsanî bir düzmecedir.

Diyanet ve ilahiyatçıların doğruya yanlışı karıştırarak gerçeği gizlemeleri, apaçık bir münafıklıktır.

“Ey ehl-i kitap! Neden doğruyu eğriye karıştırıyor ve bile bile gerçeği gizliyorsunuz?” Al-i İmran 71

Vahiy, inançları kesin hatlarla ayırmış; Müslüman, kâfir, münafık, fasık, hıristiyan ve yahudi gibi sınıflarla birbirinden koparmıştır. Dinden üstün tutulmaya çalışılan ırk, tabiiyet ve milliyetçiliğin Allah’a bir isyan olduğu, dolayısıyla sadece dini ayrılığın önemi vurgulanmıştır. İslam karşıtlarının inançtaki ayırıma tepki göstererek bölücülük olarak nitelendirmeleri, Yaratıcı Allah’ı da bölücülük yapmakla suçlamaktadırlar. Bu sebeple yalnızca Müslümanların kardeş olduğunun altı çizilerek; Allah, Resulü ve hak tek din olan İslam karşıtları düşman ilan etmiştir.
Ki, öz baba ve kardeşleri olsa dahi! Ancak adil bir barışı da gözeterek, azgın ve saldırgan olmayanlarla ticaret yapılabileceği, yardımda bulunabilineceği, haklarının gözetilebileceği, arkadaş ve komşu olunabileceği, bir arada yaşanılabileceği hükme bağlamış ve inançlarından dolayı hiç kimseye zorbalık ve adaletsizlik yapılmaması emredilmiştir. Ki, haksızlığa uğramış bir mazlumun dini ne olursa olsun, yanında olmak bir farzdır.

Tıpkı milletler ve ülke sınırları gibi dinde de ayırım olup, dolayısıyla İslam’ın her düşünce ve inanç sahibini iman etmeksizin kabullenebileceği bir anlayış, şeytani bir hümanizmdir. Eğer Allah düşmanı dost edinilebiliniyorsa; neden halk düşmanı terörist pkk da dost görülmüyor?
Dolayısıyla CHP’li, solcu ve Kemalistlerin tamamı müşriktir ve Tevbe süresi 28. Ayete göre dinen pisliktirler. Dolayısıyla Allah’ın buyruğuna göre müminin gizli ve aşikâr düşmanlarıdırlar.

Özellikle CHP’lilerin “bizde Müslümanız” deyip, Müslümanların uğruna canlarını feda ettikleri Kur’an-ı Kerim ve peygamberimiz hayatının okullarda, üstelik seçmeli okutulacak olmasına dahi karşı çıkmaları, kim olduklarını da kanıtlamaktadır. Müslüman olan birinin, Kur’an-ı Kerim ve peygamber hayatının öğretilmesinin hiçbir gerekçesi olamaz. Bu durumda herhangi bir CHP’linin ölümleri akabinde cenaze namazlarını kılmak ve kabirleri başında beklemek mümkün müdür?

“Müminlerle karşılaştıkları vakit "iman ettik" derler. Şeytanları ile başbaşa kaldıklarında ise: Biz sizinle beraberiz, biz onlarla sadece alay ediyoruz, derler.” Bakara 14

“Allah’a ve Peygambere inandık ve itaat ettik diyorlar, sonrada yüz çeviriyorlar. Bunlar inanmış değillerdir.” Nur 47

Lisanen “inandık ve itaat ettik” demek, mümin olabilmek için yeterli ve geçerli bir sebep midir?

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece "İman ettik" demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” Ankebut 2

Terör kurbanı sivillere verilmesi düşünülen “şehitliklik” payesi de öyledir. Ancak Allah yolunda savaşarak ölen müminlere tanınan bu üstünlük, öyle bir ayrıcalıktır ki, şehidlerin ölü değil diri ve Allah katında rızıklara mazhar oldukları müjdelenmekte, hiçbir sorguya çekilmeksizin Peygamberlerle aynı seviyede değerlendirilmektedirler. Dolayısıyla terörde ölen mümin de olsa, devlet ve vatanı için savaşarak ölen bir kahraman da olsa, asla ilahi bu payeden yararlanamaz. Temel şart, doğrudan Allah ve İslam için savaşma anında ölme mecburiyeti, Al-i İmran 126-127. Ayetlerinde olduğu gibi birçok ayette buyrulmuştur. Ayrıca devletin verdiği payenin Allah nezdinde de hiçbir değeri yoktur…

Onun için mücadele eden güvenlik güçlerimize devlet ve vatan adına savaşa niyet etmemelerini, Allah ve İslam için niyet yapmalarını öğütleyerek, sehidlik mertebesine ulaşabilecekleri telkinlerinde bulunmuşumdur. Ne var ki şehidlik mertebesini pazarlayan kimi hocalar; denizde boğulmayı, çocuk doğurmakta ölen kadını ve namazda ölen insan gibi birçok olayı şehidlikle özdeşleştirebilmektedirler. Şehidlikle ödüllendirilmenin tek yolu, dünyadan tamamen soyutlanıp doğrudan Allah ve İslam için savaşarak ölmektir.

Bu durumda bir CHP’li, bir solcu veya bir Kemalist; örneğin vatan için mücadele sırasında öldüğünde “şehid” sayılabilir mi?

Sadece Allah’a inanıp peygamber ve dinleri dışlayan deistler, ateistlerle aynı seviyededir. Onların birçoğu Allah kavramını kullanmayıp “Tanrı” diyerek, zaten Hz. Muhammed ve İslam’ı dolaylı olarak reddetmektedirler. Maalesef bazı insanlar, sözde Allah’a inandıklarını savunarak, onları mümin kabul edebilme yanılgısına düşebilmektedirler.

“Allah’ı ve peygamberlerini inkâr edenler ve Allah ile peygamberlerini birbirinden ayırmak isteyip “Bir kısmına iman ederiz ama bir kısmına inanmayız” diyenler ve bunlar (iman ile küfür) arasında bir yol tutmak isteyenler yok mu: İşte gerçekten kâfirler bunlardır. Ve biz kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.” Nisa 150-151

Hiç yorum yok: