7 Nisan 2012 Cumartesi

TSK Peygamber Ocağı değilse; askerler şehid sayılabilir mi?

Türkiye Emekli Subaylar Derneğinin (TESUD) eski Genel Başkanı emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu, İslam karşıtı Kemalist subayların kalplerinde gizledikleri nefreti açığa çıkararak; “Peygamber Ocağı” tanımını kabul etmediklerini ikrar etmişti. Dolayısıyla vahyi bir kavram olan şehidliği de! TSK’nin askeri, Atatürk’ten sonra gelişmiş Türkiye Cumhuriyetinin Mehmetçikleridir ve Peygamberin Mehmetçiği değil değerlendirmesi, İslam’a, Peygamberimize ve şehidliğe olan derinsi hasımlıklarını açıkça dile getirmiş ve Genelkurmay Başkanlığı da karşı çıkmamıştı.

Oysa Atatürk’te bir Osmanlı subayı olarak Peygamber Ocağında yetişmiş ve görevi boyunca “Allah Allah” nidalarıyla cephelerde savaşıp kelime-i tevhid getirerek şehid düşen askerlere tanıklık yapmıştı. Ancak putperest Kemalistler, askerlerin “Atatürk Atatürk” haykırışlarıyla savaşmalarını ve onun adına ölmelerini istemektedirler.

Lakin CHP Diktatörlüğünün ordusu haline gelen TSK’de Müslüman subay ve astsubayların dışlanmaları, irtica gerekçesiyle ordudan atılmaları, ibadet edenlere baskı ve zulümlerde bulunulması ve Kemalistlere parya yapılmaları; ordunun vazgeçilmez görevinin Müslüman halkı yok etmek olduğu ortadaydı. Seçimle başa gelen hükümetlere tehditler savrulup zorbalıkla kararlar aldırmaları ve İslam aleyhine ne var ise yasaklar getirtmeleri, bir işgal imajı doğurmuştu. Nüfusu % 99’u Müslüman olan bir ülkede irtica gerekçesiyle İslam’ın birinci derece tehlike sayılması teshir değil de neydi?

Ordunun egemen güçleri Kemalistlerin yaydığı korku; hükümetleri, bürokrasiyi, üniversiteleri, yargıyı ve milleti öyle etkilemişti ki Allah, Resulü ve Kur’an-ı Kerim ağızlara dahi alınmaya çekinilmiş, ibadetler gizlilik içinde yapılmış, böylece tıpkı istilâ güçleri karşısındaki psikolojiyle İslam reddedilmek zorunda kalınmıştı.

Ancak dini bir kavram olan “şehidlik” laiklik gereği irticai bulunmamış ama şehidlerin cenaze namazlarına katılmayıp, reddettikleri dini törene iştirak etmeyerek düşmansı tavırlarından vazgeçmedikleri görüntüler, hala hafızalardadır. Canlarını veren şehid askerlere dahi saygı duymamalarını sindirebilmek mümkün değildi ama korkudan kimse tek bir eleştiri getiremiyor ve tartışma açamıyordu. Şükürler olsun ki son zamanlarda cenaze namazlarına katılan subaylar, Kemalist despotizminin ve putperestliğin yıkılmaya yüz tuttuğuna işaret etmektedir.

Ne var ki askeri okullardaki İslam karşıtlığının hala devam etmesi, tehdidin bitmediğini ortaya koymakta, örneğin Mersin Jandarma İl Komutanlığına bağlı timlerin bomba arayan köpeklere Peygamberimizin mübarek adları Ahmed ve Muhammed takmaları, nefretin hala sürdüğünü kanıtlamaktadır. Bu ahlaksızlığa karşılık ben de bir köpek alsam ve adına “Atatürk” taksam, bir alçaklık olmaz mı? Yahut en basitiyle; komşunuz, köpeğine adınızı vermiş olsa, tepkisiz kalabilir misiniz?

Acaba Peygamberimize o hakareti yapan ilgili Jandarma komutanlığına bağlı askerler öldürüldüğünde, şehid sayılabilirler mi?

Dolayısıyla defaten belirttiğim askeri okullardaki İslam düşmanlığına son verilmedikçe, yetişen subayların İslam’a ve Müslüman halka tahammül edebilmeleri ve dost olabilmeleri mümkün değildir. 28 Şubat, Balyoz ve Ergenekon darbe ve girişimlerinin amacı, doğrudan İslam karşıtlığı değil miydi? Sırf İslami hassasiyet taşıyan hükümetleri bertaraf edebilmek için Pkk gibi acımasız terör örgütüyle işbirliğine girişerek vatan evlatlarını kıydırmadılar mı?

Söz konusu savaşa neden olabilecek skandalın gerçekleştiği yer olan Mut ilçesinde düzenlenen törene katılan Bakan Zafer Çağlayan ve beraberindeki heyetin duyarsızlığı, İslam karşıtlarının cesareti nereden aldıklarına açık bir kanıttır. Danimarka’da yayınlanan Peygamberimizin karikatürleri tüm dünyada infiallere neden olurken, Türkiye’de köpeklere verilen Hz. Muhammed adı, dünyada nasıl bir çalkantıya yol açıp Türkiye’yi bitirebileceği tartışılmazdır. Sanırım bu sebeple karikatürlere gösterilen medya ve hükümet tepkisi, daha aşağı bir hakaret olan Jandarma İl Komutanlığı’ndaki alçaklığı dillendirmekten sakındırmıştır.

Daha dün Şemdinli’de şehit olan Jandarma Üsteğmen Ahmet Ozan Şarlak’ın mübarek annesi Gülderen Şarlak; “Ağlayarak oğlumun düşmanlarının sevindirmeyeceğim. Bugün bizim düğünümüz. Çok şükür Müslüman’ız. Benim dinim şehitleri için 'Onlar diridir' buyuruyor. Benim oğlum şehit oldu ve Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (SAV) yanına gitti" sözleri, Peygamber düşmanlarına açık bir mesajdı. Ki, Gülderen Şarlak Hanımefendi, Cumhuriyetin modern bir emekli öğretmeni olduğu halde Allah’ına, Peygamberine ve dinine bağlığıyla imrenilecek nasıl yiğit bir ana olduğunu, hain ve din düşmanlarına göstermiştir. Köpeklerine Peygamberimizin yüce adını takma aşağılığında bulunan Mersin Jandarma İl Komutanlığı ve Peygamber düşmanı TESUD bilmelidirler ki, Hz. Muhammed (S.A.V) aşkını, millet yüreğinden asla söküp atamayacaklardır.

Mersin Mut Belediyesince düzenlenen organizasyonda Ahmet Fadıl Güç adındaki tiyatrocu, çalışmaları sürdürdüğü sırada duyduklarına inanamayıp şok geçirmiş, Peygamberimizi köpekle aşağılayan Jandarmaya tepki göstererek skandal durumu Ak Parti İstanbul milletvekili Metin Külünk’e bildirdiğini ama hiç ses çıkarmadığını belirtmesi, Metin Külünk’ün nasıl bir münafık olduğunu ispatlamaya yeterlidir. Çünkü onun gibilerin köpeklere Peygamberimiz adının verilmesi önemli değil, geçici dünya menfaatleri ehemmiyetlidir.

Ki, o Metin Külünk, 14 yaşımdayken karşılaştığım Fatih’teki Pirinççi Sinan Camisi önünde, bana sarık takmayıp cübbe ve şalvar giymediğimden kâfirlerden bir farkım olmadığını ithamında bulunmuş ve küfürle suçlamıştı. Bugün ise o Metin Külünk, makamına ve konumuna bir halel gelmemesi için Peygamberine hakaret ettiren bir münafığa dönüştü.

Lanet olsun, dinine ve peygamberine fiyat etiketi koyan Metin Külünk gibi etiketlilere!

TSK’nın bir Peygamber Ocağı olduğunun reddedilmesiyle halkın kutsallarıyla alay etme cüretinin gösterilebilmesi, cehennemsi bir felakettir. Bu durumda millet peygamberini köpekle özdeşleştiren bir ordu, mübarek ve şehid bir ordu olabilir mi?

Azılı İslam düşmanı emekli Tümgeneral Rıza Küçükoğlu’nu, kurduğu Yeni Yüzyıl üniversitesinin mütevelli heyeti başkanvekili yapan Üniversal Hastanelerinin sahibi Azmi Ofluoğlu’nu da, 17 yaşındayken iş hayatına atıldığım 1975 tarihinde tanımış ve uzun yıllara uzanan çok yakın bir ilişkim olmuştu. Özellikle radikal bir Kemalist olan ikinci eşi Alev Ofluoğlu ile izdivaç gerçekleştirmesi ardından zamanla ortaya çıkan fikir ayrılığımızdan ötürü birbirimizden kopmuştuk.

Ogünler Ramazan’da oruç tutup Cuma namazı kılarak İslam’a sıcak olan Azmi Ofluoğlu, çok yakın dostu Ali Baransel’in Mason locasına katılma ısrarlarına şahit olmuştum. Sanırım daha fazla karşı koyamamış ve Almanya Masonları Eyalet Büyük Locası (Grand Landlodge of Freemasons of Germany) katıldığını öğrenmiştim. Elimde her ne kadar resmi bir belge olmasa da, Alman Hastanelerini grubuna katarak Alman ekolünün Türkiye temsilciliğini yürütmesi, iddianın kuvvetle muhtemel doğruluğunu kanıtlıyordu.

Kemalist Rıza Küçükoğlu gibi bir İslam ve Peygamber düşmanının Yeni Yüzyıl Üniversitesinde mütevelli heyeti başkanvekili olması, bu kurumun bilim değil Kemalist ve mason ideolojisine hizmet edeceği ve İslam karşıtı bir yapı olduğunu yeterince ispatlamaktadır. Her ne kadar yönetim kadrosunda makyaj görevinde bulunan Metin Külünk gibi münafıklar yer almışsa da, Rıza Küçükoğlu ve masonların söz sahibi olduğu bir kurumun Müslüman millet lehine öğrenci yetiştirebilmesi mümkün değildir.

Zaten hem dini hem siyasi hem askeri hem de ticari hainler olmasaydı, halkımızı mahveden hiçbir sorunla karşılaşmaz, inançlarımız ne kadar tezat da olsa adalet ve vicdan temelinde beton misali tek yürek birleşip, dünyaya hükmederdik.

Ama uluyanların sesinin bir gün kesileceğine kimsenin şüphesi olmamalıdır.

“Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz.” Al-i İmran 5

Hiç yorum yok: