13 Nisan 2012 Cuma

Demek ki korkulacak gibi değillermiş…

TSK gibi şahadet doğuran şerefli bir gücün komutanları olma şükrünü eda edeceklerine Peygambere karşı savaş açarak düştükleri zillet, gerçekte nasıl birer hiç olduklarını kanıtlamış, dağları yaratmışçasına böbürlendikleri cesaretlerinin ulumaktan ibaret olduğu hakirlikleriyle anlaşılmıştır. Yaptıklarının haklılığını ikrar edip dürüstçe savunma yerine, gözaltı ve tutuklanma akabinde alacakları ceza endişesiyle inkâra kalkışmaları, birbirlerini suçlamaları ve hastanelere sığınmaları gibi birçok rezillikleri, herhangi bir savaş sırasında zarar görmemek adına vatanı dahi teslim edebileceklerine açık bir işarettir. Zaten savaştaki acıyı tatmadan putperestlikleriyle sahip oldukları unvanları kendilerini rahata alıştırmadı mı?

Milleti kıydırmak istedikleri vatan evlatlarının arkalarına siperlenerek gürlemeleri, TSK ve şehitler adına bir utanç vesilesidir. Asla taşıdıkları rütbelerin liyakatinde olmayan hainler, sanki Peygamber Ocağına yeni gelmiş bir ere komutanlık payesi verilmesiyle ortalığı kasıp kavurması misali çıkardıkları fırtınanın altından nasıl kaçarak kurtulacakları arayışındadırlar. Bir yazarın ancak “onbaşı” olurlar tespitine, ben “er” dahi olamazlar diyorum.

Yurt dışına kaçan Tümgeneral Mustafa Bakırcı gibi bir komutana şerefli denebilinir mi? Demek ki bir savaş sırasında da düşmanların safına geçmekte hiçbir tereddüt duymayacağı aşikâr olup, şayet İstiklal mücadelelerin de ordumuza bu hainler komutanlık yapmış olsalardı, mutlaka mağlup olacağımıza şüphe yoktu.

Maalesef iman etmeyip halka düşman hainlerin komutasındaki TSK gibi gücü ve cesareti dünyaca kanıtlanmış bir ordunun böylesi sefillerce idare edilmiş olması, herhangi bir savaşa katılmamamız adına bir rahmetti.

Omuzlarındaki rütbelere güvenerek Müslüman Halk’a ve dini İslam’a meydan okuyup tehditler savuran muhakemeden yoksun hastaların, bir gün milletin iktidara geleceğini düşünemeyerek, milletin ordusuyla milleti esir etmeye devam edebilecekleri hezeyanları, akıl ve duygularının insani olmadığını da kanıtlamaktadır. Halk iktidarının kendilerini dumura uğratan iradeden kurtulabilmeleri mümkün değildir.

Ne var ki onları ciddiye alarak direnişte bulunamayan siyasiler, gazeteciler ve din karşıtı sivil toplum örgütleri, onlar kadar millete ihanet etmiş, huzuru doğramaları yanında ülkeye 100 milyarlarca dolarlık ziyan vermişlerdi.

Şehid olabilmek maksadıyla dinleri uğruna canlarını veren askerimiz, din düşmanı ateistlerin emrine asla itaat etmez ve başka ülkelerin askerleri gibi silah doğrultmaz. Askere kardeşini, dostunu, ana ve babasını öldürterek patlattıkları şampanya ile zevke erişeceklerini hesap etmelerinden daha korkunç ne olabilir? Önemli olan komutanın ırkı ve dini değil, görevine sadakat, milletine ve seçtiği hükümetine bağlılığıdır.

Eğer yaptıkları isyanlar milletin yararına ve demokrasi için ise, neden mertçe arkasında duramıyorlar ve o gün ki gibi sahiplenemiyorlar?

28 Şubat sürecinde seminer verdikleri onca hâkim ve savcıların karşısında gürlüyorlardı da, neden şimdi hâkim ve savcıların karşısında sokak dilencilerine dönüştüler?

28 Şubat, Ergenekon ve Balyoz darbecilerinin hallerine şahit oldukça, şehit üreten yiğit TSK adına hicap duyuyorum. En azından TSK’ya ve geriye gözü yaşlı yakınlarını bırakan şehitlere saygı gösterip, yaptıkları yasa karşısında suç ise de; dimdik ayakta durup ceza alacakları endişesiyle kıvırmamaları yahut o günkü düşüncelerini aynen savunarak ilkeli davranmalıdırlar. Sonuçta her düşüncenin bir doğrusu yok mudur? Ancak onlar korkaktır ve haindirler! Ahkâm kesmeleri kendi cesaretlerinden değil, doğrudan Mehmetçiğin gücündendir. Ne var ki o Mehmetçiği halkına karşı kışkırtandan daha alçak ve zalim kim olabilir?

Bu korkak sefiller hakkında daha fazla bir açıklamaya gerek duymuyor, onları cesaretlendirip provoke eden siyasi ve gazetecilerin daha ağır bir cezaya çarptırılmalarının adaleti tesis edeceğine inanıyorum.

Eğer yargı, darbelerle ilgili askeri bir sınırlama getirirse, adaletin sağlanabilmesi söz konusu değildir.

28 Şubat darbesinin merkezi noktası CHP ve Süleyman Demirel’di. Gazeteci Uğur Dündar, Emin Çölaşan, Aydın Doğan ve işbirlikçi Mesut Yılmaz gibi taşeron hainler, Batı Çalışma Grubu denen ihanet şebekesinin güdümünde hareket etmişti. Türkiye Cumhuriyeti Devletini alenen yıkmaya çalışan bu ihanet şebekesi, Mesut Yılmaz’a kurdurulan 55.Hükümette de misyonunu sürdürmüştü. Dolayısıyla Mesut Yılmaz’a şerefli denilebilinir mi?

Özellikle mason Süleyman Demirel’in yargılanması önündeki maddi ve manevi tüm bariyerler kaldırılmalı ve mutlaka ihanetten hüküm giymelidir. Bu aziz millete Süleyman Demirel’den daha büyük zarar veren bir başka sömürücü yoktur. Dünyada var olan tüm maskeleri taşıyan Süleyman Demirel, kanımca soyut şeytandan da daha tehlikelidir.

Her isyan oluşumunun arkasında bulunan Süleyman Demirel, iktidarda kalabilmek uğruna çıkaramayacağı fitne ve giremeyeceği bir işbirliği yoktur. Eğer Süleyman Demirel’in Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı mazeret edilerek yargıdan kaçırılırsa, bilinmelidir ki yaşadığı süre zarfında Türkiye’de huzur ve güven olmayacaktır.

Ayrıca medyanın ülkeye verdiği zarar ve milleti birbirine düşman kılma yönündeki kışkırtıcı yayınları, gazeteciye özgürlük gerekçesiyle görmemezlikten gelindiğinden toplumda ne bütünlük ne de ahlak kalmıştır.

Haçlı emelleri taşıyan halk düşmanı gazetecilere millet lehine totaliter kurallar uygulamalı, sözde gazetecilere baskı yapıldığı iddiasında bulunanlara fitne çıkararak terörü nasıl motive ettikleri ortaya konarak, kendi ülkelerindeki gazetecilerle Türkiye’dekilerin karıştırılmaması anlatılmalıdır.

Pkk’yı meşrulaştıran o gazeteciler değil midir? Ülkeyi kaosa sürükleyip darbecilere zemin hazırlayan o gazeteciler değil midir? Milletin dini inançlarıyla alay edip infiale neden olan o gazeteciler değil midir? Ülkedeki huzur ve güveni baltalayan o gazeteciler değil midir? İsyancıların borazanı o gazeteciler değil midir?

Her ne kadar gazetecilik, insanın anlamadığını öğretme sanatı olsa da, Türkiye’deki o gazeteciler yıkım şebekesidir. Dolayısıyla basın hürriyetinin verilemeyeceği o gazetecilere karşı önlem alınmaz ise, bedel ödemeye devam edeceğiz. O gazeteciler diktatördür ve çaplarına göre halkı provoke etmektedirler…

“Herkes için eşitliğe inanıyorum; muhabirler ve fotoğrafçılar hariç.” Mahatma Gandi

Hiç yorum yok: