30 Kasım 2010 Salı

Nasıl da inandırabiliyorlar?

Söz ile eylemlerin akıl almaz aykırılığını yaşadığımız politika dünyasının elemsi riyakârlığı apaçık ortada olmasına rağmen toplumların itibar edip yığınlaşmasını rasyonalist bir mantık çerçevesinde kavrayamıyorsam da kadersel kulluk yazgısından anlayabiliyorum. “Hür olmadığı halde kendisini hür sananlar kadar köle yoktur.” Goethe

Liderlere olan tazim ve güven kendilerini hatasız bir tanrı seviyesine yüceltmekte, böylece yanlışlarını tenkitten uzak bırakıp koruma altına alınmasından özeleştiri yapmaları da engellenmektedir. İyi işlerindeki övgüler kadar kötülüklerinde de yerinseler; şüphe yok ki haksızlık ve adaletsizlikler ortadan kalkacak, vicdanlarının sesiyle kendilerine gelerek siyasetin yükümlülüğü ve sorumluluğunu üstlenebilecek, böylece yalan, ihanet ve ahlaksızlıkla özdeşleşmiş bir toplum meydana gelmeyecektir.

Bir insanın gerçekte ne olduğu, ancak ulaştığı imkânlarla yargılanmalıdır. Örneğin Ak Parti Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın öncesiyle iktidara kavuşması akabinde ki derin dönüşümü, her türlü peşin hükümden ve çıkardan uzak bir serinkanlılıkla değerlendirildiğinde “yaratık insan fıtratı” daha net anlaşılmakta, sözle esip gürleyenlerin icraatlarındaki zıtlıkları ve kölesel onurlulukları insani şeref ve haysiyetini gömmektedir.

ABD hegemonyasındaki BM ve NATO taşeronlarının dünyayı topyekûn boyunduruğu altına alma hedeflerinin İslam’i emir erliğini üstlenen bir Erdoğan ne kadar yüceltilse de, imajının gerçeği saklayamadığı aşikârdır. ABD’nin Irak’ı katletmesinden tutun da Afganistan işgali, Filistin, Sudan, Suriye ve İran düşmanlığına kadar tüm Müslüman toplumları hegemonyasına sokmaya çalışmasından öte ne yaptığı pratikte kanıtlanmamış, militarist İslam düşmanlığını ortadan kaldırabilmek için tek bir başarı elde edememiştir. Başbakan Erdoğan’ın İslam kimliği, ABD ve İsrail’in savaşsız sinsi emellerine sorunsuz ulaşmasına ciddi katkı sunmaktadır.

Kimileri ifademi ağır bulabilir ama Irak’ın yerle bir edilmesi; “one minute” duruşuyla gönülleri fethetmesi akabinde İsrail’le siyasi ve askeri işbirliklerini devam etmesi; Yahudi ve mason localarınca cesaret madalyalarıyla ödüllenmesi; AB Hıristiyan topluluğuna katılabilmek için Rum kesiminin oyuncağı olması; Müslüman grupları yok etmek maksadıyla Lübnan’ı darmadağın eden İsrail’e misillemeyi önleyebilmek için taşeron BM’ne askeri katkı sağlaması; Filistinli kardeşlerimize insani yardım götüren gemimize saldırıp 9 vatandaşımızı hunharca deşen İsrail’in akıttığı kanı yerde bırakarak hesap soramaması; kardeş İran’a komşum ve dostum diyerek füze kalkan projesiyle ABD ve İsrail canavarlarının safında yer alarak İran’ı arkadan vurması; vahye iman etmiş Müslümanları terörist ilan ederek bulundukları yerde öldürmeye ant içmiş BM ve NATO’ya güç verip takviye yapması; pkk adlı terör örgütünü besleyip her türlü yardım ve destekte bulunan İsrail’e dur diyememesi; sıfır sorun ve İslam’i kardeşlik manipülasyonuyla Müslüman ülkeleri ABD ve İsrail çıkarları doğrultusunda güttürmesi; İslam peygamberine bağışlanamaz hakaretlerde bulunan ve milletimizin canına kasteden pkk’nın provokasyonlarına izin veren Danimarka Başbakanını NATO’nun Genel Sekreterliğine getirmesi gibi uluslar arası arenada tamamen Müslüman düşmanı ittifakın taraftarı, destekçisi ve dolaylı azmettiricisi olan Başbakan Erdoğan’ın söz ve vaatlerine nasıl inanabilinir? “Kuru kaşık ağza, kuru söz kulağa yakışmaz ” Kaşgarlı Mahmut

İçeride Kemalistler dışarıda haçlıların boyunduruğundan sıyrılarak kahraman ataları misali Allah’a sığınıp şaha kalkabilseydi, altın prangalarla tutsak olduğu müstemlekesel iktidarı değil, demir prangaların zaferi doğuracağını idrak edebilirdi. Oysa insanın vücudu esir edilebilir ama ruhu asla!

“Allah’tan korkandan her şey korkar. Allah’tan kork­mayanı her şeyle korkuturlar.” Hz. Muhammed (sav)

Sesin sözle değil tatbikatla yükselmesinde etki doğar. Unutulmamalıdır ki ABD ve İsrail gibi barbarlar lâfla değil eylemlerle hükmetmektedirler.

Başbakan Erdoğan, Ortadoğu’yu haçlılara teslim ettiği füze kalkan ihanetini hafızalardan silebilmek için Lübnan’a yaptığı gezide; ”Şundan emin olun, kim ne derse desin kim hangi yorumu yaparsa yapsın biz haksızlık karşısında sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Akdeniz’de korsanlık yaparak masum çocukları, sivilleri öldürenlere karşı hakkı savunmaya devam edeceğiz. Masum yavrular adına, Gazze, Kudüs ve Beyrut demeye devam edeceğiz. Biz “Barış” diyeceğiz, “Adalet” diyeceğiz. Gerektiğinde katile “Katil” diyecek, katilden bütün yaptıklarının hesabını soracağız.”

Ne var ki kendi vatandaşlarını katleden ve Lübnan’da taş üstünde taş bırakmayarak binlerce insanı parçalayıp barınaksız kılan İsrail’e hesap sormak bir yana, bir de canı yanmış bağrı yanık topluluklarca cezalandırılmasını önleyebilmek için kalkan olabiliyorsa; bu nasıl bir hak savunması ve ses yükseltilmesidir? Eğer katiller, ses yükseltilmesiyle cezalandırılıp ıslah edilebiliyorsa; cezaevlerine, idamlara, hatta pkk gibi teröristlerle çarpışarak binlerce şehit vermeye ne hacet var?

Korkaklar hiçbir zaman zafer anıtları dikmemişler ise de, günümüz seküler düzeninde sözle kahraman olabilmişlerdir.

Başbakan Erdoğan’ın tıpkı anaokul çocuklarını eğiten bir rehber edasıyla varlıkları boyunca Allah’a başkaldırıp şeytanla bütünleşen İsrail’e, “İsrail hükümeti artık şunu görmek ve anlamak zorunda; bu bölgede barış olursa bundan bölge kazandığı kadar kendisi de kazanır. Bu bölgede savaş olursa, çatışma olursa bundan bölge insanı zarar gördüğü kadar kendi insanı, kendi vatandaşları da zarar görür. Onun için İsrail Hükümetini bir kez daha hatalarından dönmeye, özür dilemeye, hem bölge, hem bölge halkı, hem de kendisi için barışa gelmeye davet ediyoruz. İsrail’in bölgeyi de dünyayı da ateşe atacak provokatif faaliyetleri artık biran önce durdurmasını istiyoruz” açıklamasının trajikomikliğine verilebilecek bir yorum bulamıyorum. Kötülüğün elçisi şeytandan insani bir davranış umut edebilen biri; ya sağlık sorunu yaşıyordur ya da mücadelesel korkaklığını nutuklarla geçiştirmeye çalışıyordur. Sadece politikacılar mı, takip eden yığınlarda batıla uyabilmek için kendilerini yontmakta, dolayısıyla yavaşça tükenip gitmektedirler.

“Tek bir kelime; bize, karşımızdakinin akıllı mı, aptal mı olduğunu gösterir ” Konfiçyus

Türban sorununu çözeceği iddiasıyla güven duyulan eski Ak Parti Genel Başkanı, Başbakanı ve Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, eşi türbanlı olmasına rağmen türbana savaş açması ve Müslüman ebeveynleri cehaletle suçlayıp aşağılaması, çevresine uyabilmek için dinini yontanların nasıl hiçliğe kaydığına açık bir delildir.

İşte İslam referanslı politikacılar; nerede din, nerede adalet, nerede vicdan, nerede hürriyet!

Müslümanların Müslüman kimlikli münafıklardan daha tehlikeli ve acımasız düşmanları yoktur…

Hiç yorum yok: