30 Ekim 2010 Cumartesi

Müslüman; korkak, sömürücü ve sinsi olabilir mi?

Oysa Müslümanlık; cesur, kararlı, vicdanlı, dürüst, adil ve duruluklarıyla tanımlanan bir kimliktir. Hakkı olanı dilenmez, mal ve canını kaybedecek kaygısı taşımaz, haksızlıklar karşısında susmaz, adaletten taviz vermez, kötüye sırtını dayamaz, hiçbir şartta riyakâr davranmaz, öldürüleceğini bilse doğruluktan şaşmaz, inancına bedel biçmez, kardeşini hançerlemez, benliğini yüceltmez, kompleks ve kibir taşımaz, şartlar ne olursa olsun başkalarını aldatmaz ve sömürmez…

Allah ve Resulünün emrettiği bir Müslüman olmadıkları; gerek siyasi, gerek ekonomi, gerek kültürel ve sosyal fırsatçılıklarından anlaşılmakta, para ve makamı İslam’i değerlerin üstünde tutmalarından en azılı düşmanlarla dahi müttefikliğe girerek, din kardeşlerini acımasızca dışlar ve boynuzlarlar. Bununla da yetinmez, kardeşlerini hasımlara ya gammazlar ya da işgal ettirerek katlettirirler. Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) buyurduğu üzere; neden “Emrolundukları gibi dosdoğru olamıyorlar?”

Bir taraftan insan hakları adına türbanın meşrulaşması için güya mücadele ederlerken, diğer taraftan “cübbeli, sarıklı ve çarşaflı” gerekçesiyle dindarlara alçakça saldırır ve özgürlük hakkı tanımak istemezler. Türban karşıtlarından hiçbir farkları olmadığı gibi yeri geldiğinde daha da baskıcı, horlayıcı ve yasakçıdırlar. Maden kılık ve kıyafet serbestliğinden yanalar; neden cübbe, sarık ve çarşaf giyinenlere karşılar? Çünkü onlar savundukları ibadeti dahi din adına değil hümanist temelli insan hakları adına müdafaa etmekte, dolayısıyla ne kadar korkunç bir münafık olduklarını ispatlamaktadırlar. Cesur ve ilkeli kâfir düşmanımı, korkak ve riyakâr bir Müslüman kimliğine tercih ederim…

Hala 28 Şubat sürecinden öyle titriyorlar ki, Batı’nın tanıdığı kriter doğrultusundaki kılık ve kıyafet hürriyetinden öteye gidememektedirler. Zaten Batı’dan icazet alamasalardı ona da cesaret edemezlerdi ya!

İfade ettikleri siyaset dünyasının başörtüsü sorununu tarihe gömme başarısızlığını da provokatör ilan ettikleri iki kız öğrenciye ve Cübbeli Ahmet Hoca’ya kestiler. Nasıl bir muhakeme chp’den umut bekleyebilir? Aslında hedefleri Mahmut Hoca ve dünyanın birçok yerinden gelen İslam âlimlerinin cübbeli ve sarıklı görüntüleridir. Efendileri ABD’nin savaş açtığı şeriatçı Müslümanların Türkiye’de ağırlanmalarını nasıl izah edebilecek endişelerindeki kurtuluş reçetelerini karalayarak halkın katılımını engellemekte buldular. ABD’nin övdüğü ve ödüllerle yücelttiği laik karmalı ve çok dinli Fetullah Gülen’e karşı İslam dünyasının liyakate değer gördüğü şeriatçı Mahmut Ustaosmanoğlu’nun sakallı, cübbeli ve sarıklı varlığı dikkatli okunmalı, böylece tepkinin de asli unsuru anlaşılmalıdır. Fetullah Gülen, Zaman Gazetesiyle hedef olmamak için Ak Partideki şakirtleri eliyle Yeni Şafak’ı tetikçi kullanmış, Batı’nın dâhili olmadığı İslam’i birlikteliğe yaptırım uygulamıştır.

Ancak Batı’nın kabul edebileceği modernleşmiş bir dini savunur, dolayısıyla kapitalistten daha acımasız bir sömürüyle ezip geçerler. Faizi kâr payı, kurbanı yardım, zinayı imam nikâhı, başörtüsünü türban, israfı zenginlik, markayı saygınlık gibi yorumlarla İslam karşıtlarından çok daha nefislerine, paraya ve gösterişe düşkündürler. Acaba İslam peygamberi ve eşleri öyle miydi?

Chp, vaatlerde bulunsa da kendisini fiziki iktidara taşıyacak temellerinden vazgeçip laik ve Kemalist kurallarından asla taviz vermemekte, ödün verecek bir iktidarlığı muhalefete tercih ederek, ne kadar faşistçe de olsa kararlı ve ilkeli duruşunu devam ettirmektedir. Temel inançlarından imtiyaz edip iktidar olmaktansa, ömür boyu değil muhalefet, meclis dışı bile kalmaya razı olabilen bir tavır, ancak samimi bir inancın göstergesidir. Oysa onlar, sadece geçici bu dünyaya güvenip uhrevi hayata da inanmadıkları halde! Dünyaya ahretten daha çok iman edenlerin Müslüman mı yoksa münafık mı olduklarının yargısını sizlere bırakıyorum.

İşte bunlar, amaçları yalnızca para ve makam olup, içinde vahyin olmadığı bir hizmet anlayışıyla günde beşer dakikadan yirmibeş dakika namaz, yılda otuz gün oruç, hacca gidip bavulları doldurmak, sömürdükleri insanlara açlığı giderici yardımlarla cenneti satın alabileceklerini sanan sefillerdir. Hani, nerede Allah yolunda cihad, nerede yeryüzündeki fitneyi yok edip İslam’i düzeni hâkim kılma mecburiyeti, nerede Müslümanların birlik ve beraberliği? Bir şeyi başarıp başaramamakla ilgili politikalardan daha öncelikli İlaha teslimiyettir! Zaten Yaratıcı’nın izni olmadan herhangi bir kul iradesi, hakkında belirlenmiş olanı aşmaya gücü bulunmadığından, patrona itaat esas alınmalıdır.

Artık kurban bayramının gelmesiyle avuçları kaşınan ve yıl boyunca kâr payı adı altında yaptıkları sömürüyü kurbanla taçlandırabilmek için Müslümanları şirke sokanlar; Batı’nın hayvanları mundarlaştıran mantığıyla saygısızca canlı canlı otomatik makinelerden eziyetle geçirerek zincirle asmalarıyla alelacele Allah adına hediye edilmesi gereken hayvanları besmelesiz katletmekle kalmıyor, hayvanlara elektrik şoku veya narkoz vererek bayıltılmalarıyla ilgili fetvalarda da bulunabiliyorlar. Dolayısıyla avlarına düşürdükleri Müslümanların huşu içinde Allah’a hediyelerini engelledikleri gibi çevre temizliği ve ekolojik denge gibi absürt gerekçelerle de özgürce ibadetlerin yerine getirilmesini yasaklıyorlar. Hâlbuki belediyeler halkı sömürmek için değil, özgürce ibadetlerini yerine getirecek imkânları sunmakla yükümlüdürler.

Eğer Hz. İbrahim’in oğlunu kurban edişi ve Hz. Peygamberimizin kurban töreni ölçüt değil de, diyanetin modern fetvası mı caiz sayılmalı?

01.01.2007 tarihinde; nokhaber.com adlı sitemde “İBB’den kurban rezaleti” başlıklı yazımla sömürüleri eleştirmiş, gözümün önünde besmele dahi çekilmeden kesilen hayvanların mundarlığını dile getirmem üzerine; İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı bölgesel kurban kesim yerlerine son vermişti.

İşte yazım;

İBB’den kurban rezaleti

İstanbul Büyükşehir Belediyesinin ilçelerde kurduğu Kurban kesim yerlerindeki ranta dayalı Batı endeksli otomasyon hayvan kesimleri Kurban katliamına dönüşmüş, gözümün önünde besmelesiz kesilen hayvanlar haramlaştırılmıştır. Müslümanların yüce Yaratıcılarına saygıyla takdim etmek istedikleri büyükbaş kurbanlarını alelacele devirme makinelerinden geçirirken ya sakatlanmakta, idam edercesine ayaklarından bağlayarak zincirle hızla havaya kaldırırken ya boyunlarını kırmakta, ya da darp ederek acı çektirmekte, hayvana, özellikle Kurbana gösterilmesi gereken sevgi ve saygı önemsenmemektedir. İBB, hayvanları, Allah’a sunulan mübarek kurbanlar olarak değil, sanki seküler Batının insana takdim ettiği sıradan etler ticari mantığıyla mundarlaştırmakta, sözde hijyen ve temizliğe özen gösterisi işkenceye ve mafyamsı ranta dönüşmektedir. İBB’nin hizmet hilesi, hijyenik aldatmacası ve pislik endişesiyle sokakta yasakladığı helal kurbanı, makbuzsuz ve faturasız tahsil ettiği bedeller karşılığı çadır tesislerde haramlaştırması, acaba AB’nin bir gereksimi ve materyalist modern hayatın bir koşulu mudur?
150 YTL’lik kesim ücretini ödeyen Kurban sahibi, Allah’a takdim etmesi gereken kurbanını tekbir getirerek şahsen kesemediği gibi, kesimhaneye bile girmesine izin verilmeyerek yanına yaklaştırılıp başında bulundurulmamakta, kimin olduğuna bakmaksızın önüne gelen numaralı hayvanın rengini bile fark etmeyip kıyan kasaba vekâleti dahi söz konusu olamamaktadır. Çünkü sırada gayri resmi gelir getiren çok hayvan olduğundan, ne kadar hızlı ve çabuk hareket etseler, o kadar çok kazanç elde edeceklerinden, çıkarcı herkes gibi hizmet manipülasyonuyla kurban fırsatçılığından yararlanamayacaklardır. Kesimhanelerdeki İslamsız Batı standartlarına güveni olmayan insanların İBB’ye itimat ederek ibadetlerini yerine getirmesi esnasında karşılaştıkları manzara, Batı mezbahanelerini aratmayacak bir dehşet ve trajikomik boyuttadır. Kurbanlıkları törene ihtiyaç duymaksızın saygısızca ve eziyetle kesmekte, şov amaçlı görevlendirdikleri cami veya cenaze imamlarına benzer cübbeli ve sarıklı sözde imam gençlerin arada bir tekbir getirmeleriyle kurbanı istismar etmektedirler. Böylece kurbanlarını Allah nezdinde kabul gördüğünü ve etlerin helal olduğunu sanan insanlar, bilgisizliklerinden sömürülmekte ve aldatılmaktadırlar. Sömürü, hizmet adıyla meşrulaşmakta, dolayısıyla Hz.İbrahim’in ve Hz.Muhammed’in sünnetlerine uygun kesimler yapılmamaktadır. Ortada ne kurbanın manevi önemi, ne saygı, ne kurban sahibi veya sahipleri, ne tören, ne besmele, ne de vekâletin olmadığı çadır tesislerdeki ürkütücü kasaplık tüyler ürperticidir. Onların tek hedefi para, deri, bağırsak, işkembe ve ettir.

Kızılay, Mehmetçik Vakfı, THK ve diğerlerinin medyaya milyarlar ödeyerek verdikleri reklâmlarla kesimli veya kesimsiz topladıkları kurban paraları, sistemin nasıl işlediğini gözler önüne sermekte, kurbanın nidasından öte Allah nezdinde ki kıymetinden hiçbir maneviyat bulunmamaktadır.

Kurbanının kesim parasını ödemeyen bir vatandaşının etlerine el koyabilecek kadar haddi aşan İBB, ancak resmi hiçbir belge, makbuz ve fatura olmaksızın tahsil ettiği 150 YTL’den sonra etin çıkışına izin verebilmektedir. Bir mafya organizasyonu gibi çalışan İBB, kesimden sonra et parçalama işini Akabe Vakfı adındaki bir kuruma deri ve bağırsak karşılığı vererek, profesyonel olmayan çalışanlara bile hiçbir ücret ödememekte ve onların Allah rızası adına karşılıksız hizmet etme inançlarını da acımasızca sömürmektedirler. Kurbanın gelir getiren her detayından ustalıkla istifade edip hizmet bahanesiyle giriştikleri korkunç sömürü, hizmet kavramına da materyalist köklü yeni bir tanım getirmektedir. Şüphesiz tüm kesimhanelerde durum farksız olup, insanlar huzur içinde ve ibadet aşkıyla kurbanlarını Allah’a takdim edememektedirler.
Bütün bu olaylara Üsküdar’daki kesimhanesinde şahit olduğum İstanbul Büyükşehir Belediyesini şiddetle kınayıp lanetliyor ve diğerlerini de uyararak, Allah’ın hesabının çabuk olduğunu ve azgın ihtiraslarının karşılığı olan o acı bedeli mutlaka ödeyeceklerini bilmelerini istiyorum.

“Hanginiz Allah rızasına uymayan bir icraat görürse ona karşı gelsin.” Hz. Muhammed (SAV)

O kadar kurbanlar kesiliyor, namazlar kılınıyor, hacca gidiliyor ve dualar ediliyor ama alçaltıcı belâlardan sakınamıyor, suçları durduramıyor, haçlıların esaretinden bağımsızlığa ulaşamıyor, ne kadar çabalasak da bir türlü huzur, güven ve adalete kavuşamıyorsak; sebebini hiç merak ettiniz mi?

İster dinli, ister dinsiz olun ama asla Diyanetin ve Fetullah Gülen’in fetvalarına itibar etmeyiniz…


Hiç yorum yok: