23 Ekim 2010 Cumartesi

Ya münafıklar ya da muhakeme edemiyorlar…

Her şey o kadar aleni cereyan etmesine rağmen çıkarcı benliğin adil bir yargıyı engellemesi çözümü de etkisizleştirmektedir. Kemalist diktatörlüğün anayasa üstü “kırmızı kitap” olarak bilinen siyaset belgesindeki irtica adına Müslümanlar ve bölücülük adına Kürtlerin en tehlikeli ayrılıkçılar olarak vurgulanması cepheleşmeyi meşrulaştırdığından, oligarşinin gerek Müslümanlar gerekse Kürtlerle samimi bir barışı söz konusu olamaz.

Eğer bir devlet, kendini meydana getiren halkını en tehlikeli düşman statüsüne koyuyor ise, asgari şartlarda dahi olsa güven temelinde uzlaşabilmek mümkün değildir. Çünkü onlar her daim potansiyel bir düşman olduğundan sürekli denetim altında bulunmaları ve alttan alta asimilasyon taktiğine devam edilerek güçlenme ve özgürlüklerinin önüne geçilmesi olmazsa olmaz bir koşuldur.

Kimileri Müslüman Kürtlerin nasıl olurda Marksist bir bdp ve pkk’yı destekleyebildiklerine hayret etmektedirler. Oysa gerek bdp gerekse pkk, devlet gibi laik ve sinsi bir vahiy düşmanıdırlar. Devletin pkk ideolojisinden farksız ırkçı, putperest ve laik oluşu, dinin ikinci plana itilerek kimlik ve özgürlük arayışını öncelikli kılmakta, böylece tıpkı yağmurdan kaçarken doluya tutulma misali umut bellemelerine neden olmaktadır. Düşmanlıkla yaftalanmalarından çareleri tükenen Kürtler, Şeyh Said’in “Bizleri ve Türkleri bağlayan sadece din kalmıştı, Türk hükümeti dini de kaldırdı ve artık bizi bağlayan hiçbir şey kalmadı” düşüncesiyle hareket ederek, Kürt kimliğine özgürlük vadeden laik pkk’yı desteklemek zorunda kalmalarını seküler mantık ya da vatan edebiyatında değil, duygularda arayarak kanaate varılmalıdır.

Atatürk’ün de Batılı olma gerekçesiyle devleti Osmanlı’ya başkaldırıp Türkiye Cumhuriyeti adı altında laik diktatörlüğü kurma sürecindeki gelişmeler peşin hükümlerden uzak bir tarafsızlıkla irdelendiğinde, daha adil bir yargıya varılabileceği kuvvetle muhtemeldir. “Kanla yapılan devrimler daha muhkem olur” ilkesiyle isyan eden pkk, tarihsel geçmişimiz göz önüne alındığında tek taraflı bir canavar olmadığı da anlaşılacaktır.

Örneğin gündemi teşkil etmiş olan Müslüman Boşnak kadınlarını katleden ve hunharca tecavüz eden Sırpları dolaylı yollardan destekleyen Emir Kusturica adlı acımasız bir barbarı Türkiye’ye davet edebilecek kadar vicdanları tükenmiş politikacıların güya sanat maskesi altındaki ihanetleri; Ak Partili Bursa Belediyesi tarafından davet edilmişse sanatsı, CHP’li Antalya Belediyesinin çağrımını ise tepkiyle karşılamak da apaçık bir çelişkidir. Üstelik Kusturica gibi geçmişte bir Osmanlı ve Müslüman olan Antalya Belediye Başkanı Mustafa Akaydın’ın Sırpsal dönüşümü sonrası Kustiraca’laşarak Osmanlı ve Müslüman düşmanlığından dolayı yakınlıkları son derece normal olup, asıl tepki duyulması gerekenin Müslüman referanslı ve Boşnak asıllı Bursa Belediye Başkanı Recep Altepe’nin münafıklığı olmalıdır. İktidar ve rejime göre yanlışın doğru, doğrunun yanlış sayıldığı riyakâr bir anlayıştan dürüstlük, vicdan ve adalet beklenmemelidir.

Kemalistlerin acımadan tepelemeleri rejimsel, pkk’nın acımadan tepelemesi teröristsel ise; hukuk nerededir?

En amansız baskı, şiddet ve yasaklara maruz kalan Müslümanlar olmasına rağmen, Kemalistler ve pkk’lılar gibi zorbalığa ve silaha sarılmayıp kardeşin kardeşi öldürmemesi merhametiyle zulümlere sabretmesi dikkatle muhakeme edilmeli, böylece Müslümanlarla Kemalist ve pkk’lıların insani farkı da itiraf edilmelidir.

Adil olan hiç kimse olayları tek taraflı değerlendirmemeli, insanlık suçunu kim işlemişse herhangi bir gerekçeye kalkışmadan açıkça itiraf edebilmelidir. Fitne çıkararak ülkeyi bölmeye çalışan ve irtica amacı güden ne Müslüman Türkler ne de Müslüman Kürtlerdir. Bölücü ve irticai faaliyetlerde bulunanlar laikler, ırkçılar, Kemalistler, Aleviler ve chp’dir. Ancak acımasız despot ideoloji, söz konusu bölücülerin yapı taşı olmalarından rejim lehine dokunulmaz kılıp güvence altına alması, hedefe oturtulan Müslümanlar aleyhine apaçık bir soykırımdır. Özellikle Alevilerin ayrılıkçı bir talebi olmamaları rejimin bayraktarlıklarındandır. Aleviler, laik ve Atatürkçü olduklarından ne Hz. Ali ile ne vahiyle bir bağları vardır. Müslümanlara “yezit” diyerek, Kur’an ve peygamberimiz hakkında iftiralar atıp uygunsuz sözler sarf ederek nasıl İslam düşmanı oldukları ortadadır. Kısacası laik devletin dini tetikçileridirler. İslam’la yakından uzaktan hiçbir ilişiği bulunmayan bozguncu Alevilere Atatürk başta olmak üzere ne İsmet İnönü ne de herhangi bir chp iktidarı nifaksal taleplerini karşılamadıkları halde; Ak Parti hükümetinin laik Alevilerin çarpık inançlarını din müfredatına koyarak çocuklarımızı zehirleyebilmeleri ihanet değil de nedir? Aleviler, laik ve Kemalist düşüncenin ta kendileri değil midir? Neden Müslümanların türbanı dışında Rum ve Ermeni Ortodoksları başta olmak üzere her kesime özgürlük veriyorlar?
İşte acımasız bölücülüğe bir örnek…

Tarih 2007, yer Kozan ilçesi. 24 Kasım Öğretmenler Günü nedeniyle Ak Partili Kozan Belediyesi tarafından düzenlenen programda yarışmalarda derece alan öğrencilere hediye verilmek üzere kürsüye davet edilmeleriyle İstiklal Savaşlarının amacını ortaya koyan iğrenç bir saldırı vuku buldu.

Davet edilen öğrenciler arasında bulunan Kozan İmam Hatip Lisesi 11-C sınıfı öğrencilerinden Tevhide Kütük adlı bir kızımız ki köküne kadar bu vatanın bir hanımefendisi ve şehit kahramanlarımızın geriye bıraktığı yetimi, “Bir Öğretmen Olmalı” isimli kompozisyon dalında kazanmış olduğu birincilik ödülünü almak için arkadaşlarıyla birlikte kürsüye çıktı. Türbanlı bir Müslüman oluşundan, kuvvetle ihtimaldir ki haçlıların fışkırttığı döllerinden olduğunu sandığım kaymakam ve garnizon komutanı derhal kürsüden indirilmesini emretmişler, ilçe milli eğitim müdürü tarafından da gözyaşları içinde iffetsiz bir fahişe ya da teröristmişçesine kürsüden indirilerek haksızlık, adaletsizlik ve bölücülük yerle göğü inletmişti.

En acısı ise, Kozan’ın Ak Partili Belediye Başkanı Kazım Özgan’ın kıyamet koparıcı haksızlığa dilsiz şeytan misali sessiz kalarak salonu terk etmesiydi.

En acınmasız canavarlardan hiçbir farkı olmayan, milletin kardeşliği, birlik ve beraberliği aleyhine büyük bir tehdit oluşturan o günün kaymakamı Eskişehir Vali Yardımcılığına, Milli Eğitim Müdürü Kadirli ilçesine atanmış, garnizon komutanı da generallikle ödüllendirilmiş olsa gerek. Eğer bunlar bölücü değilse bölücüler kimlerdir ve bölücülük ne demektir?

Başbakan Erdoğan; “Milletimizin ufkunu açmak, devletin gücüne güç katmak, devlet-millet bütünleşmesini daha da perçinlemek noktasında muazzam mesafeler katettik, muazzam başarılar yakaladık” açıklamasında Tevhide Kütük gibi aşağılanan ve zulme uğrayanlar özgürlüğe kavuşabildi mi? Devlet adına ondan ve onun gibi zulme uğrayanlardan özür dilendi mi?

Ancak kararlı bir çözüm yerine chp ile çelik-çomak oyununu tercih eden hükümet, Tevhide Kütük gibi nice kızlarımızın onur ve şereflerini doğrayan aşağılamalara sessiz kalabilmekte, bölücüleri cezalandıracağına terfi ettirebilmektedir.

Referansı, inancı ve şöhreti ne olursa olsun laiklik ve Atatürkçülük üzerine ant içmiş hiçbir politikacı; ne Müslümanlar ne de etnik kimlik sahiplerini özgürleştirici bir mücadelede bulunur. Konuşurlar ama yapamazlar! Din dışı rejim değişmediği müddetçe Müslüman halkın kendi ülkesinde esir muamelesi görmekten kurtulamayacağı tartışılmazdır.

Başbakanın; ”Laiklik inancından dolayı başını örten için bir güvencedir. Başörtülü gezmeyi laikliğe tehdit gösterme zorlama bir yaklaşımdır” açıklaması gerçeği yansıtmamakta, seküler (ateist) düşüncenin Allah inancı olan toplumlarda siyasi bir terminolojisi varlığını manipüle etmek suretiyle meşrulaştırma gayreti hiçbir sonuç vermemektedir. Laiklik, dogmatik kabul ettiği dini, akıl ve bilimin engeli, hatta yüzkarası olmakla aşağılayıp, her şart ve koşulda bertaraf edilebilmesi için kurgulanmış bir din karşıtlığıdır. Dolayısıyla dini, özellikle İslam’ı çağrıştıran her türlü görsellik laikliğe aykırıdır. Müslüman halka inandığı gibi yaşama hakkı tanımayan laiklik değilse nedir? Öyleyse iktidardaki hükümetin başı olarak neden gereğini yapmıyor da Tevhide Kütük gibi kızlarımızı aşağılatıyor? İfade ettiği üzere neden dünyanın her protokolüne türbanlı eş ve kızını yanında gezdirebiliyor da hükümeti olduğu kendi ülkesinde cesaret edemiyor? Aslında din dışı laik ve Kemalist rejimi kökleştirerek mıhlattıran chp değil, Müslüman kimlikli partiler, politikacılar ve ilahiyatçı münafıklardır…

Laikliğin tanımı son derece açıktır. Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden bir ateizmdir. Tıpkı vahyi paçavraya çeviren yorumlar misali üzerine ant içtikleri laikliği ne kadar evirip çevirseler ve bozmaya çabalasalar da gereğini yapma mahkûmiyetleri ortadadır.
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, 29 Ekim Cumhuriyet resepsiyonuna genç yaşta horlanarak alaşağı edilen Tevhide Kütük ve benzeri cumhurları da davet edebilecek bir cesarete ve iktidara sahip mi?

İşte irtica; işte bölücülük! Nerede cumhurbaşkanı; nerede başbakan; nerede hukuk…

Hiç yorum yok: