17 Ekim 2010 Pazar

Tek çare federalizm...

Birbirimize tahammül edemiyor, farklılıkları sindiremiyor, ırka ve inançlara hoşgörüyle müsamaha gösteremiyor, adil davranamıyor, kendimizin haricindekileri horlayarak ve aşağılayarak dışlayabiliyor, devletçe bağıra basamıyor, eşit hak ve hukukun gereğini yapamıyor, sen-ben saltanat mücadelesiyle milleti bölebiliyor, totaliter rejim uğruna toplumu birbirine hasım kılarak çatıştırabiliyor, fırsatını yakaladığı anda acımadan tepeleyebiliyor, vatanı ve devleti meydana getirenleri düşman belleyebiliyor isek; nasıl birlik ve beraberliği sağlayabilir, huzur ve barış içinde yaşayabilir, üniter bir devlet olabiliriz?

Irki ve dini duyguları reddeden ya da baskı altına alan üniter devletin dikta ideolojisiyle farklılıkları malum anlayışı egemenliğinde bastırma ve zorlama müstebitliği asimilasyonu doğurmakta, dolayısıyla bağımsızlık taleplerinin önüne geçilemeyerek bitmek tükenmez isyansı mücadeleler anarşilere neden olmaktadır.

Ayrı ırk ve dinden oluşmuş devletlerin ödün vermez kurallarından “tek millet tek ideoloji” gibi üniter bir yapıyı muhafaza edemedikleri dünya yaratıldığından bugüne dek kanıtlanmış, ne kadar zorlanılsa da sonucun değişmediği ve geciktirilen süreçte milyonlarca insanın hebasından öte hiçbir bütünlüğün sağlanamadığı görülmüştür. Ancak anası ve babası aleyhine de olsa ideolojik benliğini hapsederek adaletten zerre taviz vermeyen adil yönetimler istisnadır…

Şüphesiz asimilasyon bir insanlık suçu ve canavarlıktır. Örneğin bir Kürt’ü Türk yapamayacağınız gibi bir Müslüman’ı da laik yapabilmeniz söz konusu değil, hangi kuvvet ve yasal gerekçelere başvurulsa da sonuç alabilmek olanaksızdır. Ancak kendilerine fiyat etiketi biçmiş çıkarcı devşirmelerin asimilasyonu yanıltmamalı, kulaklara girip kalbe inmeyen çözümler umut doğurmamalı; yüreklerdeki basıncın her an patlayarak yanardağ misali lavlar püskürtebileceği göz ardı edilmemelidir.

Kendini insanlığa adamış hiçbir düşünce, ne kadar aykırı da olsa bir başkasının hak ve hürriyetine müdahale edemez. 85 yıldır süregelen asimilasyonla ırki ve dini bir zorbalığın dayattığı gözyaşı selleri ve ceset molozları, üniter bazlı acımasız ideolojinin mahkûmiyetini ortaya koymuştur.

Artık vicdanın, hak ve adaletin yerlerde süründüğü Türkiye’de laik ve Kemalizm’le inşa edilmiş üniter diktatörlük iflas etmiş durumdadır. Bir taraftan kendi ırk, düşünce ve inançlarından olmayanları tehlikeli düşman sayıp, diğer taraftan vatan-devlet sömürüsüyle toplumları bir arada tutabilme manipülasyonu sineleri delmekte, kaçınılmaz bir özgürlük mücadelesi meşruiyet kazanmaktadır. Önce vatan değil, insanlık ve adalet değer olmalıdır. İnsanlık ve adaletin olmadığı bir vatan, taş-kayadan öte ne işe yarar!

Türk’ün milliyetçilik zaafı ne kadar hükmî ise, Kürt’ün de milliyetçilik duyguları o kadar legal kabul edilmelidir. Laik veya Atatürkçü toplumun özgürlüğü ne kadar hukuki ise, Müslüman’ın da hürriyeti tartışılmamalıdır. Sonuçta her taraf Türkiye’yi var eden olmazsa olmaz gerçekleri, devleti ve vatanı meydana getiren hayati unsurlarıdır. Birini diğerinden bağımsız ve dokunulmaz iktidar kılmak; bölünme ve savaşı davet eder.

Baskın rejimin anayasa ve silahlı güçlerle halkın çok büyük bir bölümünü sindirebilme anlayışı tarihin hiçbir döneminde başarıya ulaşmamış, tayin edilen zaman diliminde insanlığa ve adalete savaş açanlar hüsrana uğramaktan kurtulamamışlardır. Bir halkın haykırışını ve yaratıcının Mutlak İradesini elimine edebilecek bir güç bulunmamaktadır. Hiçbir rejim ve devlet, halk iradesinin üstünde değildir. Ruhsuz, yani Yaratıcısız bir yaşam olamayacağına göre; halksız bir devlet ve vatanda var olamaz.

ABD, Almanya, Kanada, Avusturya, İsviçre, Avustralya yanı sıra Malezya ve UAE gibi İslam ülkelerinin federasyonla yönetilmesi ve son olarak da Rusya’nın konjonktürel yapısından dehşetsi savaşları engelleyebilmek maksadıyla federe devlete geçişi, özellikle Türkiye’nin örnek alması gereken hayati bir yönetim şekli olmalıdır. Türk, Kürt, laik ve Müslüman ayırımının en dorukta yaşandığı Türkiye’de federasyonla ilgili mutlaka referanduma gidilerek halkın tercihine danışılmalı, her ırk ve inancın temsil edilebileceği bölgelere seçimle özerklik tanınarak, halkın iradesine boyun eğilmelidir. Böylece ne laiklerin, ne Atatürkçülerin, ne Türklerin, ne Kürtlerin, ne de Müslümanların sorunları kalır, dolayısıyla öz egemen olup asimilasyon gibi bir insanlık suçu ve riyakârlığa gerek kalmayarak, kaçınılmaz yok edici bölünmelerin ve savaşların da önüne geçilir.

Bütün çaba ve gayretlere rağmen kinsi derin ayrılıkların yaşandığı toplum kesimlerini aynı ideolojik kurallarla muhafaza edebilmenin imkânsızlığını hiç kimse inkâr edemez. Örneğin Kürtlerin yaradılış fıtratları gereği bir millet olduğu ve hiçbir ırkın vesayeti altına sokulamayacağı; kendilerini Atatürk’ün değil Allah’ın yarattığına iman eden ve O’nun ilkelerine kayırsız-şartsız itaate inanan Müslümanları seküler bir düşünceyle esir edilemeyeceği insani ve barışçıl bir zorunluluktur. Zaten yapılan savaşların nedeni de bu hak arayışıdır.

“İslam’ın şartı beştir” hilesel dayatmayla vahyin diğer hükümlerini, yani şeriatını yok sayan laik düşüncenin nasıl bir yalan ve aldatmaca olduğu daha fazla gizlenememektedir. Kemalistler için kuralları koyan Atatürk ise, Müslümanlar için kuralları koyan da Allah’tır. Kemalistler için kurtarıcı ulu, Atatürk ise; Müslümanlar için kurtarıcı ulu da Allah’tır. Laiklikle İslam’ı ne siyasi ne sosyal ne hukuki ne de kültürel bir çatı altında barındıramazsınız. Birbirine tamamen rakip iki tanrı ve iki düşüncenin bir arada iktidar olabilmesi mümkün olamayacağına göre; hiçbir şart ve kural dayatmaksızın ya federasyona gidilecek ya da vazgeçilmez felaketlere razı olunacak.

İnsanlık dışı güdülen inadın fayda mı yoksa zarar mı getireceğinin cevabı geçmişin yazılı olduğu tarihte, gelecekle ilgili uyarılarda Kuran’da mevcuttur…

Federasyona geçişle ortaya çıkacak bölgesel yönetimler her kesimin huzur ve güvenle yaşamasına olanak getirecek, böylece özgürlüğün sağladığı köklü barış tüm Türkiye’yi kuşatarak, hiç kimse ne ırki ne de dini bir elem ve keder yaşayacaktır. Bilinmelidir ki egemen gücün öne sürdüğü koşullar karşı tarafın düşüncesel ve duygusal taleplerini dizginlemeye yeterli değildir. Nasıl laiklik ya da Atatürkçülüğün bekası adına feryatlar koparılıyor ise, Müslümanlığın ya da Kürtçülüğün elden gitme tedirginliği de o denli endişeye mahal olmaktadır.

Devleti eline geçiren gücün ahkâm kesebilmesi insani olmadığı kadar barışı da mevzubahis değildir. Ruhsuz bir bedene inanan Darwinistçi laiklerin halksız bir vatanı savunabilmeleri anormal sayılmamalıdır. Ruhsuz bir bedenin yaşam gerçeğine inanmayanlar, halksız bir vatan kutsallığına inanırlar. Arif Doğan adlı halk düşmanı ve jitemin canavar kurucusu; “Vatan benden memnun. Halk memnun değilmiş. Otursun kendi haline ağlasın” sözleri, laik devletin halkı nasıl bir yığın, tutsak ve dolgu malzemesi gördüğüne apaçık kanıttır. Her şey vatan içinse, halk için nedir?

Aslında lafı uzatmanın pek gereği yoktur. Türkiye; farklı ırk, düşünce ve inançların bütünleşmesiyle oluşmuş bir ülkedir. Türkiye’ye hükmeden laik ve Atatürkçü rejim, dikta benliğiyle eşit bir hak ve hukuku başaramamış, kendini meydana getirip uğruna canlarını veren toplumu aleyhine tehdit algıladığından; milletin her kesimi için tek çözümün acil bir federasyon olduğu ortaya çıkmıştır. Kim neyi istiyorsa onu iktidara taşıyabilmeli, böylece kıyametsi bir felaketin önüne geçilerek köklü ve kalıcı bir barış tesis edilmelidir.

Her ırk ve inancın kendine mahsus bir yönetimi, kendine mahsus bir hukuku, kişi hak ve hürriyetlerini kısıtlamayan merkezi hükümete bağlı sınırlı bir egemenliği mevcut olmalıdır. Türkiye gibi insan unsuru üzerinde inşa edilmemiş devletler, diktatörlük hüviyeti taşıdıklarından farklı ırk ve inançlara tahammül edememekte, dolayısıyla özgürlükler adına federe devlete ihtiyaç bulunmaktadır. Ayrı tüzel kişiliklere sahip olmayan yönetimlerde hâkim ırk ve düşünceleri bir arada barındırabilmek imkânsızdır. Çünkü her ırk ve düşünce birbirini lağvedecek talepler dile getirdiğinden ve kaygılar güttüğünden orta yolun bulunabilmesi, huzur ve barışın sağlanabilmesi, aşırılıktan dolayı mümkün değildir. Federasyonda iki ayrı tür devlet olduğundan, aynı ülke ve insan topluluğu iki ayrı devlet egemenliğine ve dolayısıyla hukuk düzenlerine tabi olursa, tüm sorunlar otomatikman ortadan kalkar. Böylece laiklerde, Müslümanlarda, Türklerde, Kürtlerde hiçbir tedirginlik ve kısıtlama duymaksızın, devlet ve mahalle baskınlarına son verecek fitneye nokta koyup, çözümü başaran devletler arasına girer.

Müslüman bir türbanlı veya sarıklı vatandaşına kamu alanı yasağı getiren, vahye iman edeni rejim düşmanı olmakla suçlayan, hükümetini devirmeye kalkışan, Kürt’ü ırkından dolayı aşağılayan, halkı arasına kin ve nefret tohumları saçarak birbirine kıydırmaya çalışan, adaleti kendi mülkü haline getiren laik ve Kemalist bir düşüncenin halkı temsil edebilmesi ve barışı sağlayabilmesi mümkün müdür? Laiklikle teslim alıp irticayla vuran bir rejimden umut beklenebilinir mi?

“Halkını tüketen devletlerin kendileri de tükenir. “ Platon


Hiç yorum yok: