6 Ekim 2010 Çarşamba

Türbana amansız düşman tek ülke; TÜRKİYE

Müslüman bir ülkenin türbanı birinci derece tehlike sayıp çoğunluğu dindar vatandaşlarının örtülerine amansız hasımlığı tüm dünyada şaşkınlıkla izlenmekte, böylesi acımasız bir baskı ve faşist yasağı neden halkın, vekili meclisin ve hükümetin bertaraf edemedikleri daha da korkunç bir intiba uyandırmaktadır. Halkının inancına zorbalık yapan güçleri püskürtemeyen bir iktidarın sadakatine güvenebilmek mümkün mü? Tartışılması dahi mevzubahis olmayan temel hak ve hürriyetlerini elde edemeyen bir milletin cesaret ve caydırıcılığına güvenebilinir mi?

Belki kimileri hükümet değil laik devlet diyecek ama siyasi konjonktürde devlet, hükümetin ta kendisidir. Hükümetin mal ve can güvenliği başta olmak üzere insani değerleri garanti altına almak, vatandaşının din ve namusunu koruyup kollayabilmesi için tam yetkiyle iktidara taşıyanda millet olduğuna göre; suçlu kimdir? Rejim mi, hükümet mi, millet mi?

AB, her ne kadar Hıristiyan bir topluluğu olsa da, Başbakan Erdoğan’ın AB’ne alınmamasıyla ilgili serzenişlerinde önce kendine bakıp sonra eleştirmeye hakkı olduğu düşüncesindeyim. Vicdanları ve inançları dağlayan despot bir rejim, iktidar olamayan cesur bir hükümet, temel hak ve özgürlüklerine sahip olamayan esir bir millet, barış adına vahşi teröristler karşısında geri adım atarak meşruiyetlerini kazandırıp mazlum kadınlarına dini haklarını sağlayamayan bir ülkenin AB’ye ya da uluslar arası başka bir örgüte girerek istikrara katkı sunabileceği nasıl düşünülür?
Swaziland Kralı Mswati, vücudunun dörtte üçü dışarıda ve boncuklarla süslü yerel kıyafetiyle BM Genel Kurul salonuna özgürce girerek ülkesini temsil edebilirken, türbanlı Müslüman bir kadının temel hakkı olan eğitimini dahi alamayacak bir yasak, baskı, tehdit, şantaj ve horlamayla karşılaşması, “büyük Türkiye” ve “gündem belirleyen ülke” söylemlerinin nasıl bir abartı olduğunu ispatlamaktadır. Konuşmakla yücelip doyuluyorsa, eyleme ne hacet var?

Türkiye, tüm dünyanın siyasi merkezi olan BM’den de daha çağdaştır. Artık gericilikle yaftalanmış BM’de küçücük bir ülkenin kralını çağdaş kıyafet ve görünümünü önemsemeksizin kurul salonuna sokabiliyorsa, artık Türkiyeli çağdaşların sadece içeriyle yetinmeyip tüm dünyaya da çağdaşlık dersi vermesi, kılık ve kıyafet zorunluluğu konusunda baskı yaparak dünyayı gericilikten kurtarması şart olmuştur. Halkın seçtiği vekili sırf türbanından dolayı meclisten kovabilen, eğitimde uyguladığı türban yasaklarından dolayı başta Fransa olmak üzere Avrupa’yı kışkırtan Türkiye, BM’de de kılık ve kıyafet devrimi yapmalıdır. Ne mutlu bize ki, çağdaş kılıkta dünyada bir eşimiz bulunmamaktadır…

Zihinleri ve kalpleri iğfal edilmiş türbanlı yazarların laik medyadaki mezesel popüleriterliği, onların nasıl münafık olduklarını ortaya koymakta, özgürlük adına sözde savundukları türbanlarına meşruiyet kazandırabilmek için “eşcinsel” gibi birçok sapıklıkları da himaye ederek, ayırımcılıklara kökten karşı bir özgürlük talebi içinde yasakçı zihniyete başkaldırı olduğu gerekçeleri; vahye apaçık bir isyandır. Kuralları ve yasakları yaratıcı Allah koyduğuna göre; Allah’ın çizdiği sınırları ‘tebliğ’ amacıyla aşabilme yetkilerini hangi ayet veya hadisten alıyorlar? Kendilerine fiyat etiketi koyan tavus kuşu kılıklı münafık türbanlı yazarlar, geçmişteki birçok kavmin sırf eşcinsel gibi sapıklıktan dolayı yerle bir edildiğini, örneğin Hz. Lut peygambere gelen misafir erkekleri talep eden halkına kızlarını teklif ettiği halde ısrarla onları istemelerine direnen Hz. Lut, neden tebliğ ve hidayete erişebilirler düşüncesiyle erkek misafirlerini (melekleri) sapkın arzularına peşkeş çekmeyip tüm halkının helak edilmesine neden oldu?

(Resulüm!) Sen, onların hidayete ermelerine çok düşkünlük göstersen de bil ki Allah, saptırdığı kimseyi hidayete erdirmez. Onların yardımcıları da yoktur.” Nahl. 37

Herke şunu çok iyi bilmelidir ki, güya inancı gereği örtündüğü türbanı doğrudan müdafaa edemeyip sapık fikirleriyle vahiy karşıtı laik medyada misyonerlik yapmak suretiyle Müslümanları kirleten türbanlı yazarlar; keşke saç örtülerini çıkarsalar da düşüncelerindeki özgürlüğü bedenlerinde de sergileseler. Ayrıca dinlerine düşmanlarla aynı çatı altında bulunduklarına göre, çok az bir bedele satın alınabileceklerine de şüphe yoktur…

“İşte bunlar, Allah’ın kendilerini lanetlediği, sağır kıldığı ve gözlerini kör ettiği kimselerdir.” Muhammed. 23

Drakula Apo ve terörist pkk’ya özgürlük, türbana yasak…

Başbakan Erdoğan ve hükümetin türban çözümüyle ilgili girişimlerinde hiçbir samimiyet bulmuyorum. Laik anlayışıyla din ve vicdan özgürlüklerin düşmanı ve türban yasağının müsebbibi CHP ile uzlaşma hezeyanı içinde birlikte sorunu ortadan kaldırma arayışı tamamen bir oyalama ve aldatmacadır. “Kanuni esasi Kur’an’ı azimünşandır” vaadiyle Cumhuriyet yerine laik bir diktatörlük kurarak 85 yıldır Müslümanları dışlayan ve esarete mahkûm eden CHP, öylesine amansız bir din ve dindar düşmanıdır ki; ne kadar maske taksa, bin bir surata bürünse ve gönülleri okşayıcı söylemler geliştirse de o özde hiç değişmez bir CHP’dir. Daha birkaç yıl önce türban ile ilgili meclis kararını Anayasa Mahkemesine götürerek mühürleten ve zaferinden dolayı zil takarak oynayan CHP değil miydi?

Eğer Başbakan ve Ak Parti gerçekten samimi olsaydı, CHP’nin şiddetli muhalefetine rağmen Anayasa Paketini referanduma götürerek halkın desteğini alması misali türban konusunda da aynı dirayetle bir referandum kararı alarak, halkın iradesiyle doğrudan çözüme gidebilirdi. Anayasa referandumuyla diktatör CHP’ye karşı dik durmalarını göz önüne alırsak; geriye ya Türkiye’nin sözde çağdaş görüntü kompleksi bir rahatsızlık duyup belki AB’ye kabul edilememe paranoyası içinde çekinceli davranmaları kalıyor, ya da her icraatlarının arkasında ABD ve AB talimatı olduğu anlaşılıyor. Yüzyıllardır Müslüman Türk’le savaşmış haçlı Batı’nın İslam inancı gereği takılan türbana geçit verebilmesi mümkün değildir. Özde Müslümanları potansiyel bir tehlike bellemiş Batı ve laiklerin türban özgürlüğünü, eşcinsel hakları gibi bir insan hakkı olarak görmemesi, AİHM ve Anayasa Mahkemesi kararlarıyla sabittir. Eğer türbanın özgürlüğü vahiy düşmanı CHP’nin politik çıkarlarına alet edilip ayağa düşürülmüşse, büyük çoğunluğu türbanlı eşe sahip Ak Partinin harakiri yapması kaçınılmaz bir hal almıştır.

Riyakâr Devlet Bahçeli’nin fetihsel bir inanç ve iman taşımadığı halde sömürdüğü Sümela Manastırı ve Akdamar Kiliselerini ibadete açarak Ermeni Ortodokslarına gösterilen özgürlük hoşgörüsü, neden aşağılanan Müslüman türbanlı kadınlarımıza da sunulmadı? Gerçi özgürlük getirilse de yılların yaydığı zehir özel sektörü de etkileyerek yeteneği ve kariyeri ne olursa olsun türbanlı bir bayanı bünyelerine katmayı imkânsız kılmıştır. Çünkü P.J. Gascoigne de ifade ettiği gibi, “Kabul edilmiş bir yanlışlık, kazanılmış bir zehirdir.”

Önümüzdeki seçimlerde Ak Partinin tıpkı eşleri gibi türbanlı birden fazla kadını seçilecek bir listeden aday gösterip gösteremeyeceklerini hep birlikte göreceğiz. Türbanlı bir vatan evladına yasak olan meclise karın deşen pkk’lı teröristler girebiliyorsa, o meclisin millet iradesini temsil ettiği nasıl düşünülür? Öte yandan pkk’nın tıpkı çocukları bariyer kullanması gibi seks metası gördükleri kadınları ön plana çıkarması bazı ahmaklarca demokrat bir duruş olarak değerlendirilse de apaçık bir istismar olduğu tartışılmazdır.

Terörist Abdullah Öcalan’ın “diyalog ve uzlaşma bir devlet projesi ve birincil düzeyde görüşmeler sürdürülüyor” açıklamaları doğru ise; ister Türk ister Kürt olsun onurlu her vatandaş o devletin tebaası olma utancını taşır. Bu nasıl bir politikadır ki bir avuç çapulcunun eylemsizlik kararı ve ateşkesi sevinç doğurabilmektedir? Pkk kimdir ki sözde tanıdığı fırsatın gecikmeksizin değerlendirilmesi tehdidinde bulunabiliyor? Nasıl olur da pkk gibi acımasız bir terör örgütünden iyi niyet beklentisi içinde müzakereler başlatılarak somut adımların atılabileceği hezeyanıyla millet, daha büyük felaketlerin içine sürüklenmektedir? Ne var ki teröristleri muhatap almak, cüretkârlıklarına yegâne sebeptir. Aysel Tuğluk adlı bir terörist, “Görüşmelerin devam edebilmesi için Öcalan’ın örgütle ilişkisinin sağlanması gerektiğini, müzakerelerin ancak bu şart karşılığında sürebileceğini” söyleyebiliyorsa; Türk devleti, tarihinde ilk defa beyaz bayrak çekmiş demektir.

Oysa general ve amirallerin yönettiği Ergenekon Terör Örgütünün büyük bir darbe alışı ve pkk işbirlikçisi subayların sivil yargıda yargılanacak olmaları pkk’nın tüm lojistik ve istihbarat desteğini kesmiş, böylece gömülecek duruma gelmişlerdir. Pkk ve siyasi temsilcisi bdp, Türklerden çok Kürtlerin düşmanıdır…

Binlerce insanımızı katleden pkk devleti dize getirdi ama lanet olası oportünist Müslüman kimlikler ve marka sapkını tavus kuşu kılıklı türbanlılar çarpıldıkları lanetten haklarına kavuşamadı.

Bu milletin ABD yularından kurtulamaması bir lanet midir?

“Allah onu (şeytanı) lanetlemiş; o da: “Yemin ederim ki, kullarından belli bir pay edineceğim” demiştir.” Nisa. 118

“İşte o şeytan, ancak kendi dostlarını korkutur. Şu halde, eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.” Al’i İmran. 175

Önce vicdan, sonra kanun!

ÖNEMLİ UYARI: Türban ile başörtüsü birbirlerinden farklı örtülerdir. Allah’ın ayetlerdeki örtünme emri başörtüsü olup, Ahzab Süresi 59. ve Nur Süresi 31. Ayetlerde de buyurulduğu üzere, “kadının tanınması ve incitilmemesi” ve “Başörtülerini yakalarının üzerine kadar örtmeleri” için saçın değil başın, yani yüz dâhil tamamen kapanması gerektiği vurgulanmıştır. Ne var ki modern dünyayla uzlaşma adına sadece saçın örtünmesi Allah ve Resulünün koyduğu bir ölçü değildir.

Vahiyle yakından uzaktan ilgisi olmayan kökten laik ve putperest Kemal Kılıçdaroğlu’nun türban ile başörtü tanımı sinsi cehaletini ortaya koymakta, iman etmediği vahiyle ilgili haddi aşıp fetvalar vermesi lanetinin bir sunucudur. Türbanı değil de başörtüsünü savunarak; “Saçın bir kısmı gözükse de olur” yaklaşımı, en basit bir anatomi dersi dahi görmediğini kanıtlamaktadır.

Öylesine ahmakça kıvırtmaya çalışıyor ki, “Başörtüsü başı örtüyor ancak saçları tamamen kapatmıyor. Türban ise saçı tamamen kapatmak için kullanılıyor” açıklamasıyla saçı mı yoksa başı mı tanımladığının farkında bile değil. Saçla başı birbirine karıştırandan değil başbakan, ilköğretim talebesi bile olamaz.

Allah ve Resulüne iftira atarcasına hükümlerini eğip bükmenin küfre neden olabileceği bilinciyle emredilen örtüye bürünmeseniz de, hükümleri nefislerinize göre yorumlayarak sapıklaşmamanız, Ahzab Süresi 36. Ayette vaaz edilmiştir…

Hiç yorum yok: