26 Ekim 2010 Salı

Vekâletle kestirilen kurbanlar Allah’a şirktir…

Vahyin ve Allah’a teslimiyetin hurafelerle bozulması Müslümanlık gibi yüce bir ayrıcalığı ve şerefi ortadan kaldırmış, böylece münafıklık İslam’la özdeşleştirilmiştir. Bir okuyucumun “Tek çare federalizm” başlıklı yazıma; “Merhaba Mehmet Bey, bunca zaman yazılarınızı takip ediyorum, yoğunluktan olsa gerek, arada bir saçmalıyorsunuz, işte o yazılardan biri de bu. Münafığa çalan bir Müslüman yaşantısında, Müslümanların federalizmini tartışmak saçma olsa gerek. Müslümanlar önce adam olsunlar, birbirlerini kazıklamayı, mal yığma tutkusunu üzerlerinden atsınlar, öyle” yorumu, tamamıyla temeli özetlemekteydi. Laikleşmiş ve materyalistleşmiş politikacılardan İslam’ın emrettiği doğrultuda hak ve adaletle davranabilecek tek bir Müslüman siyasetçi bulabilmek imkânsızdır. Gerek laik gerekse pkk’lı politikacılar özlerine bağlı bir samimiyet sergilerler ama Müslüman kimlikliler asla!

Politikacısıyla cemaatiyle ve sokaktakiyle öyle yozlaşmışlar ki, imana gelen bir laik, Kemalist, Marksist, Hıristiyan veya Yahudi İslam’i düzenden yana olurlar da onlar yanaşmazlar…

İslam’ın adını hurafelerin şanını yaşadığımız laik Türkiye’de gerek din dışı rejim gerekse vahyi paraya tahvil etmiş ilahiyatçı ve kurumların ittifak kurarak İslam adına Müslümanları insafsızca sömürüp ibadetlerini de şirke çevirmeleri, şüphesiz insanların yaratıcı Allah’ı, Resulünü ve Kur’an’ın özünü bilmemelerindendir. Aksi takdirde böylesi şeytani fetvalarla tuzağa düşerler miydi?

Kurban, namazla eşdeğer fevkalade önemli bir ibadet olup, törene iştirak edilmeksizin vekâletle yerine getirilmesi Allah’a bir üstünlüktür. Ekonomik durumu kurban sunmaya gücü yetmeyenlerin herhangi bir kurban törenine iştirakleri dahi aynı sevabı kazanmalarına neden olur. Önemli olan maddi katkıları değil, samimi duygularıdır.

Yeryüzünün “ilk” cinayeti ve kötülüğü olan Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi de, takdim ettikleri “Kurban”ların Allah nezdinde kabulü yüzünden vuku bulmuş, böylece kurbanın fiziki değil fizikötesi ne kadar ehemmiyetli bir ibadet olduğu; hem olaylarla hem de ayetlerle zikredilmiştir. Kevser süresi 1. ve 2. ayetlerde; (Ya Resulüm!) Gerçekten Biz, sana kevseri verdik. Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” emredilmiştir. Ancak dini materyalistleştiren ilahiyatçılar, kurbanı Allah’a bir saygı ibadetinden çıkarıp maddeye indirgeyerek, her zaman yapılabilen bir yardım manipülasyonuna dönüştürmüşlerdir. Şayet Kurban; yoksul doyurma amaçlı bir yardım, sıradan ve basit bir kasaplık ve vekâletle yerine getirilecek ehemmiyetsiz bir ibadet olsaydı; Hz. İbrahim oğlunu kurban etmeye kakışır mıydı? Neden oğlunun kurban edilmesi için bir vekil tayin etmedi? Ayrıca günümüzdeki gibi oğlu Hz.İsmail’i kurban etme amacı etini yoksullara dağıtmak mıydı?

İlk insan Hz. Âdem’in yaratılması ile cennetteki şeytanın saptırılması; iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin, savaş ile barış, dostluk ile düşmanlık, isyan ile sabrın temsilci ve taraftarlarını saflara ayırmıştır. Hz. Âdem’in oğulları ve yeryüzünün ilk üçüncü ve dördüncü insanları Habil ve Kabil; kardeş olmalarına, vahiyle bildirilmiş herhangi bir fitneye neden olabilecek, anlaşmazlığa sebep verebilecek ve paylaşılmayacak hiçbir çıkar ve nedenleri bulunulmadığı halde; Kabil kardeşi Habil’i öldürerek, yeryüzünün “ilk cinayet”’ini işler. Her ikisinin Allah’a şükredebilmek adına sundukları kurban; Habil’inkinin Allah tarafından kabul edilip, Kabil’inkinin “bir bilgi”’ye göre reddedilmesiyle, benlikten fışkıran ve yeryüzünü sarsacak olan düşmanlığın, isyanın, riyakârlığın, kıskançlığın ve kötülüğün temelleri atılır ve ilk emsal ürün olarak geleceğe yön verir. Bu süreç ile ilgili tefsirlerde konu edilen; Habil’in güzel, Kabil’inde çirkin olan kız kardeşleriyle evlenmelerinin doğurduğu kıskançlık yüzünden Kabil’in kurbanının kabul edilmemesiyle ilgili rivayetlerin tamamı hurafe olup, Kur’an’da bu söylentileri destekleyici hiçbir ayet ve işarete rastlanılmamaktadır.

Allah tarafından kurbanı kabul edilmeyen Kabil’in, kurbanı kabul edilen kardeşi Habil’i öldürmesi, böylece dünyadaki vahşetin, ayırımcılığın, fitnenin, benliğin, hasımlığın, alçaklığın, hasetliğin, ihanetin, felâketin, suçların ve her türlü kötülüğün başlangıcı olur. Kaderin düalite çarkı, iyiyi ve doğruyu temsilen Hz. Âdem ile kötüyü ve yanlışı temsilen şeytanın mücadelesiyle başlar, Kabil’in, Habil’i öldürmesiyle biçimlenir ve düzen, bu temel yapı üzerine inşa edilerek; iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, güçlü-zayıf, mümin-kâfir, dost-düşman, peygamber-şeytan savaşı tüm şiddetiyle devam eder. Allah, neden Habil’in kurbanını kabul etmişti de, Kabil’inkini reddetmişti? Üstelik peygamber çocukları olmalarına rağmen her ikisi de taptıkları Yaratıcıları için kurban takdim etmemişler miydi?

Bir düşünün; Peygamber oğlunun elleriyle boğazladığı kurbanı dahi kabul etmeyen Allah, acaba başında bulunup törene iştiraki bile tenezzüle yanaşmayarak vekâletle kestirilen kurbanları kabul eder mi?

Hz. İbrahim, rüyasını Hz. İsmail’e anlatarak; “Ey oğulcuğum, doğrusu ben, rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Sen ne dersin?” dedi. Çünkü peygamberlerin uykudaki rüyaları, aynı zamanda vahiy niteliğindedir. Hz. İbrahim’in rüyasını oğluna bildirmesi, ona durumunun daha kolay olması, ayrıca Allah’a ve babasına itaatte küçüklüğüne göre sabrını, sadakatini, gücünü ve azmini denemek içindi. Hz. İsmail dedi ki: “Babacığım, sana emrolunanı yap. Allah’ın sana emretmiş olduğu beni boğazlama işini yerine getir. İnşallah beni sabredenlerden bulursun. Şüphesiz ben sabredeceğim. Bunun ecrini Allah katında bulacağımı umuyorum” dedi.

Yaratıcıları Allah’a ikisi de teslim olunca, Hz. İbrahim oğlu İsmail’i alnı üzerine yatırdı ve tekbirler eşliğinde şahadet getirerek Allah’ı zikrettiler. Bu, öylesi bir imanı ve teslimiyeti sembolize ediyordu ki, İsmail, üzerindeki bembeyaz gömleğiyle babasına; “Ey babacığım! Beni kefenleyebileceğin başka elbisem yok. Bunu çıkar ki beni onunla kefenleyebilesin” dedi. Hz. İbrahim gömleği çıkarmaya çalışırken, “Ey İbrahim! Sen rüyayı gerçekleştirdin” nidası geldi. Hz. İbrahim dönüp bir de baktığında karşısında; beyaz, boynuzlu ve iri gözlü bir koç duruyordu. Allah; “Elbette Biz, ihsan edenleri böylece mükâfatlandırırız” ayetiyle, kendisine itaat edenlerden hoşlanmayacakları şeyleri ve zorlukları engelleyeceğini, işlerinde onlar için bir ferahlık ve çıkış yeri kılacağını bildirdi.

Gerek Kabil’in kardeşi Habil’i öldürerek, gerekse Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek isteyerek geleceğe ışık tutan olaylar, takdir edileceği üzere kurbanın maddi öneminden ziyade manevi yüceliğini ortaya koymakta, dolayısıyla kurbanın karın doyuran özelliğinin değil, Allah’a teslimi bir saygı olduğu anlaşılmaktadır. Eğer aksi olsaydı; ne Kabil Habil’i öldürür, ne de Hz. İbrahim oğlunu kurban ederdi. Şüphe yok ki Hz. İbrahim, canından üstün tuttuğu oğlunun etinden yararlanmayacağı gibi, yardım maksadıyla yoksullara da dağıtmayacaktı.

Sözde Yaratıcıları adına kurban kestiklerini öne süren inananların benliklerini yücelterek; ya ete odaklanmaları, ya törene sabredememeleri, ya da yoksullara ve hayır kuruluşlarına yardım yaptıkları gerekçesiyle kibirlenerek kurbanlarının başında bulunmamaları, sözde kurban takdim ettikleri Allah’a karşı büyük bir saygısızlık, samimiyetsizlik ve hakarettir. Sanki tanrılarmışçasına böbürlenerek kutsal merasime tenezzül etmemeleri ve adlarına “vekil” atamalarının cüretkârlığı, kimin “Tanrı” olduğu sorusunu doğurmaktadır. Sanki Allah’a kemik atarcasına gösterilen akıl almaz bencillik ve saygısızlık, şüphesiz kurbanlarını da mundarlaştırmaktadır. Ancak yaratık çapulcu bir politikacının, devlet adamının, ya da menfaat sağlayacağını düşündüğü iş veya bir ilim adamının önünde esas duruşa geçmeyi, özen ve heyecanla hazırladıkları hediyeleri sunmayı şeref ve kazanç addederler; neden aynı duruşu Allah’a karşı göstermiyorlar? Eğer kurbanın Allah nezdinde ki ehemmiyeti anlaşılmış olsaydı; laubali, şımarık ve kasıntı davranışlar yerine, Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme esnasında duyduğu o tarifi imkânsız aşk, arzu ve heyecan hissedilir, dolayısıyla iman açığa çıkardı. Herhalde vekâletle kurban kestirenler Hz. İbrahim’den daha üstün olmalıdırlar ki, Allah’a sunulan kutsal nitelikteki hediyelerin başında dahi bulunmayı kendilerine layık görmüyorlar. Allah’a saygısı olmayanın hayvana veya insana sevgi duyabilmesi mümkün mü?

Cemaatle namaz kılınması misali imam niteliğindeki kurban keseni vekil tayin edebilirsiniz ama orada bulunma zorunluluğunu yok sayamazsınız. O takdirde imamı da vekil tayin edin ve sanki cemaatte namaz kılıyormuşçasına namaz kılmış olmanız nasıl imkânsız ise, kurbanınızın da Allah nezdinde hiçbir değeri bulunmamaktadır. Yaratıcı Allah’a sunulan kurban sahibinin sanki Allah’tan büyükmüşçesine ibadete iştirak etmemesi, tartışmasız GİZLİ BİR ŞİRKTİR…

Kurbanınızı ya doğrudan ya da vekil aracılığıyla Allah’a takdim ettikten sonra dilerseniz tamamını yiyebilir, dilerseniz tamamını istediğiniz kuruma veya yoksula bağışlayabilirsiniz. Kurban toplayan sömürücülerden törene iştirak etmek istediğinizi şart koşmanız kaçınılmaz olmalıdır. Kurban amacı yardım değil, yaratıcı Allah’a bir tazimdir…

Peygamberler dâhil yaratıklar içinde en muazzam ilim sahibi şeytan, ilmiyle nasıl ebedi cehenneme gark olduysa; ilmine güvendiğiniz işbirlikçi ve fırsatçı hurafecilere güvenip ateşe girmeyiniz…

Unutmamalıdır ki sen, yaratık bir kulsun. Yaratıcı’nın rızasını kazanabilmek maksadıyla sunduğun hediyeyi vekil aracılığıyla takdim edemezsin!

“Her kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, İşte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.” Nur. 52

“Saygı duyan kimse öğütten yararlanacak. En büyük ateşe girecek olan kötü kimse ise öğütten kaçacak, sonra ne ölecek ne de yaşayacak.” El Ala. 10-13

Hiç yorum yok: