13 Aralık 2018 Perşembe

Ölümü sevmemek!

Oysa ayrılması imkânsız bir nişanlıyı sevmemek ve kaçılması olanaksız bir evlilikten sıyrılabilmek mümkün değildir.

Hem ahirete iman etmiş bir mümin olacaksın, hem de ölümü sevmeyeceksin? Dolayısıyla ölümü sevmemek, Allah’a ve ahirete iman etmemek, direnmek demektir.

Asıl başlangıç olan dünya hayatındaki doğum değil, ahiret hayatına geçiş olan ölümdür. Dolayısıyla ölümün iddia edildiği gibi keskin bir son yani bitiş değil, sonsuz bir başlangıçtır.   

Uykuda bir ölüm olduğuna göre; uykuyu sevenin ölümden nefret edebilmesi nasıl bir aklın ürünüdür?

Ruhun vücuttan ayrılmasıyla insan uyur ve tekrar bedenle bütünleştiğinde ise uyanır. Gerçekte uyku, ölümle ilgili öylesine bir ibret ve kanıttır ki, o anda hiçbir şey hissettirmez, ister sarayda ister zindandaki bir zeminin üstünde uyunmuş olunsa bile musalla taşında yatmaktan farksız değildir. Yaşam ve ölüm de bu temel üzerine inşa edilmiş ve bu çerçevede sunulmuş delillerle idrak sağlanmıştır.

Uyku sürecinde kiminin ruhu geri gelip fani olan dünyada kalmaya devam eder; kiminin ruhu ise dünyaya bir daha geri dönmemek üzere baki olan ahiret hayatına göç eder. Ama insan, yersiz gururu yüzünden bu kadar açık bilgileri ve kanıtları değerlendirilemiyor; doğru düşünemiyor ve gerçekçi bir yargıya varamıyor.

Ölüm hakkında bilgisiz olanların hayat hakkında bilgi sahibi oldukları sanılmamalıdır. Talebelerinden biri, Konfüçyüs’e; “Ölüm nedir” diye sorduğunda, Konfüçyüs, “Hayat hakkında ne biliyorsun ki sana ölümden bahsedeyim.” der.

İnsan, ne nefsi ne hilkatteki eşi ne de başka bir şey için yaratılmamışsa, yaratıcısına karşı gelmesinin veya direnmesinin anlamı nedir? Eğer yaratıcısını inkâr ederek ‘ben’’iddiasında bulunup hayatının kendi iradesinde olduğuna inanıyorsa; neden ölümünü durduramıyor; başına gelen musibetleri engelleyemiyor; hastalıklarının önüne geçemiyor; yaşam süresi olan ecelini belirleyemiyor ve yarınını bilemiyor?

Her insanın ölerek ahireteki hayata başlayacağı ve dünyadaki yaşam sürecinin de belirsiz olduğu bir fanilikte ölmekten kaçmak isteyerek korkması, zillet içinde sürünmenin ve uluyan kalabalıkların ardına düşülerek şerefsizce yaşamanın temel sebebidir.

Ölüm hem şerefli hem de kahredici bir acıdır!

Ölüm biçimi, oluşu ve sebepleri, ecel gerçeğini manipüle eden öyle bir kamuflaj yöntemidir ki, doğal veya yapay olarak şekillendirilmek suretiyle yaratıcı ile yaratık arasında paylaştırılmış fiziki bir hadsizliktir.

Yatakta ya da hastalıktan ölmeyi doğal, ayakta ya da beşer araçlı bir öldürülmenin farklı değerlendirilmesi, ecel sahibini çoklaştıran bir hezeyandır. Dünyada her şey tartışılır ama asıl tartışılması ve gündemden hiç düşürülmemesi gereken ölümün her türlüsünün bir ecel olduğu bilinmemekte; dolayısıyla ölümün ecelle birlikte geldiği; sebepler ve araçlar ne olursa olsun hiçbir şeyin değişmediği idrak edilememektedir.

İnsanı sefalet içindeki bir yaşama ve aşağılık koşullardaki ölüme götüren can kaygısıdır. Oysa ölümden kurtaracak başka bir umut mu var ki, doğarken mahkûm olduğu ölümden nefret etmek suretiyle mücadeleden kaçınılabilinmektedir. Tartışılmaz olan yaşam ışığı ve baştaki tacın Allah’’a ve ahirete iman olduğu bir gerçekte insanı aldatan nefsi, fani dünyayı baki kıldığından ölümü yok oluş sandırmaktadır.

Zaten hadis adı altında Alman Filozof Max Weberi’in; “Hiç ölmeyecekmiş için dünya, yarın ölecekmiş gibi ahiret için çalış“ sözü, peygamberimize atfedilebilmiş öyle bir iftiradır ki, Müslümanları bile etkileyip tenakuzda bırakmak suretiyle her an başa gelecek ölüm gerçeğini umursattırmamaktadır.  

Doğum anındaki sevinç ve şükür gözyaşlarıyla, ölüm anındaki acı ve kahır gözyaşları ne ifade etmektedir?

Ölümle nişanlılık olan doğuma mutlu olup da, evlilik olan ölüme kahretmek sahiplenmektir. Oysa insan hiçbir şeyin sahibi değil emanetçisidir.  Gerek doğum gerekse ölüm için her gün öyle bir yeni gündür ki, her ikisinin varlığı gözyaşına sebep olduğundan sevinç ile üzüntünün bir farkı olmadığı ortaya çıkmaktadır. Peki, sevinç ile üzüntüdeki asıl mesele nedir diye sorulacak olursa, ne ve kimin için doğulup ölündüğüdür!

Her kim ne düşünürse düşünsün doğum bir ölüm; ölüm de bir doğumdur!

 “Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün ne işlediğinizi bilen, sonra belirlenmiş süre tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uykudan uyandıran) O’dur.” En’am 60

“Göklerde ve yerde ne varsa O’nundur; din de yalnız O’nundur. O halde Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” Nahl 52

“Bilin ki O, (kainat yokken) ilk olarak yaratan, (ölümden sonra tekrar hayatı) geri getirendir.” Bürüc 13


“Allah, ölenin ölüm zamanı gelince, ölmeyenin de uykusunda iken canlarını alır da ölümüne hükmettiği canı alır, ötekini muayyen bir vakte kadar bırakır. Şüphe yok ki, bunda iyi düşünecek bir kavim için ibretler vardır. Zümer 42

Hiç yorum yok: