5 Aralık 2018 Çarşamba

“Cehalet nedir” bilir misiniz?

Ne akılsızlık; ne eğitimsizlik; ne kariyersizlik; ne bilgisizlik; ne zekâsızlık; ne ümmilik; ne deneyimsizlik; ne düşüncesizlik; ne de kültürsüzlüktür.

Cehalet odur ki; bildiğini, kavradığını, gördüğünü ve işittiğini muhakeme edememek; yüzeysellikte kalıp derinliğe inememek; ezberin dışına çıkamamak, bilineni yaşadıklarınla kıyaslayamamak; otokritik yapmamak; kendini karşısındakinin yerine koymamak; fıtratı idrak edememek; ruhsallığı yok saymak; düşünce ile duyguyu birbirinden ayırmak; deneycilikte kalmak; gönül gözünün biliciliğine inanmamak; her şeyi fizikten ibaret saymak; benliği öne çıkarmak; haddi aşmak; önyargılı olmak; beşeri överek yüceltmek; faniliğe sarılmak; yaratıcı Allah’ı hâkim bellememektir.

Kaynağını Kur’an ve sünnetten almayan bir eğitim nasıl bir çöp ise, teoriden öte hiçbir yaptırımı olmayıp hayatın gerçekleriyle örtüşmeyen bilgi de çöptür.
    
Acaba bilmek mi iyidir, yoksa bilmemek mi? Çoğu kez bildiklerinden dolayı karşılaşılan zarar, bilmemenin yararından çok daha fazladır. Bazen övünülen bilgi mahva ve yok oluşa, cehalet ise saadete ve kurtuluşa neden olabilmektedir. Her bilgenin bir cahil, her cahilinde bir bilge olabildiği kâinatta, bilginin ölçüsü nedir?

Bir kimse cahil iken varlıklı olduğu halde, âlim olunca muhtaç hale düşebilmektedir. Eğer rızık akla ve ilme göre verilseydi, hayvanlar cehaletleri sebebiyle helak olurlardı.

İnsanların kimi hayatı boyunca doğrudan, kimi yanlıştan şaşmıyor, kimi her ikisinin arasında gidip geliyor, kimi bitkisel hayattaymış gibi hiçbir tepki vermiyor, kimi okullu bir cahil olarak verimsiz, kimi de okulsuz bir deha olarak umulmadık başarılara imza atıp tarihe geçebilmektedir.

Fikirsel zenginlik mi, yoksa bilimsel çöplük mü olduğu belirsiz o kadar çok anlamsız ve faydasız terminolojiler ve kavramlar kullanılmaktadır ki, hiçbir şey ifade etmedikleri ve gerçekle bütünleşmedikleri gibi kargaşa ve sapkınlıklara da neden olmaktadırlar. Böylelikle cehalet öyle açığa çıkmaktadır ki, gerçeklere örtü çeken bilge cahiller oluşmakta ve dolayısıyla her şey birbirine karışarak abuk anlayışlar türemektedir. Düşünce ve davranışları, bilinç, içgüdü, eğitim, kalıtım ve mantık çerçevesinde değerlendirerek pozitivist bir bilgeliğe bağlamak bilimsel bir felakettir.

Her bilgenin bir cahil, her cahilinde bir bilge olabildiği dünyada, acaba bilgelik ya da cahillik nefissel mi, yoksa kadersel midir? Neden bazen bilinenlerden, görülenlerden, işitilenlerden, öğretilerden, araştırmalardan veya buluşlardan pişman olup, “keşke” denilerek, gerçekle yüzleşmektense hiç şahit olunmak istenmemektedir? Tıpkı Einstein’ın keşfettiği denklemden ötürü atom bombasının bulunmuş olmasından büyük pişmanlık duyması veya her insanın yaptığı şeylerden sonra çıldırırcasına veya kahredercesine hayıflanmaları gibi!

Seküler-laik düşünce düzeyinde eğitimsiz kabul edilen nice mucitler arasında elektrik motorunu bulan Michael Faraday, doğru dürüst bir okul eğitimi almamış; dindar ve cahil görülen mücellit bir gençti.

O günün bilim otoritelerince anlaşılmayan gerçek, bir metal teldeki elektrik gücünün nasıl dışarı sıçrayıp magnetik bir pusula iğnesini döndürebilmesiydi. Öyle ilginçti ki, her ne kadar bilimsel bir konu ileri bir aşamaya varınca, konuya yeni başlayanların eğitim almadan ona vâkıf olabilmesi seküler bilim çevrelerince olanaksız karşılansa da, eğitimsiz ve cahil görülen Faraday’dan bu ilişkinin nasıl çalışabildiği üzerinde çalışmasının istenmesi, düşüncelerine göre bir utançtı.

Faraday, düz hatlar üstünde düşünme saplantısına sahip olmadığından ilham almak için doğrudan "İncil"e başvurdu ve zamanın çoğunu kilisede geçirerek teoriyi pratiğe geçirmek suretiyle elektrik motorunu buldu.

Faraday, 1821 de elektrikle magnetizma arasındaki ilişki üstüne çalışırken; ampulün mucidi Thomas Edison’un doğmasına 26 yıl; elektriği bulan Nikola Tesla’nın doğmasına 35 yıl; telefonun mucidi Alexander Graham Bell’in doğmasına 20 yıl; Einstein‘in doğmasına ise 50 yıldan fazla zaman vardı. Faraday, bir çubuk mıknatısını dik koydu. Dinsel eğitiminden esinlenerek mıknatısın çevresinde görünmez dairesel çizgilerin hızla dönüp durduğunu hayal etti. Eğer haklıysa, serbestçe sarkan bir tel, bu mistik çemberlerin etkisine girebilirdi ve tıpkı bir girdaba yakalanan bir tekne misali aküyü çalıştırırdı. O anda yüzyılın keşfini yapmış oldu. Faraday’ın 29 yaşında bodrum katındaki ilkel laboratuarında icat ettiği şey, elektrik motorunun temeliydi.

Günümüzdeki gibi o günde din dışı seküler-laik akademisyenlerin zıt olaylarla karşılaşmaları kendilerini öyle kudurtmuş ki, kıskanmış, çıldırmış, karalamaya kalkışmış, tahammül edememiş ve iftiralarıyla üste çıkmaya çalışmış olsalar da, gerçeği örtbas edememişlerdi. Tıpkı İngiliz biliminin lideri, Londra yüksek sosyetesinin övülen ve adeta tapınılan bilim adamı Sir Humphry Davy ve günümüzdeki seküler-laik pozitivistler gibi!

Nasıl ki cahil bir dost akıllı bir düşmandan tehlikeliyse; yanlış bir din, bir rehber, bir eğitim ve bir bilgi de sonu korkunç bir felâkettir. Onun için vahiyde ve pratikte karşılığı olmayan bilgi değil, delilleri olan ve gerçekle çakışan bilgi ve eğitime itibar edilmelidir.

Sıradan bir insan, bilge veya liderin inanç, ilke, görüş ve ilmine rağmen gereği gibi pratikte davranamıyor, düşünce, duygu ve söylemlerini yerine getiremiyorsa, onun inandırıcı, güçlü ve iradeli olduğuna nasıl güvenilebilinir? Peygamberler büyük mucizelerle donatılarak sebatkâr kılınmalarına rağmen, Allah’ın izin vermediği insanları, hatta sevdiklerini dahi hidayete kavuşturamamışlardır. Şeytan, muhteşem bilgisine ve yetkisine karşın dilediğini saptıramamakta ve Allah’ın izin vermediği insanlara musallat olup yoldan çıkaramamaktadır. İnsanlarda sahip oldukları bilgi ve iktidarlarıyla dilediklerini yapamamakta, arzu ettiklerini gerçekleştirememektedirler.  

Yaşam serüveninde oyalandığın süreçte üzerinde bulunduğun çizginin kim tarafından, silgi kullanılmaksızın neden ve neye göre çizildiği bilgisi, ancak o çizgiyi çizenin akliyatıyla öğrenilir. Bir zaman tuzağa düşürüp mahvolmana neden olan iradeyle, tuzaktan kurtarıp iyilik yapan iradenin kimliği, yaşam düğümünü çözecek temel bilgidir. Olayların doğuşundan bitişine kadar ki süreçte işlenen senaryonun profesyonelliği veya acemiliği, kusur veya mükemmelliği, cehalet veya bilgeliğin hiçbir önemi yoktur. Önemli olan o işin arkasındaki Etkin Aklın ve Mutlak İrade’nin kimliğidir.

Bilgelik ya da cehalet ancak yaratıcı Allah ve elçi olarak gönderdiği Resulü’ne imanla orantılıdır. Bir bilge değil ümmi bir insanı seçerek nasıl yüce zatına elçi yaparak ilim akıtmış ise, yarattığı birçok insana da Rahman sıfatıyla ilim vermiş ve buluşlar gerçekleştirmiştir. Kimine dâhilik vermiş ama cehalette bırakmış; kimine bilgiyi ezber olarak verip muhakeme ettirmemiş; kimini dünya debdebesiyle aldatmayıp ahirete odaklattırmış; kimini ise horlatmış ama iman vermiş.  

 “Biz emaneti, göklere, yere ve dağlara teklif ettik de onlar bunu yüklenmekten çekindiler, korktular. Onu insan yüklendi. Çünkü o, çok zalim, çok cahildir.” Ahzab 72

“De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” Zümer 64

“De ki: Bizim için Allah’ın yazdığından başkası bize asla erişmez. O, bizim sahibimizdir. Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” Tevbe 51

“Önlerinden bir set ve arkalarından bir set çektik de onları kapattık, artık görmezler.” Yasin 9


“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.  A’raf 179

Hiç yorum yok: