27 Aralık 2018 Perşembe

Ezber bir işkencedir!

Dolayısıyla asıl eğitim hayatın ta kendisidir; çünkü hayat, idrake götüren yegâne bilgidir.

Öğrenilmesi gereken hiçbir şeyin seküler-laik okullarda öğretilmeyerek gerçekle
İlişkilendirilmemesi öyle fevkalade elem vericidir ki, ezbere dayalı müfredat ve pozitivist düşünce düzeyindeki yaşamla özdeşleşmeyen kuramlardan dolayı nice insanların, özellikle mucitler gerçekleştirmiş bilim adamlarının okullarını terk etmelerine sebep olmuştur.

Yaşanılan hayatla eşdeğer olmayan her türlü bilginin çöpsel donatılar olarak hafızalara yük olması, sırtında binlerce kitap taşıyan merkepten farksız hale getirmiştir.Teoride öğrenilenlerin pratikte uygulanamaması ve hiç okula gitmemişlerin yardım ve desteğine muhtaç kalınması, seküler-laik eğitimin atıllığını kanıtlamaktadır.  

Sahip olunan ilim, ne kadar akademik ve şöhretli olursa olsun, yaşamın gerçekleriyle örtüşmemesi, o bilginin mezardaki cesetten farksız olduğunu ortaya koymaktadır. Ezbere dayalı bilgi ancak nefsi tatmin eder. Tıpkı kütüphanede sıralı ciltler misali! Dolayısıyla yaşama indirgenemeyerek kesin bir eyleme dönüştürülemeyen bir bilgi güç değil, atıl bir dolgu malzemesi, süs veya şöhrettir.    

“Bir şeyi ezberlemektense her türlü cezayı çekmeye razıyım. Einstein

Muhakemeden yoksun ezber öyle bir zehirdir ki, idraksizliğin yegâne sebebidir. Bu sebeple ticari bir çıkar taşımasından ışık saçmamakta; böylece her sese kulak verilmesinden tartışmaların önü kesilmeyip, laf cambazlarına sahneler dar gelebilmektedir.     

Bedeni ve ruhi her şeyde bir neden vardır; dolayısıyla nedensiz hiçbir şey yoktur. Lakin ruhun dürtüsüyle eylem kazanan bedenin tek başına ele alınmasıyla cehalet bilimselleştirilmiş; dolayısıyla ruhsuz bir beden eğitimselleştirilmiştir.  

Mucit bir bilim adamı olan B. Pascal der ki; “Bilimin azı Allah’tan uzaklaştırır, ama çoğu O’na götürür.” İşte pozitif bilim ve seküler-laik eğitimin icat edemediği ruhu reddetmesiyle gerçeklikten çıkan bilgi, idraksiz bir ezberciliğe dönüşmüştür.

İskoçyalı fizikçi ve matematikçi Maxwell, Cambridge’deki öğrencilik yıllarında öğrenmeye zorlandığı onca saçma şeyin neye yarayacağını düşünüp, seküler-laik eğitimi sorgulamıştı.

Şöyle bir şiir yazmıştı:

Tüyleri yolunmuş sıska bir kaz gibi
Titrek bir sesle sordum kendime
Okuduğum bütün o her şeyin
Yarayıp yaramayacağı işime.

Oysa asıl işlenmesi gereken ölümdür ama seküler-laik bir eğitimde ölüm konu edilmez;  pozitivist ve rasyonalist bilim ise ölüm gerçeğinden kaçarak, hiç ölünmeyecek bir dünya varmışçasına insanları aldatır.   

Dilediklerine kavuşamamış; pozitif bilgileriyle özleşememiş; iradeye sahip olamamış; arzu ettiği hedefe ya ulaşamamış ya muhafaza edememiş ya da kalıcı olarak elinde tutamamış ve düşüncelerini fiiliyata geçirememiş bir kimsenin, bir başkasına örnek ve faydalı olabilmesi yahut yarar sağlayabilmesi mümkün değildir. Söze değil fiile, bilgiye değil uygulamaya, düşünceye değil iradeye, referansa değil sonuca, sanala değil gerçeğe, yaratılana değil Yaratıcı’ya önem vermeyen bir eğitim, yenilgiden başka bir şey değildir.

Düşünce ve ilmi sadece yüzeysel ve ezbersel bilgilere, kuramlara, teorilere, rivayetlere, kariyerlere ve hurafelere dayandıran kimselerin yapamadıkları, yaşamadıkları ve tatmadıkları bir şeyin heyecanını, etkisini ve anlamını bilebilmeleri ve hissedebilmeleri mümkün olamaz. Bu sebeple, peygamberler bile, her ne kadar inanılmaz mucize ve bilgilerle donatılmışlar ve sebatkâr kılınmak suretiyle seçilmiş olsalar da, etkin olabilmeleri ve gerçekleri kavrayabilmeleri için olayları bizzat yaşamış, kıyaslanabilmiş,  korkuları, ızdırapları, sevinçleri ve tehlikeleri en derinliklerinde tecrübe edinmişlerdi. Ancak bu badireleri yaşayıp inkârda ısrar edenler ya da yaşamadıkları halde iman edenler, Allah’ın dilediğini hidayete, dilediğini ise saptırdığına dair bir Mutlak İrade’sidir.

Bilmek demek olmayan ezber, aslında muhakemeye yani akla yapılan öyle bir ihanettir ki, önyargıyı üstün kılan bir basiretsizliktir. Baki olan her şey yazıldığı gibi gelişir ama fani olan hiçbir şey düşünüldüğü ya da ezberlendiği gibi gelişmez, hatta aksi bir oluşumla karşılaşılır.

Fotoğraf, çektiren, çeken ve bakan olmak üzere üç safhayla nitelendirilir ancak ne çektiren, çeken ile, ne çeken, bakan ile, ne de bakan, çektiren ve çeken ile aynı düşünce ve duyguları paylaşır. Dolayısıyla fotoğraf, her ne kadar görsel bir belge niteliği taşısa da, düşünce ve duygular da göksel yani ruhsal bir güdü olarak onları meydana getirir; lakin iç ve dış yansımalar çok farklıdır.

Birçok olay yaşamış tecrübeli biriyle hiçbir şey yaşamamış ama çok şey bilen bir ezbercinin kıyası mümkün olmasa da, seküler-laik düşünce doğrultusunda çok daha fazla bilen olunabilinmektedir.     

Maddenin diğer bir ifadeyle bedenin fiziksel yapısını, ruhun akılsal gücü yönlendirmektedir. Tıpkı gerçekle sanal, makyajla doğallık gibi! Birçok olay yaşamış tecrübeli biriyle, fotoğraf yorumlayan eleştirmenin arasında çok büyük fark vardır. Gerçek her şartta fotoğrafçıyı yok eder. Aynen Pulitzer ödülü sahibi Kevin Carter’ın intihar etmesi misali! İşte bu yüzden ezberci ve çıkarcı din ve bilim adamları, politikacılar, psikiyatriler, teorisyenler ve stratejisiler gerçekleri anlayamamakta, gereği gibi kavrayamamaktadırlar.

“De ki: Bizim için Allah’ın yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim sahibimizdir. Onun için müminler yalnız Allah’a dayanıp güvensinler.” Tevbe 51

“Biz gökleri, yeri ve bunların arasında bulunanları, oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Onları sadece gerçek bir sebep olsun diye yarattık. Fakat onların çoğu bilmiyorlar.” Duhan 38-39

(Doğrusu) size Rabbiniz tarafından basiretler (idrak kabiliyeti) verilmiştir. Artık kim hakkı görürse faydası kendisine, kim de kör olursa zararı kendinedir. Ben üzerinize bekçi değilim.“ Enam 104


“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!” Kıyame 36

Hiç yorum yok: