29 Ocak 2017 Pazar

Türkiye, Atatürk ile asla refaha ulaşamaz!

Çünkü Atatürk ne tanrıdır; ne mutlak bir iradesi vardır; ne fayda verme gücüne haizdir! Üstelik Atatürk diri değil ölüdür; dolayısıyla Türkiye, yürüyen cesetlerin hüküm sürdüğü bir mezarlık değildir!

En iyi düşüncelerin, değerlerin ve davranışların doğaüstü yani yaratıcı Allah’ın otoritesinde değil de insanda olduğuna inanan düşünce düzeyindeki bir milletin ziyanı tastamamdır.

Bin yıllık tarihi olan Müslüman Türk milletinin devleti, ülkesi, vatanı, dini, namusu, canı, malı, savaşı, barışı, yapıları hatta hayvanlarının dahi Atatürk gibi ölü bir faninin mülkiyetine terk edilmesi; o milletin kendini aşağılamasından başka bir şey değildir.

Doğuştan ölüme kadar neredeyse her canlının ölü bir Atatürk’ün izinde olabilmesi; ululuğunu ve kurtarıcılığını sürdürebilmesi; ilke ve inkılâplarının üzerine yemin edilebilmesi; dokunulmazlığına ilişmenin karşılığı ceza, ihanet ve savaşla özdeşleştirilebilmesi; fotoğraf ve heykellerine sevgi ve saygı duyulabilmesi; öldüğü saatte seksen milyonluk Türkiye’de hayat dururcasına anılabilmesi; ordusunun izinde olabilmesi ve askerlerin uğruna can verebilmesi; cesedinin gömülü olduğu kabrinin tapınılan bir mabede dönüştürülebilmesi; doğan her vatandaşın borçlu kılınabilmesi; onsuz bir Türkiye’ye ve yaşamın olamayacağına inanılması; dileklerde bulunabilinmesi ve bayrak ile eş tutulabilmesi ancak şeytansı yani lanetsi bir batıllığın ürünüdür.  

Karşılaştığı sorunları, o sorunları ortaya çıkaran düşünce düzeyinde çözmeye çalışan insanın ne kadar cahil, zayıf ve iradesiz olduğunun kanıtı nedir bilir misiniz; ne isteyeceğini değil ama ne istemeyeceğini çok iyi bilmesindendir.  

Yüz yıldır kendini Atatürk adlı bir ölüye mahkûm etmiş Türk milleti, aslında kendi kendini aşağılamış öyle bir toplumdur ki, sanki Atatürk bir beşer değil tanrıymış gibi varlıklarını hatta kimliklerini yok sayarcasına kendilerini rehin bırakabilmiştir. Hem de öyle bir rehinlik ki, olası bir itiraz bile en ağır müeyyideye sebep sayılabilmektedir. 

Oysa Türkiye Cumhuriyeti adıyla manipüle edilmiş CHP Diktatörlüğünün kurucu lideri olan Atatürk’e duyulan tanrısal aşk ve tazime başka bir Türk vatandaşı layık değil midir ki, ondan gayri hiç kimseye tanınmamaktadır. Türkiye için nice vatandaşlar can vermediler mi; hizmette bulunup fedakârlıklar yapmadılar mı? Eğer ülke üzerindeki mutlak gücün yani iradenin hükmedicisi devletçe Atatürk ise, neden seksen milyonluk millet iradesi değil de Atatürk’ün mülkiyetliği sürdürülebilmektedir?

Hayallerde dahi had gözetilirken; koskoca bir ülkenin Atatürk’ün sahipliğine verilebilmesi nasıl hadsiz bir cürettir? Böylesi bir cüreti sürdürmekte sakınca görmeyen hükümet ve siyasi partilerin birbirlerinden farkları var mıdır ki, milletin temsilcileri olabilsinler? 

Siyasi, sosyal, ekonomik ve askeri zaferler; işlerin iyi gitmesi, hastalıkların son bulması; felaketlerin engellenmesi; huzur ve güvenin sağlanması; dostlukların artıp düşmanlıkların ortadan kalkması; refahta sınır tanınmaması ve müspet birçok olay moralleri düzeltir ve sizi güzel günlerin beklediğini zannedersiniz.
Buna inanmayın; asla öyle olmaz. Çünkü tamamı anlık olup, sürekliliği olmayan nefsanî iyilerdir. Dolayısıyla size ne Atatürk ne de hilkatte eşiniz olan başka bir beşer, yaratıcı Allah’ın lütfettiklerini veremez.

Rejimin ve düzenin adı her ne olursa olsun hatta dinsiz olduğu iddia edilse de o, mutlaka bir dindir. Ama Türkiye’deki rejim, Allah düşüncesine dayalı toplumsal bir kurumlaşma değil, Batı odaklı Atatürk ilkelerine dayalı bir kurumlaşmadır. Dolayısıyla semavi değil semavi olmayan dinler kategorisindedir.

Ne var ki, dinin ne demek olduğunu Türk milleti bilmiyor olmalı ki, hem Allah’ı hem de Atatürk’ü tanrı edinebilmektedir.

Din nedir? İtaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, anayasal ilkelere ve prensiplere kayıtsız bağlılık, kanun, ceza ve millettir.

Din, her ne kadar ilahsal, vahiysel, kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi tanımlanıp, fiziki hayattan ve devletten uzak tutulmak istense de, gerçekte sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri yasaların bütünüdür. Yasama, yürütme ve yargıyla ilgili her anlayış rejimin güdümünde faaliyet kazandığından dini bir düzenektir.

Söz konusu dinsel yapıya göre kanunlar yapılarak egemenlik hakkı güdülmekte, insanların itaat ve hizmeti şart koşularak üstün addedilen egemen gücün emri altında ve onun hükümleri çerçevesinde tek hâkim güç olunduğunun tasdik edilmesidir. Bu sebeple düzenin kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi, otomatikman tanrısal bir egemenlik hakkına da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, idare edildiği düzene yani anayasasına göre egemen kabul ettiği gücü veya güçleri dolaylı tanrılaştırarak tapınmaktadırlar.

Diriyi değil ölüyü tanrı edinerek ilkelerine boyun eğmiş Türk milletinin iman ettiği Kur’an hükmü gereği fitneden kurtulabilmesinin yegâne şartı, Atatürk’e peşkeş çektiği mülkiyet hakkını geri alarak kurtarıcılığını, ilke ve inkılâplarını defetmesidir.  

Hiçbir siyasinin cesaret edemediği hatta dünyalık menfaatleri uğruna bizzat destekleyip savunarak sığındığı Atatürk ile ilgili böylesi köklü bir reform nasıl olabilir diye düşünülüyorsa; ancak çıkacak 3. Dünya Savaşı sonrasıyla kabil olabileceğini kuvvetle muhtemeldir. Çünkü Kur’an ile özdeşleşmiş millet iradesinin ortaya konduğu tek yer savaştır. Birkaç terörist güruhuyla yapılan mücadele kesinlikle yeterli değildir. Atatürk ve CHP Diktatörlüğünün hüküm sürdüğü bir devlette, millet iradesi mümkün değildir.  

Her insanın ölümü tattığı bir dünyada ölüm sonrası için hiçbir bilgi, taahhüt ve iddiası olmayan bir fikrin ne inandırıcılığı ne de güvenirliliği olur! Dünya yaşamı için birçok vaatte bulunanın ölüm akabinde hiçbir vaadi yok ise, hele bir saniye sonraki ecel için bir teminat veremeyip yaşam garantisi sunamıyorsa…

“Her canlı ölümü tadacaktır. Ve ancak kıyamet günü yaptıklarınızın karşılığı size tastamam verilecektir. Kim cehennemden uzaklaştırılıp cennete konursa o, gerçekten kurtuluşa ermiştir. Bu dünya hayatı ise aldatma metâından başka bir şey değildir. Al-i İmran 185

(Resûlüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab 16


“İnananlar arasında çirkin şeylerin yayılmasını arzulayan kimseler için dünyada da ahirette de çetin bir ceza vardır. Allah bilir, siz bilmezsiniz.” Nur 19

Hiç yorum yok: