1 Ocak 2017 Pazar

Çözüm bedende değil ruhtadır!

Ancak ruhun beden üzerindeki mutlak hâkimiyetini reddeden seküler bilim ve siyasetle çözümü geçersiz kılan din dışı düzenler, beterin daha beterini geçmişte yaşattıkları gibi günümüzde de yaşatmalarına bayraktar olabilmektedirler.

Akıl ve kalp! Biri düşünceleri diğeri de duyguları üreterek birbirlerini tamamladıkları halde tıpkı ruh ile beden misali ya inkâr edilmekte, ya kuramlarla savaştırılmakta, ya da ayrı güçler olarak konumlandırılarak etkisel kuvvetleri zayıflatılmaktadır.
  
Oysa her ikisi de ruhun direktifinde işlev görüp bedeni yönlendirdiklerinden düşünceler ile duygular birbirlerinden ayrı tutulamaz. Düşüncenin nasıl iyi ve kötüsü var ise, duygularında iyi ve kötüleri bulunmakta; lakin seküler-laik anlayış insan iradesini temsilen aklı yani mantığı öne çıkararak duyguları bastırmak suretiyle hâkim olunabileceği sanısıyla dövüşü bilim adına sürdürmektedir.
  
Her ne kadar tamamen ruhsal olan düşünce ve duyguların fiziksel etkileşim göstermesi iradesel değil kadersel ise de, yaratıcı Allah’a karşı üstün olabilme arayışında olan yaratık insan, yaşadığı gerçeği kabul etmekte direnebilmektedir.

Mantık ile duygular tıpkı düşünce ile davranış ya da inanç ile iman misali çoğunlukla örtüşmeyip çatışarak sürekli değişkenlik göstermek suretiyle paradoksal sonuçlar doğurması, hiçbir kanıtsızlığa veya şüpheye yer bırakmayacak aleniliktedir.

Zihinsel ve duygusal oluşumların fiiliyat kazanabilmesi ancak ruhun bedeni dürterek harekete geçirmesiyle mümkündür. Aslında bedensi yani akılcı teoriler düşüncede programlandığı düzeni sekteye uğratmadan eyleme dönüştürerek özgür iradeyi, diğer bir ifadeyle insan iradesini egemen kılmalıdır ama asla başarılamamaktadır. Dolayısıyla ruhsuz bir beden nasıl çürüyor ise, susuz bir toprak veya vahiysiz bir kâinatta kurak bir çöle dönüşür!

İnsanlar, yaşamları boyunca işledikleri yanlış ve günahlardan dolayı kendilerini ayıplamış, pişman olmuş, özür dilemiş ve tövbe etmiştir ama yine de hata, kusur ve kabahatlerinden asla vazgeçememişlerdir. İnsan iradesinde olduğu iddia edilen mantığın hâkim olabilmesini sağlayacak bilimsel prensiplerle seviye yükseltilmek istenmiş ise de, fiiliyatta kalıcı bir başarı elde edilememiş, dolayısıyla Mutlak İrade’nin esaretinden kurtulunamamıştır.

Bilgi işlem ve idare merkezi olduğu iddia edilen beyin ile hareketi sağlayan özgür iradenin duyguları bastıramaması, denetleyememesi ve etki altına alamaması; özgürsel ve egemensel hesapları altüst etmiştir ama ısrar ve inat sürebilmiştir.

Müspet yahut menfi her olayın akabinde yüzeysel yani bedensel çözümlerin peşine düşerek ruhsal hiçbir derinliğe inmeyen insan, her zaman tuşa gelip çözümü çözümsüzlükte aramasının bedelini bitmez-tükenmez felaketlerle ödemektedir.

Çözümü maddede yani bedende arayarak yaptığı anayasa ve kurduğu devletle inşa eden insan, ruhu hiç önemsemediğinden mezardan dışarı çıkmamış; böylece hâkim olan yaratıcı Allah’ı idrak edememiştir.

Allah’ın dilemesiyle meydana gelen her olayda olduğu gibi yılbaşı gecesi adamın biri Reina adlı bir gece kulübünü basarak onlarca insanı öldürüp yaralayabilmesi düşünebilenler için bir ibret ve delil ama yinede muhakeme edilebilinmemektedir.

Eğer bir adam, ülkeyi kaosa götürebilecek bir eylemi gerçekleştirebiliyor ise, nerede kaldı demokratik ve laik aklın caydırıcı üstünlüğü?  Nerede kaldı hâkimiyetin kayıtsız-şartsız millette olduğu? Nerede kaldı mantığın duygu üzerindeki hâkimiyeti? Nerede kaldı seküler-laik düzenin teminatı? Nerede kaldı kadere meydan okuyan teoriler?

Hani devletin ya da milletin izni olmadan hiçbir musibet isabet etmezdi?
   
Allah’a olan inanç ve imanı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden demokratik ve laik anlayışının ancak felaketler ürettiği ortada ama heva ve hevesine kapılmış insan yinede bedeni düşünceden vazgeçip ruha inememektedir. Bu sebeple sorun çıkaran bir düşünceyle sorunları çözebilmek imkânsızdır.

Demokratik ve laik anlayış gerekçesiyle her ne kadar Allah’ın hâkimiyeti dışlanmaya çalışılsa da Allah hâkimiyetini sürdürmekte; dolayısıyla insana tanınan hâkimiyet komedisi Reina’da olduğu gibi dumur kalabilmektedir.  Dolayısıyla olayların ancak bedeni değil ruhi bir çareyle üstesinden gelinebileceği gerçeği o kadar aşikârdır ki, hâkimiyetin kayıtsız-şartsız Allah’ın olduğu kabulüyle karanlıktan aydınlığa çıkılabilecek; bataklıkta debelenerek kurtuluşa erişilemeyecektir. 
    
İnsan ancak hükümlere uymakla yükümlüdür; Allah ve Resul’ünün önüne geçerek hüküm koymaya değil! Dolayısıyla cüret edip kibre ve böbürlenmeye kalkıştığı anda bedelini ödemekte; bedenlerle uğraşmaktan ruhu kavrayamamaktadır.

Her olayın ardında yaratıcı Allah olduğuna göre istenmeyeni engellemeye kimin gücü yetebilir? Bu sebeple Allah’ın etkilenip değiştirilemeyeceği ortadayken değişmesi gereken sadece insandır! Çünkü olayları görüp nedenlerini bilememesi zayıflığına apaçık bir delildir.

“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce, bir kitapta yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır. Hadid 22

“Allah'ın izni olmaksızın hiçbir musibet isabet etmez. Kim Allah'a inanırsa, Allah onun kalbini doğruya götürür. Allah her şeyi bilendir.“ Tegabün 11 

 “(Resûlüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir. Ahzab 16

“İnsanların bizzat kendi işledikleri yüzünden karada ve denizde düzen bozuldu, ki Allah yaptıklarının bir kısmını onlara tattırsın; belki de (tuttukları kötü yoldan) dönerler. “ Rum 41 


Hiç yorum yok: