2 Kasım 2016 Çarşamba

Ödül yaşam değil ölümdür!

Hakikat ışığına körelmiş insan, karanlığı aydınlık sanarak öyle koşmaktadır ki, fiziki körlerden çok daha bir karaltıda yaşadığını fark edememektedir.

Bilimsel olarak da gözün hem fazla ışığı hem de yıldızların çok zayıflamış ışığını aynı nitelikte görebildiği kanıtlıdır. Bu uyum insanın beynindeki görme merkezine ve bütün bir görme sistemine verilmiş olan uyum mekanizmalarıyla gerçekleştiği akademik olarak tespit edilmiştir. Dolayısıyla karanlığa alışmış bir insan, aydınlığa ihtiyaç duymadığından hakikat ışığına odaklanamamakta; böylece karanlıkta düşünen ve dolaşan mahlûk olmayı özümseyerek batıl yolunu sürdürebilmektedir. 

Batılın aydınlık değil karanlık bir yol olduğunu birçok ayetiyle bildiren Allah’ın doğru hükmünü bilim, “gözün karanlıkta da aydınlık gibi görebildiğini” itiraf etmiştir.

Kimi insan karanlıkta yaşamaya alışıktır; kimi insana aydınlığı gösterdiğinde gözleri kamaştığından kaçar; kimi insan karanlıktan ok gibi çıkarak aydınlığa kavuşur; kimi insan aydınlıktayken karanlığın cazibesine kapılarak karanlığı aydınlık zanneder; kimi insan biyolojik gözle değil gönül gözü ile gördüğünden aydınlıktan çıkmaz; kimi insan hem aydınlık hem de karanlık içinde bir gölge gibi yaşar; kimi insan ise yaşadığı karanlığa ışık huzmesi sızmasıyla aydınlığa ulaştığını sanır. 

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.” Araf 179
  
Her ne kadar hak ile batıl gibi karanlık ile aydınlık eşit değilse de, karanlığı aydınlık, aydınlığı da karanlık bellemiş milyarlarca insanın var olduğu âlemde bulunmaya çalışılan ışık nedir?   
Oysa ışık, her insana şah damarından daha yakın ve yanındadır ama insanın bitmek tükenmez ışık arayışı hiç sonlanmamış; karanlıktan çıkaracak yanı başındaki ışığı bulabilme arayışından vazgeçmemiştir.

İnsan, daha annesinin karnında üç katlı karanlık içindeyken çeşitli safhalardan geçerek doğumu ile birlikte bedeni aydınlığa kavuşur; ruhi karanlığa dönmemesi için yaratıcısı Allah’ın indirmiş olduğu ayetlerle hem dünya hem de ahiret hayatında aydınlıkta kalabilmesi maksadıyla yol gösterilmiştir. Peki, kibirli ve gururlu insan ne yapıyor; benlik gütmeyi ve böbürlenmeyi aydınlık sanarak içine düştüğü karanlıktan uluyarak meydan okumada sınır tanımıyor.

İnsan, öyle karanlığa batmış; muhakeme yetisi, gözleri, kulakları ve kalbi mühürlenmiş ki, en basit bir sorgulamayı dahi yapamaz hale gelmiştir. Kalbindeki ışığı karartan batıl ne varsa kulaklarını kabartarak peşine düşmüş; onun doğru mu yoksa yalan mı olduğunu öğrenebilmek için gerçeğin süzgecinden dahi geçirmeye lüzum hissetmemiştir. Böylece sorgusunu ve düşüncesini engelleyen karanlık çıkmazlar, aydınlıktan daha da uzaklaşmasını sağlamıştır. 

Hâlbuki gerçeğin süzgeci, en cahil ya da ümmiyi dahi aydınlatabilecek aşikârlıktadır.   Kendine yol edindiği düşünce; rehber edindiği önder; vaatlerine güvendiği beşer; dileklerini karşılayacağını umduğu lider; güce ve zenginliğe kavuşturacağını sandığı devlet; ölüme son verip sonsuz bir yaşam verebilmiş midir? Yaşamın süresi ile ilgili garantiyi tanıyabilmiş midir? Yaşam boyunca hiç hasta olunmayıp mutlak bir sağlık sunabilmiş midir? Öyleyse yaratıcı Allah’ın Mutlak İrade’si aşılamıyor ise, ne işe yarıyorlar? Her insan için vazgeçilemez öncelik sağlıklı ve ölümsüz bir yaşam; nerede ve nasıl badireler geçireceği ve öleceğini bilmektir. 

Eğer ölümle nişanlı insan, nişanını atamıyor ise, aydınlık diye bahsettikleri mezarsı seküler düşüncelere çekecekleri ışık nedir? Ölümden sonrası için hiçbir beklenti ve vaadi olmayan her düşünce batıldır, yalandır ve şeytanidir.

Yaşamın en güzel ödül olduğu sanılır; oysa en güzel ödül ölümdür! Fanilikten ebediyete yani yalandan gerçeğe geçiş kapısı olan ölüm ile yeniden dirilerek, dünyadaki doğuşun aynısı birebir gerçekleşir. Ancak ahiret hayatındaki diriliş ile dünyadaki diriliş arasındaki fark; ahiret hayatının ebedi, dünyadakinin ise fani olmasıdır. Akıl baliğ olana dek dünya nasıl ütopik ise; kalpleri olduğu halde kavrayamayan; gözleri olduğu halde göremeyen ve kulakları olduğu halde işitemeyenler içinde ahiret hayatı hayalidir.

Her ne kadar dünya, ahiret hayatının ölümlü bir kopyası olup yaratıcı Allah’ın hükmüyle var olmuş olsalar da yalana, faniliğe, aldatıcılığa veya oyuna itibar edebilen insan; gerçeğe, ebediyete ve asıla inanıp güvenememekte; dolayısıyla asıl başlangıç olan ölümle her şeyin biterek başıboş bırakılabileceğini zannedebilmektedir. 
  
İnsan, yaşama değil ölüme sevinici yeniden doğuşu idrak edebilirse insanlıkla yüceleşir!

(Resulüm!) De ki: "Göklerin ve yerin Rabbi kimdir? De ki: "Allah'tır." O halde de ki: "O'nu bırakıp da kendilerine fayda ya da zarar verme gücüne sahip olmayan dostlar mı edindiniz?" De ki: "Körle gören bir olur mu hiç? Ya da karanlıklarla aydınlık eşit olur mu?" Yoksa O'nun yarattığı gibi yaratan ortaklar buldular da bu yaratma onlarca birbirine benzer mi göründü? De ki: Allah her şeyi yaratandır. Ve O, birdir, karşı durulamaz güç sahibidir.” Rad 16


“İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır! Kıyame 36

Hiç yorum yok: