29 Ağustos 2016 Pazartesi

Sömürücüler “KURBAN”ı da Allahsızlaştırdılar…

Seküler-laik-demokrasi düşünce gereği neyi yapmadılar ki, maddi değeri yüksek olan kurbanı es geçerek iğfal etmek istemesinler!
Hayır ya da yardımda başında bulunmaksızın vekâlet kullanabilirsin ama kurban da asla! Çünkü Allah’tan daha yüce ve üstün değilsin!
Allah’a yapılan kurban gibi önemli bir ibadeti çeşitli gerekçeler ortaya koyarak başında bulunmaksızın önemsizleştirenler, Allah’a karşı apaçık bir saygısızlık, üstünlük ve şirk içerisindedirler.
Kurban, namazla eşdeğer fevkalade önemli bir ibadet olup, törene iştirak edilmeksizin vekâletle yerine getirilmesi Allah’a gizli bir üstünlük koşmadır. Ekonomik durumu kurban sunmaya gücü yetmeyenlerin dahi herhangi bir kurban törenine iştirakleri tartışılmayacak ve kaçınılmayacak bir yükümlülüktür. Ayrıca kurban, cihadın altyapısı yani ön hazırlığıyla ilgili bir öğreti ve teslimiyettir.
Yeryüzünün “ilk” cinayeti ve kötülüğü olan Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi de, takdim ettikleri “Kurban”ların Allah nezdinde kabulü yüzünden vuku bulmuş, böylece kurbanın fiziki değil fizikötesi ne kadar ehemmiyetli bir ibadet olduğu; hem olaylarla hem de ayetlerle zikredilmiştir. Kevser süresi 1. ve 2. ayetlerde; “(Ya Resulüm!) Gerçekten Biz, sana kevseri verdik. Öyle ise Rabbin için namaz kıl ve kurban kes” emredilmiştir. Ancak dini materyalistleştiren ilahiyatçılar, kurbanı Allah’a bir saygı ibadeti ve ihlâsından çıkarıp maddeye indirgeyerek, her zaman yapılması mümkün bir yardım manipülasyonuna dönüştürmüşlerdir. 
Şayet Kurban; yoksul doyurma amaçlı bir yardım, sıradan ve basit bir kasaplık ve vekâletle yerine getirilecek ehemmiyetsiz bir ibadet olsaydı; Hz. İbrahim oğlunu kurban etmeye kakışır mıydı? Neden oğlunun kurban edilmesi için bir vekil tayin etmemişti? 
Ayrıca günümüzdeki gibi oğlu Hz. İsmail’i kurban etme amacı etini yoksullara dağıtmak için miydi? 
İlk insan Hz. Âdem’in yaratılması ile cennetteki şeytanın saptırılması; iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin, savaş ile barış, dostluk ile düşmanlık, isyan ile sabrın temsilci ve taraftarlarını saflara ayırmıştır. Hz. Âdem’in oğulları ve yeryüzünün ilk üçüncü ve dördüncü insanları Habil ve Kabil; kardeş olmalarına, vahiyle bildirilmiş herhangi bir fitneye neden olabilecek anlaşmazlığa ve paylaşılmayacak hiçbir çıkar odaklı nefsani güdümleri bulunmamasına rağmen; Kabil kardeşi Habil’i öldürerek, yeryüzünün “ilk cinayet”’ini işler. Her ikisinin Allah’a şükredebilmek adına sundukları kurban; Habil’inkinin Allah tarafından kabul edilip, Kabil’inkinin “bir bilgi”’ye göre reddedilmesiyle, benlikten fışkıran ve yeryüzünü sarsacak olan düşmanlığın, isyanın, riyakârlığın, kıskançlığın, hasetliğin ve kötülüğün temelleri atılır ve ilk emsal ürün olarak geleceğe yön verir. Bu süreç ile ilgili tefsirlerde konu edilen; Habil’in güzel, Kabil’inde çirkin olan kız kardeşleriyle evlenmelerinin doğurduğu kıskançlık yüzünden Kabil’in kurbanının kabul edilmemesiyle ilgili rivayetlerin tamamı hurafe olup, Kur’an’da bu iddiaları destekleyici hiçbir ayet ve işarete rastlanılmamaktadır.
Allah tarafından kurbanı kabul edilmeyen Kabil’in, kurbanı kabul edilen kardeşi Habil’i öldürmesi, böylece dünyadaki vahşetin, ayırımcılığın, fitnenin, benliğin, hasımlığın, alçaklığın, hasetliğin, ihanetin, felâketin, suçların ve her türlü kötülüğün başlangıcı olur. Kaderin düalite çarkı, iyiyi ve doğruyu temsilen Hz. Âdem ile kötüyü ve yanlışı temsilen şeytanın mücadelesiyle başlar, Kabil’in, Habil’i öldürmesiyle biçimlenir ve düzen, bu temel yapı üzerine inşa edilerek; iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, güçlü-zayıf, mümin-kâfir, dost-düşman, hak-batıl, peygamber-şeytan savaşı tüm şiddetiyle devam eder.
Allah, neden Habil’in kurbanını kabul etmişti de, Kabil’inkini reddetmişti? Üstelik peygamber çocukları olmalarına karşın, her ikisi de taptıkları Yaratıcıları için kurban takdim etmemişler miydi?
Bir düşünün; Peygamber oğlunun elleriyle boğazladığı kurbanı dahi kabul etmeyen Allah, acaba başında bulunup törene iştiraki bile tenezzüle yanaşmayarak vekâletle kestirilen kurbanları kabul eder mi?

Hz. İbrahim, rüyasını oğlu Hz. İsmail’e anlatarak; “Ey oğulcuğum, doğrusu ben, rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Sen ne dersin?” dedi. Çünkü peygamberlerin uykudaki rüyaları, aynı zamanda vahiy niteliğindedir. Hz. İbrahim’in rüyasını oğluna bildirmesi, ona durumunun daha kolay olması, ayrıca Allah’a ve babasına itaatte küçüklüğüne göre sabrını, sadakatini, gücünü ve azmini denemek içindi. Hz. İsmail dedi ki: “Babacığım, sana emrolunanı yap. Allah’ın sana emretmiş olduğu beni boğazlama işini yerine getir. İnşallah beni sabredenlerden bulursun. Şüphesiz ben sabredeceğim. Bunun ecrini Allah katında bulacağımı umuyorum” dedi.
Yaratıcıları Allah’a ikisi de teslim olunca, Hz. İbrahim oğlu İsmail’i alnı üzerine yatırdı ve tekbirler eşliğinde şahadet getirerek Allah’ı zikrettiler. Bu, öylesi bir imanı ve teslimiyeti sembolize ediyordu ki, İsmail, üzerindeki bembeyaz gömleğiyle babasına; “Ey babacığım! Beni kefenleyebileceğin başka elbisem yok. Bunu çıkar ki beni onunla kefenleyebilesin” dedi. Hz. İbrahim gömleği çıkarmaya çalışırken, “Ey İbrahim! Sen rüyayı gerçekleştirdin” nidası geldi. Hz. İbrahim dönüp bir de baktığında karşısında; beyaz, boynuzlu ve iri gözlü bir koç duruyordu. Allah; “Elbette Biz, ihsan edenleri böylece mükâfatlandırırız” ayetiyle, kendisine itaat edenlerden hoşlanmayacakları şeyleri ve zorlukları engelleyeceğini, işlerinde onlar için bir ferahlık ve çıkış yeri kılacağını bildirdi.
Gerek Kabil’in kardeşi Habil’i öldürerek, gerekse Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek isteyerek geleceğe ışık tutan olaylar, takdir edileceği üzere kurbanın maddi öneminden ziyade manevi yüceliğini ortaya koymakta; dolayısıyla kurbanın karın doyuran özelliğinin değil, Allah’a teslimi bir saygı olduğu kanıtlanmaktadır. Eğer aksi olsaydı; ne Kabil Habil’i öldürür ne de Hz. İbrahim oğlunu kurbana kalkışırdı. Şüphe yok ki Hz. İbrahim, canından üstün tuttuğu oğlunun etinden yararlanmayacağı gibi, yardım maksadıyla yoksullara da dağıtmayacaktı.
Sözde Yaratıcıları adına kurban kestiklerini öne süren inananların benliklerini yücelterek; ya ete odaklanmaları, ya törene sabredememeleri, ya Allah’tan üstünmüş veya özelmiş gibi törene iştiraki önemsememeleri, ya da yoksullara ve hayır kuruluşlarına yardım yaptıkları gerekçesiyle kibirlenerek kurbanlarının başında bulunmamaları, sözde kurban takdim ettikleri Allah’a karşı büyük bir saygısızlık, ortak koşma ve hakarettir.
Sanki tanrılarmışçasına böbürlenerek kutsal merasime tenezzül etmemeleri ve adlarına “vekil” atamalarının cüretkârlığı, kimin “Tanrı” olduğu sorusunu doğurmaktadır. Sanki Allah’a kemik atarcasına gösterilen akıl almaz bencillik ve saygısızlık, şüphesiz kurbanlarını da mundarlaştırmaktadır.
Kendi gibi bir insan olan politikacının, devlet adamının ya da menfaat sağlayacağını düşündüğü şeyler için esas duruşa geçmeyi, özen ve heyecanla hazırladıkları hediyeleri sunmayı şeref ve kazanç addedenler; neden aynı duruşu Allah’a karşı göstermiyorlar? Eğer kurbanın Allah nezdinde ki ehemmiyeti anlaşılmış olsaydı; laubali, şımarık, kibirli ve kasıntı davranışlar yerine, Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme esnasında duyduğu o tarifi imkânsız aşk, arzu ve heyecan hissedilir; dolayısıyla iman açığa çıkardı. Herhalde vekâletle kurban kestirenler Hz. İbrahim (a.s)’den, Hz. Muhammed (s.a.v)’den ve peygamberlerden daha üstün olmalıdırlar ki, Allah’a sunulan ibadet odaklı hediyelerin başında dahi bulunmayı kendilerine layık görmemektedirler. Allah’a saygısı olmayanın bir başkasına duyabilmesi ve karşılıksız yardımda bulunabilmesi mümkün müdür?
Cemaatle namaz kılınması misali imam niteliğindeki kurban keseni vekil tayin edebilirsiniz ama orada bulunma zorunluluğunu yok sayamazsınız. O takdirde imamı da vekil tayin edin ve sanki cemaatte namaz kılıyormuşçasına namaz kılmış olmanız nasıl imkânsız ise; kurbanınızın da Allah nezdinde hiçbir değeri bulunmamaktadır. Yaratıcı Allah’a sunulan kurban sahibinin sanki Allah’tan büyükmüşçesine ibadete iştirak etmemesi, tartışmasız GİZLİ BİR ŞİRKTİR…
Kurbanın Allah’a takdim edilmesi akabinde dilenilirse tamamını yenilebilir, dilenirse tamamını istenilen yere bağışlanabilir. Kurban toplayan sömürücülerden törene iştirak etmek istediğinizi şart koşmanız kaçınılmaz olmalıdır. Başka ülkelerdeki yoksullara Kurban adına yapılan yardımlar, kişinin Kurbanı değil hayrıdır. Dolayısıyla Kurbanın amacı aşksal ve tazimsel bir ibadettir.
Peygamberler dâhil yaratıklar içinde en muazzam ilim sahibi şeytan, ilmiyle nasıl ebedi cehenneme gark olduysa; ilmine güvendiğiniz işbirlikçi ve fırsatçı rivayetçilere güvenip ateşe koşanlar bilmelidirler ki; Üzerine Allah'ın adı anılmadan kesilen hayvanlardan yemeyin. Kuşkusuz bu büyük günahtır. Gerçekten şeytanlar dostlarına, sizinle mücadele etmeleri için telkinde bulunurlar. Eğer onlara uyarsanız şüphesiz siz de Allah'a ortak koşanlar olursunuz” En’am 121. Ayete göre; kurban sahibi mi kurbanın başında besmeleyi çekmeli; yoksa vekili mi çekerek haramdan sakınmalıdır?
Zaten böylesi sapkın batıllıkta bulunmaları yüzünden Allah yolunda can verilecek cihad ibadetinden kaçar ve tıpkı kurban ibadetindeki mazeretleri misali cihadı terörizmle özdeşleştirirler.
Unutmamalıdır ki insan, yaratılmış bir kuldur. Yaratıcı’nın rızasını kazanabilmek maksadıyla sunduğu hediyeyi başında bulunmak suretiyle törene iştirak etmeksizin vekil aracılığıyla takdim edemez!
Cemaatle namaz kılarken nasıl vekil kıldığın imamın arkasında durma zorunluluğu var ise, kurban ibadetinde de vekil tayin ettiğin kimsenin yanında bulunma mecburiyetin vardır!   
Yoksul doyurma hümanizmi öylesine alçak bir sömürüdür ki, 364 günü etsiz geçirip sadece 1 günü etli geçirmek görüşü kime yarardır?  Ayrıca Allah’a takdim edilerek yılda bir kereye indirgenmiş Kurban’ın başında durmaksızın vekâletle hediye edilmesiyle ilgili tek bir hüküm var mıdır; Kurban’ın yoksul doyurma amaçlı olduğuna dair Kur’an’da bir ayet mevcut mudur? 
“Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder" dedi.” Maide 27
 “Her kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, İşte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.” Nur 52
“Saygı duyan kimse öğütten yararlanacak. En büyük ateşe girecek olan kötü kimse ise öğütten kaçacak, sonra ne ölecek ne de yaşayacak.” El Ala 10-13

“Göklerde ve yerde kimler varsa O'na aittir. O'nun huzurunda bulunanlar, O'na ibadet hususunda kibirlenmezler ve yorulmazlar.” Enbiya 19

Hiç yorum yok: