11 Ağustos 2016 Perşembe

Din ile siyaseti ayıran kâfirdir!

Ya da din ile siyasetin birlikteliğini bozan şeytandır; yahut din ile devleti bölen küfür ehlidir!

Aslında ruh ile beden doğuştan ölüme kadar olan süreçte irili ufaklı her şeyin kanıtıdır ama seküler-laik düşüncenin kuram yahut sözde bilim bazlı hipotezleri yalanın en şedidini mukim kıldığından hakikatlere uzanılamamaktadır.
Ruh ile bedeni inkâr edenler, saptıranlar veya eğip bükenlerin ne dini ne siyaseti ne de din ile siyaset arasındaki olmazsa olmaz hayati bağı kavrayabilmeleri mümkün değildir.

Din ne demektir; siyaset ne demektir sualine yanıt veremeyen kimselerin yüzeysel bilgileri doğrultusunda yaptıkları fikri açıklamalar veya tartışmalar öylesine trajikomiktir ki, ya bilgisizler ya rejim baskısı altındakiler ya da çıkar gözeten sömürücüler tarafından onanırlar.  

Din; itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, ilkelere ve prensiplere koşulsuz bağlılık, kanun, ceza ve millettir. Dolayısıyla zaten tüm düzenler bu temel ilke üzerine kurulur ve kurumsallaşır.

Din, her ne kadar tanrısal ve kutsal bir terimmiş gibi tanımlansa da gerçekte sosyal, siyasi, ekonomik ve askeri yasaların bütünüdür. Hukuksal yani yasama, yürütme ve yargının tamamı güdümündeki düşünce itibariyle dini bir sistemdir. Ki, sekülerizm, laisizm, ateizm yani dinsizlik de kurallarından ötürü dini bir sistemdir!

İnsanoğlu yaratıldığından beri var olan siyaset, her ne kadar sözcük olarak 14. Yüzyıldan beri literatürde kullanılmaya başlanmış olsa da gerek birebir ilişkilerde, gerek kişi ile devlet ilişkilerinde gerek toplumllar arası ilişkilerde gerekse millet ile devlet ilişkilerinde hep vardı ve olması mecburiydi. Çünkü siyasetsiz bir ilişki ruhsuz beden misali ölümdür. Ancak ne var ki ruhsuz bir beden yaratılır yahut ruhun benden çıkması önlenerek hayat bakileştirilir; işte o zaman dinsiz bir siyaset yani devlet inşa edilebilir.

Halksız, milletsiz, toplumsuz ya da insansız bir devlet olabilir mi? Öyleyse dinsiz bir millet yahut toplum da olamayacağına göre devletin veya siyasetin dinsizi yani seküler-laik’i olamaz!  

Ki, Peygamber Efendimizin kurduğu İslami Devletinin temel prensiplerini miladi 620 ve 622 yıllarında yapılan meşhur “Akabe Bey’atları”’n da görebilmek mümkündür. Bey’atların yani sözleşmenin içeriği incelendiği zaman ruh temizliği, sosyal reform ve hukuka dayandığı görülür. Akabe Sözleşmesi, Peygamber Efendimiz ile Medineli bir topluluk arasında yapılmıştır. Mekke’nin iki kilometre yakınlarında bulunan Akabe adındaki bölgede gerçekleştiği için bu ismi almıştır.

Can, su, hava, gıda ve bilgi dahil sahip olduğu her şeyi yaratıcısı Allah sayesinde temin eden insan kuldan öte kimdir ki, Allah’ın bilmediğini bilircesine idare etme sanatı olan siyaset ile din ilişiğinde ahkam kesebilmektedir? Siyasetsiz din olabilir mi?

Din dışı, karşıtı veya Allah’tan inen hükümleri inkâr eden bir dinsiz olmak, din ile siyaseti bozma hakkı ve salahiyeti vermez. Savaş açacak kadar göz dönmüşlük ve ceberutluk kabul edilemeyeceği dibi manipülasyonla haklı çıkma kalkışması da sonuç getirmez. Nasıl ki tüm teorilerine, deneylerine, araştırmalarına ve kurgusal teknolojilerine rağmen ruhsuz bir beden üretememiş hatta yaratamamışlar ise, dinsiz bir siyaseti de hayata geçiremezler. Ancak verilen mühlet gereği geçici başarılarıyla övünseler ve kaderin dışına çıktıklarını sansalar bile vade dolduğunda tepetaklak olacaklarına hiçbir şüphe yoktur. Zaten ölüm yeterli değil mi?          

Siyaset yalnızca devleti ve milleti idare etme sanatı değil, her canlı ya da cansız varlıkları nitelikleri doğrultusunda yapılandırabilme metodudur. Lakin sorun, söz konusu siyaseti yani idare sanatının hangi temel dayanağa ya da kurallara göre yapıldığıdır. 

Hak mı yani Kur’an mı; yoksa batıl yani Kur’an’a dayanmayan yargılar mı?

Özgür İrade ve demokrasi odaklı seküler-laik temelli düşüncelerin tamamı yalan; abartı; hile ve sömürüdür. Kanıtı nedir diye soracak olursanız; “hâkimiyetin kayıtsız-şartsız milletin” iddiasıdır. Velev ki hâkimiyetin millette olduğunu varsayarsak; dünya yaratıldığından günümüze değin çok daha kuvvetli ve yeryüzüne hükmeden yüzlerce milletler gelip geçmesine rağmen neden hiçbiri hâkimiyetini sürdüremeyip sabun köpüğü misali yok olup gidebilmişlerdir?

Sonuç itibariyle her kim neye dayanarak din ile siyasetin arasını bozmak maksadıyla ayırırsa o din karşıtı bir kâfirdir; amacı boş inanç olarak bellediği dini ya ortadan kaldırmak ya da kısıtlamak olup, adil bir siyasetin toplum üzerinde etkili olmasını istememektir. Çünkü Allah ve Allah’ın siyaset prensipleriyle savaşa girmiş bir düşüncenin şeytani olduğu tartışılmazdır. Dolayısıyla kötülüğün elçisi şeytan ve dostları halkına iyilik yani hayır istemeyeceğine göre din ile siyaseti koparmaktaki amaçları yeryüzünü karanlığa gömüp kötülükleri yaymaktır. Zaten öyle olmuyor mu?

Dinsiz siyasetin güttüğü seküler-laik düzenlerde devletlerin neden zenginler arasında dolaştığı apaçık ortadadır! Eğer fakirler inisiyatiflerine kalsaydı; Allah’ın Nisa 53. ayetinde buyurduğu gibi çekirdek filizi kadar bir şey bile vermezlerdi.

“(İnsanlar) kendi aralarında (din ve devlet) işlerinin birliğini bozdular. Hâlbuki hepsi bize döneceklerdir.” Enbiya 93

“Bilmez misin, göklerin ve yerin mülkiyet ve hükümranlığı yalnızca Allah'ındır? Sizin için Allah'tan başka ne bir dost ne de bir yardımcı vardır” Bakara 107

“Göklerin ve yerin hükümranlığına, Allah'ın yarattığı her şeye ve ecellerinin yaklaşmış olabileceğine bakmadılar mı? O halde Kur'an'dan sonra hangi söze inanacaklar?” A’raf 185


“İnsanlardan korkmayın, benden korkun. Âyetlerimi az bir bedel karşılığında satmayın. Kim Allah'ın indirdiği (hükümler) ile hükmetmezse işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.” Maide 44

Hiç yorum yok: