21 Aralık 2015 Pazartesi

Kim hain veya nankör değil ki!

İnsan, nefsine düşkün öyle bir beşerdir ki, fırsat yakalamaya dursun. Hele o fırsat, nefsine galebe çaldıracak dünyalık yahut şehvetsi bir kazanım ise dönüşümde sınır tanımayıp kendini insan yapan tüm değerlerini kökten söker atar.

Öyle ki, Peygamberler dahi insan olmalarından ancak Allah’ın sebatkâr kılmasından ötürü nefsi her türlü arzu ve isteklerinden soyutlanmışlar; böylece ne rableri Allah’a ne hükümlerine ne de beşere ihanet etmişlerdir. Çünkü yeryüzündeki hiçbir paha, seçilmiş zatlarına fiyat etiketi koymaya yetmemiştir.

Eğer seni sebatkâr kılmasaydık, gerçekten, nerdeyse onlara birazcık meyledecektin.” İsra 74

Yaratıcı Allah’a hainliği meslek edinmişlerin hilkatteki eşlerine sadakatleri mümkün değildir. Onun için Allah, birçok ayetinde “Bana dayanıp güvenin, vekil ve destek olarak Ben size yeterim” uyarısında bulunmaktadır.

Lakin insanın Allah’a ve birbirine karşı işlediği yüzlerce ihanete karşı öne sürdüğü gerekçeler, bahaneler ve mazeretler öyle ikna edici ki, sanki hainlikte değil sadakatte bulunmuş gibi değer kazanır. Oysa ihanet ve nankörlükle özleşen insan, salgın hastalıklardan ve afetlerden çok daha büyük tehdittir.

Hiçbir insan yoktur ki, haksız ve adaletsiz olduğu halde hak ve adalet aramasın; hain ve nankör olduğu halde merhamet ve vefa beklemesin; suçlu olduğu halde masum olduğunu söylemesin; fırsat peşinde koştuğu halde erdemlikten bahsetmesin; insafsız olduğu halde hümanist kesilip hesap sormasın. Hâlbuki kötülerin en kötüsüdür ancak imkâna kavuşmasıyla deşifre olan hainliğiyle gerçeği güncelleşir.

Fıtratı gereği günah veya suç işlemeye meyilli bir insanın masum olabilmesi asla söz konusu değildir. Her neyin içinde yahut her ne ile karşılaşmışsa mutlaka onu dürten bir faktördür ama ak sütten çıkmış kaşık misali kendisini bîgünah sanır. Oysa hayatı ile ilgili bir otokritik yapmış olsa bedbahtın en bedbahtı olduğunu idrak edebilecek ve başına gelen musibetler ile ilgili o an bir suçu olmasa dahi geçmişte işlediğinin bedelini ödediğini anlayabilecektir.

İnsanlığı, milletleri ve devletleri zaafa uğratıp güçsüzleştirerek esaret altına girmelerine yahut yıkımlarına neden olan ihanetlerdir. Nefsi arzu ve isteklere gem vurulamaması ihanetleri oluşturmakta; böylece kazanç sonrası kaybı, zafer sonrası mağlubiyeti, mutluluk sonrası sıkıntıyı, güç sonrası zayıflığı doğurmaktadır.  

Hainlik, her insan, toplum ve ülke için asla bağışlanamaz bir felaket ise de çıkarlar doğrultusunda kabul edilebilir olması hainliği meşrulaştırmaktadır.

Makedonya Kralı İskender, muhteşem hazinelere sahip Pers Kralı Darius’u yenilgiye uğratması akabinde kralın savaş meydanından kaçarken kendi askerleri tarafından ihanete uğrayarak öldürülmesi üzerine söylediği son söz; ”Yaşadığım gibi şanıma lâyık bir biçimde ölemediğime ve bir pislikmiş gibi güvendiğim askerlerim tarafından öldürüldüğüme kahrediyorum” olmuştu. İskender, düşmanı kralın kendi askerleri tarafından ihanete uğrayarak öldürülmesine içerlenerek çok öfkelenmiş ve kimin Dairus’u öldürdüğünü sorması üzerine, İskender tarafından mükâfatlandırılacağını düşüncesiyle böbürlenerek ortaya çıkan hain asker, “sizin için ben öldürdüm” itirafı akabinde İskender tarafından kafası kesilmişti.

Türkiye Cumhuriyeti olarak PKK/HDP tarafından ihanetle karşı karşıya olan milletimizin yaklaşık % 10’u hainliği kabul edip taraf çıksa da, öncesinde de Osmanlı Devleti’ne ihanet etmiş olmamızdan pek farkımız bulunmamaktadır. O gün ki gerekçelerle bugün PKK/HDP’nin öne sürdüğü gerekçeler ihaneti meşrulaştıramaz. Çünkü ihanet, hiçbir şart ve koşulda onaylanamaz!      

Ana ve babamız aleyhine dahi olsa adil olmak, insanlığın tartışılmaz şiarıdır. Ki, bizler PKK/HDP hainlerinden çok daha ileri bir seviyede öyle ihanette bulunmuşuz ki, en azılı düşmanlarımızın dahi itibar edip önlerinde şapka çıkarıp saygı duyduğu izzet ve şeref abidesi padişahlarımızı alçakça karalayabilmişizdir. Devletlerini yıkmamızla kalmayıp ülkeden sınır dışı yaparak ele muhtaç bırakma ve öldüklerinde cenazelerine dahi sahip çıkmama gibi bir gaddarlıkta bulunmuşuzdur. Dolayısıyla devletine ihanet etmiş bir millet olarak PKK/HDP’yi suçlayabilme hakkına ne kadar sahibiz?

Bugün dahi Osmanlıya ve padişahlara kin ve nefretimiz sürebilmekte, yetişen nesillerimizi bile ecdatlarına düşman kılabilmek için mücadele verebilmekteyiz. Bir ülkenin Milli Eğitim’i, yalanlar ve ihanetler üzerine kurulu bilgilerle nesillerini zehirleyebiliyorsa, o nesil asla sadakatte bulunmaz!

Kitaplarda yer alan şu söze bakın; sonra PKK/HDP, FTÖ ya da bir başkasını hainlikle suçlayalım!

“Sultanlar, sarayların dört duvarı içinde soysuzlaşmış zulüm ve sefahat mirasyedileridir.”

Padişahlar arasında hiçbir ayırım yapılmaksızın tamamını kapsadığı ihanetsi bu hüküm ile Yıldırım Bayezid, Murad Hüdavendigar, Fatih Sultan Mehmed, Yavuz Sultan Selim, Kanuni Sultan Süleyman mı soysuz, zulüm ve sefahat içindeki mirasyediler?

“Allah, iman edenleri korur. Şu da muhakkak ki Allah, hain ve nankör olan herkesi sevgisinden mahrum eder.” Hac 38
" Nuh: "Rabbim! dedi, yeryüzünde kafirlerden (hainlerden) hiç kimseyi bırakma! Çünkü sen onları bırakırsan kullarını saptırırlar; yalnız ahlaksız, nankör (insanlar) doğururlar (yetiştirirler)." Nuh 26-27

“Şüphesiz insan, Rabbine karşı pek nankördür.” Adiyat 6

Hiç yorum yok: