8 Aralık 2015 Salı

Başarı ya da zafer yalnızca Allah’ındır!

Şüphesiz çöküş yahut yenilgide Allah’tandır.

Kendisine verilen bilgi, güç ve imkânlarla şımararak böbürlenen insan haddi öyle aşmış ki, yaratılmış bir kul değil adeta yaratıcı bir hüküm sahibiymiş gibi ahkâm kesmekten sakınmamaktadır.

(Resulüm!) De ki: Mülkün (hükümranlığın) gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verirsin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçaltırsın. Her türlü iyilik senin elindedir. Gerçekten sen her şeye kadirsin. Al-i İmran 26

Oysa herhangi bir beşerin hükümranlıktan zerrecik nasibi olmuş olsaydı, nefsinden dolayı tek bir insana çekirdek filizi kadar bile bir şey vermeyeceği gibi en basit bir öfkesinde sağ bırakabilmesi de söz konusu olmazdı. Lakin kontrol ve denetim tamamen Allah’ın iradesinde bulunmasından insan dilediğini yapamamakta, ancak kendisine tanınan sınırlar çerçevesinde ivme kazanabilmektedir. 
   
İnsan, her ne kadar aklı, zekâsı, düşüncesi, bilgisi, becerileri, gücü ve diriliğiyle nesnelerden yahut hayvanlardan farklı sanılsa da, aslında iradesel bağlamda hiçbir ayrıcalıkları yoktur.

Nasıl?

Denizde boğulmaya ramak kalmış bir kimseyi düşünün. Boğulmak üzereyken can havliyle çırpındığı ve son nefesini vermeye saliseler kalan bir insanın tam derin sulara gömüleceği sırada aniden bir tahta parçası yahut başka bir cismin ellerinin arasına tutunmasıyla ölmekten kurtulmuş olması, nasıl ve kimin iradesinin tezahürüdür? Nasıl oluyor da cansız bir nesne, bir adamın hayatını kurtarma başarısı gösterebiliyordu? O adam, neden hayatını kurtaran o cisme kurtarıcı edasıyla minnet duyup baş tacı yapmak suretiyle şükranlarını ifade etme yerine bir tekme atarak kıyıya terk edebiliyor? Ya kendisini o cisim yerine insan kurtarmış olsaydı vereceği tepki, şüphesiz ömür boyu sürecek tazimsel bir vefa olurdu. Oysa söz konusu cisim de insanın başarı olarak addedilen kurtarmayı gerçekleştirmemiş miydi? Öyleyse insan ile cismin arasındaki, birinin düşünen bir canlı diğerinin de cansız olmasının dışında ne fark vardır?

Ancak insanın diğer canlılardan üstün yaratılması, onun her şeyin üstesinden gelebilecek veya dilediğini yapabilecek bir özgür irade yanılgısını doğurmaktadır.

Dolayısıyla ister güçlü ister zayıf; ister canlı ister cansız; ister akıllı ister deli; ister kral ister köle her ne olursa olsun hüküm yaratıcının inisiyatifinde ise, yaratıcının dışındaki herhangi bir iradenin mevzubahis olabilmesi, fayda yahut zarar verebilmesi mümkün değildir.

Sebepler yani aracılara yüklenmeye çalışılan güç, güç değil düzen zinciri içinde görsel yahut göksel mazeretsi halkalardır.

İlmi, siyasi, ekonomi yahut askeri başarılar ve zaferlerinden dolayı büyütülen insanlara tazim doğrudan Allah’a bir şirktir. Dolayısıyla iman etmiş bir insan için bu öyle büyük bir tehlikedir ki, iman adına müdahale kaçınılmazdır.

Hz. Ömer (r.a), hayatı savaş meydanlarında geçip İslam topraklarını genişleterek birçok ülkeyi hilafete kazandıran ünlü komutan Halid Bin Velid (r.a)’nı neden görevinden azat etmişti biliyor musunuz; üst üste kazandığı başarı ve zaferlerden dolayı halkın kendisini arşa çıkaracak derecede çok büyütmelerinden ordunun başından almıştı.

Hz. Ömer, Hz. Halid’i Genel Kurmay Başkanlığından azletme sebebini devletin tüm valilerine gönderdiği şu tamimle bildirmişti.

“Ben, Halid’i bir öfkesinden, ya da ihanetinden dolayı azletmedim. Fakat insanlar onu o kadar büyüttüler ki, Allah’ı bırakıp ona tevekkül edeceklerinden korktum. Ben onlara, bütün bu başarıların Allah’tan geldiğini bilmelerini istediğim için, böyle hareket ettim.”

Başarı yahut zaferlerle övünmeye ve övdürmeye pek meraklı insanlar, özellikle Müslüman kimliklerden birini; “Arkadaş! Beni başarım ve zaferlerimle methediyorsunuz ama ben de sizin gibi bir insanım. Her ne kadar iktidarda olsam da size fayda veya zarar verebilecek bir güce sahip değilim. Bizi koruyup gözeten ve sahip olunan başarıları kazandıran Allah’tır. Başarı olarak addettiğimiz her ne varsa, tamamı Allah’ın bir lütfü, ihsanı ve emanetidir. Allah’ın dilediği kuvvet ve kıymetlerin hepsi irademizden değil O’nun iradesindendir. Allah’ın dilemesi dışında gerek menfi gerekse müspet olarak yapabileceğimiz hiçbir şey yoktur. Ortaya çıkan maddi ve manevi başarı ya da eserleri benden değil Allah’tan olduğunu bilin! Dolayısıyla bana değil Allah’a teşekkür edin. Allah dilemedikten sonra bir yaprak dahi yere düşemiyorsa, beni büyüterek şirke girmeyiniz!” açıklamasına şahit oldunuz mu?

Benim tek yaptığım, Allah’ın yarattığını insanların kullanabileceği hale getirmek. Bu, Allah’ın eseri, benim değil." G. W. Carwer- ABD’li ünlü bilim insanı-mucit

Başarı ve zaferin sadece Allah iradesinde olduğuna inanıp iman etmiş bir akıl sahibi asla kula kulluk yapmaz; dolayısıyla ne patronunun ne amirinin ne komutanının ne şeyhinin ya da peygamberinin ne de devlet başkanının şahsi despotizminin altında boyun eğmez. Çünkü dileklerine karşılık vererek yüceltecek, rızıklandıracak, huzur ve güven verecek yalnızca yaratıcısı Allah’tır; eğer Allah, kendisini hor ve hakir bırakacak bir alçalmışlığı ve felaketi dilemişse, sıyırarak kurtaracak kimse de yoktur.  

De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten (bana bir kötülük dilerse) Allah'a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam. Cin 21-22

Ne var ki, mülkün diğer bir ifadeyle hükümranlığın sahipleriymiş gibi insanı maddi ve manevi sömüren dini, ilmi, siyasi ve askeri kimliklerin itibar görüp kurtarıcı addedildiği düşünce düzeyinde Allah ne işe yarıyor? İnsanların hatta dünyanın ipi onların elinde ise, Allah ne yapıyor?
Başarı yahut zaferleriyle övünen kimselerin neden sonra beceriksizliğe ve yenilgiye uğrayabildikleri sorgulansa; öyle sanıldığı gibi insanın dileği doğrultusunda hiçbir başarı ya da zaferinin olmadığı anlaşılabilecektir.

Malumunuz üzere; Allah, Hz. Süleyman (a.s) peygambere, hiçbir kuluna nasip etmediği öyle büyük imkânlar ve iktidar sunup yeryüzünü emrine amade etmişti ki, tüm hayvanlarla konuşabilmesinin yanı sıra göz açıp kapayıncaya kadar geçen süre içinde zamanın kraliçesi Melike’nin tahtını dahi binlerce kilometre uzaklıktan yanına getirtmişti. Peki, Hz. Süleyman (a.s), başarısı, ilmi ve gücünden dolayı böbürlenmiş miydi? Ya da günümüz insanlar gibi zamanın insanları, yaptığı işlerden dolayı kendisine övgüler dizmiş miydi?

“Kitaptan (Allah tarafından verilmiş) bir ilmi olan kimse ise: Gözünü açıp kapamadan ben onu sana getiririm, dedi. (Süleyman) onu (melikenin tahtını) yanıbaşına yerleşmiş olarak görünce: Bu, dedi, şükür mü edeceğim, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sınamak üzere Rabbimin (gösterdiği) lütfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretmiş olur, nankörlük edene gelince, o bilsin ki, Rabbimin hiçbir şeye ihtiyacı yoktur, çok kerem sahibidir. Neml 40

Güç ve irade ancak “ol” denmesiyle oluşuveren bir kudrettir; böylece başarı ve zaferinde hiçbir menfilik, acziyet ve olası bir müdahale söz konusu değildir. Üstün başarı ve zafer çığlıkları atan birinin, hiçbir şart ve koşulda mağlubiyeti mümkün olmamalı ve her daim galip gelmelidir. Peki, böyle bir beşer var mı ki, övünmeye layık olsun!

Nice bitki, ağaç ve hayvanlar vardır ki, heybetleri karşısında kelam edecek söz bulunamaz; hiç kurumayacak, yıkılmayacak ve ölmeyecek zannedilir. Oysa eceli geldiklerinde öyle devrilirler ki, ihtişamlarından geriye eserleri kalmaz ve çıkan bir rüzgârla çerçöp olup savrulurlar. İşte başarı ve zaferleriyle övünen devletler ve liderlerde öyledir!

Öyleyse nerede başarı ve zafer? 


“Biz, bir şeyin olmasını istediğimiz zaman, ona (söyleyecek) sözümüz sadece "Ol" dememizdir. Hemen oluverir.” Nahl 40

Hiç yorum yok: