3 Kasım 2015 Salı

Ne İmralı ne Kandil ne de HDP’yi muhatap alma ki;

PKK, layık olduğu mezara girsin!

PKK’yı diri tutan ve meydan okumasını sürdürten İmralı, Kandil ve HDP’nin çözüm adına taraf alınması, neden PKK’nın sonlandırılamadığına yegâne yanıttır. 

Oysa Kürt kökenli halkın temsilcisi ve var ise sorunlarını hak ve adalet çerçevesinde çözecek olan devlettir. Lakin devlet, vazgeçilemez bu yükümlüğü üstlenme yetki ve karalılığını göstermeyip İmralı, Kandil ve HDP gibi taşeronlara havale etmiş olmasının acziyeti içinde güç ve otoritesini öyle yitirmiştir ki, PKK gibi sefil bir terör örgütünün kurguladığı tiyatroda başrol oynamakla kalmayıp, Kürtlerinde itilip kakılarak sömürülmelerine, tehditlere maruz kalmalarına ve katledilmelerine fırsat vermiştir.

Hala, çözüm sürecine devam edileceği ve şimdilik buzdolabına kaldırıldığı ne demek? Demek odur ki, PKK’yı bitirmek amacı taşınmadığıdır! 

Madem Kürt kökenli vatandaşların sorunları var; muhtarlar, kaymakamlar ve valiler ne işe yaramaktadırlar? Vatandaşlarla doğrudan diyaloga geçilip sıkıntıları samimiyetle dinlenerek, haddi aşan talepleri istisna çözüme kavuşturulmalıdır. Olmayacak olana açıkça olmaz denilerek, kamuoyu da bilgilendirilmeli; olamayacağı ile ilgili gerekçeler tevazu içinde anlatılmanın akabinde inatla ısrar edenler şiddetle ya cezalandırılmalı ya da huzur ve güveni bozmalarından tehcir edilmelidirler. Çünkü "nush ile uslanmayanı etmeli tekdir, tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir." 

Ortada çözüm süreci adında bir tiyatro var ama senaryonun konusunu bilen yok! Nedir İmralı, Kandil ve HDP ile bir türlü bitmek bilmez çözüm süreci? Nedir tartışılan; uzlaşılamayan; mutabakata varılamayan; paylaşılamayan? Nedir yıllardır süren terörün; isyanın; saldırıların; cinayetlerin; düşmanlığın sebebi? Neden açıkça ortaya konulmasından kaçınılıyor? Neden ne devlet ne de muhatap alınanlar taleplerini yahut reddediliş sebeplerini kamuoyunu aydınlatarak milletin hakemliğine başvurmuyorlar? Yapılabilecek adil bir referandum dahi onlarca yıldır bitirilemeyen sorunu ya barış ya da savaşla neticelendirecek bir alenilikte olduğu halde; ara verilmesi, durdurulması ya da buzdolabına sokulup tekrar çıkartılması nasıl bir manipülasyondur?

Devlet, otoritesi olan bağımsız bir devlet mi yoksa çözüm üretemeyen çaresiz ve aciz bir tabela mı?

Yok, İmralı’ymış; yok, Kandil’miş; yok, HDP imiş; yok, PKK imiş!

Yeter artık!
  
İmralı, Kandil, HDP ve PKK gibi terörist gölgelerinin boyu devletin boyunu geçmiş ise, Türkiye’de güneş batıyor demektir.  Dolayısıyla halkını tüketen bir devlet, tükenmeye mahkûmdur!

“Kılıcımız parladıkça düşmanın gözü ondan ayrılıp bizi göremez. Ama Allah esirgesin, bir gün paslanır da yaltırıklanmazsa düşman bizi görmek değil, bir de tepeden bakar.” Sultan Yavuz Sultan Selim Han

Demokratik bir ülkede kangrenleşmiş her konunun çözüm anahtarı, doğrudan halka giderek referandum müessesini çalıştırmaktır. Ne Türkü Kürtten ya da başka bir etnik kökenden ne de Kürtü ya da bir başkasını Türkten ayırmanın mümkün olmadığı bir Türkiye Cumhuriyeti çatısı altında tüm sorunlar milletin tamamını ilgilendirir. Ama derseniz ki, Türkiye Cumhuriyeti Devleti değil Mustafa Kemal Atatürk Cumhuriyeti; işte o zaman herkes kendi liderini önder ve kurtarıcı olarak öne çıkartmak suretiyle adına devlet kurabilme ihtirasına ve mücadelesine kapılır. Cemaat, tarikat ve mezhepler de aynı düşünce ve inanç düzeyinde şeyhlerini ya da liderlerini öne çıkarmıyorlar mı?
İmralı da, Kandil de, HDP de, PKK da devlet ve millet düşmanı olup; temsilcisi oldukları doğrudan terördür. Ne insanlık ne Kürtler ne Türkler ne de barış umurlarında değil!

Hak arayan varsa, hakkını verin. Baş kaldıran varsa, başını kesin.” Sultan II. Abdülhamid Han
 
“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutan, adaletle şahitlik eden kimseler olun. Bir topluluğa duyduğunuz kin, sizi adil davranmamaya itmesin. Adaletli olun; bu, Allah korkusuna daha çok yakışan (bir davranış) tır. Allah'a isyandan sakının. Allah yaptıklarınızı hakkıyle bilmektedir.” Maide 8

“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları, yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi, yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33

Hiç yorum yok: