17 Kasım 2015 Salı

IŞİD’li kadın ve çocukları da öldürelim!

Diğer bir ifadeyle “Allah’tan başkasını rab edinmem; Allah’ın indirdiği hükümler dışında beşeri hiç kurala boyun eğmem; egemenlik kayıtsız-şartsız Allah’ındır; Yaratıcım Allah’a karşı asi olan düşmanımdır; fitne yok edilip kulluk yalnızca Allah’ın oluncaya kadar azgınlarla savaşırım; yasa yapıcı insan değil Allah’tır; batıl olan hiçbir dayatmayı kabullenmem; Allah’ın tek ve hak elçisi Hz. Muhammed (sav)’e inandım ve iman ettim; İslam’dan başka bir hukuk ve düzen yoktur; yolum hak ve adalettir; ancak Allah’a kulluk yapar, Allah’tan medet umarım” imanı taşıyanların tamamı IŞİD kategorisinde değerlendirildiğinden hedef, tevhid inancı taşıyan Müslümanların tamamıdır.

IŞİD mazeretiyle Müslümanlara önce baskı, şiddet ve yasak, sonra da dinsel kırıma girişilerek topyekûn lağvetmeyi düşünen haçlı-siyonist güçler ve işbirlikçi münafıklar, her Müslüman için tehdit ve acımasız Firavun’lardır.

ABD’nin eski başkanı George W. Bush’un da itiraf ettiği üzere; “Cihad, Hıristiyan uygarlığı için bir şerdir.”

Peki, cihadsız bir İslam, Kur’an inancı ve Müslümanlık olabilir mi? Zaten cihadın Allah rızası ve cennetle özdeşleştirilmesinin sebebi, yeryüzünde barışın, hak ve adaletin sağlanması, azgınlar ve sömürücülerin elimine edilmeleri, şeytana ve dostlarına karşı galibiyet elde ederek batıla-kötülüğe son verebilmek içindir. Çünkü cihad, nefis için değil Allah için yapılan tartışılmaz ve kaçınılmaz bir dengedir. 

“Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” Al-i İmran 142 

Sakın ha merak etmeyin; Müslümanlar aleyhine bu tür tehditler gerek sözlü gerekse fiziki olarak asırlarca sürmüş, düzenledikleri sayısız haçlı seferleriyle gömmeye çalıştıkları İslam ve Müslümanların önünde hezimetlere uğrayıp diz çökmüşlerdir. Hainler olmasaydı bugünde İslam adaleti altında huzur ve güven içinde yaşanarak hak ve barış hâkim olacaktı.  
Firavun da Hz. Musa’yı tehdit görmüş ve bu yüzden o an doğan tüm erkek çocukları katletmişti ama kaderinden ne gücü ne de tedbirleriyle kaçabilmişti.

Kâhinler, Firavuna, yeni doğacak bir erkek bebek tarafından öldürüleceğini bildirmeleri üzerine; Firavun, o gün doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Askerler evleri basarak doğan bütün erkek çocukları katleder. Ancak Hz. Musa’nın annesi, çocuğunu koruyabilmek amacıyla bir sandığa koyarak nehre terk eder. Suyun akıntısıyla Hz. Musa’yı taşıyan sandık, Firavun sarayının önünde durur. O sırada nehrin kenarında dolaşmakta olan Firavunun karısı, sandıktaki bebeği görünce çok sevinir ve saraya götürür. Firavundan saklı Hz. Musa’yı evlat edinip büyüterek yetiştirir.

O gün doğan bütün erkek çocuklar öldürülmüş, sadece Hz. Musa sağ kalmıştı. Üstelik Firavunu öldürecek olan çocuğun, karısı tarafından sarayında büyütülmesi, kaderin hiçbir güç tarafından durdurulamayacağı ve değiştirilemeyeceği gerçeğinin kanıtıydı. Ayrıca cennetle mükâfatlandırılan Firavunun karısı, bu davranışı sebep kılınarak hidayete kavuşturulmuştu.

Firavunu öldürerek tanrısal saltanatına son verecek olan Hz. Musa için alınan inanılmaz önlemler ve işlenen katliamlar dahi mutlak iradenin takdirini engelleyememişti.

Kader, herkes gibi Firavunun da akıbetini belirlemiş; tüm güç ve hâkimiyetine rağmen hakkında yazılmış olandan kaçmasına, ordusuyla birlikte Kızıldeniz de boğularak ölmesine iradesi mani olamamıştı. Allah, olabilecekleri kâhinlere hissettirmiş ve Firavuna duyurtarak tedbir almasına fırsat tanımıştı. Peki, tedbir uğruna binlerce çocuğu katletmesi bir fayda sağlayıp takdiri önlemiş miydi?

Herhangi bir şeyi bilmek ve ona karşı tedbir alarak fayda temin edilebileceğini sanmanın zandan öte hiçbir yaptırımı bulunmamaktadır. Kaderin mutlak hâkimiyetine engel olabilmenin imkânsızlığı her ne kadar aşikâr ise de, emanetsi güç ve bilgisine güvenen insan, özgürce aşmakta inat ve ısrarını sürdürebilmektedir. Neticede tedbiri aldıran da tedbiri aştıran da Allah’tır; tıpkı öldüreninde yaşatanın da zatı olması gibi!

Güç ve yetkileri tamamen Allah’ın tasarrufunda olan iktidarlar, nasıl bir hiçken o kudrete ulaşabilmişlerse; süreleri dolduğunda yine bir hiç olarak geldikleri ebediyete geri dönmektedirler. Çünkü “Bir”in altı sıfırdır.

Öyleyse iman etmiş bir Müslümanın Firavunların tehditlerinden, silahlarından ve güçlerinden çekinebilmesi asla mümkün değildir.

Nasıl ki, Firavun, azametli ve ürkütücü ordusuyla Hz. Musa’yı yakaladığı sırada öldüremeyip bilakis kendisi ordusuyla birlikte yok olabilmiş ise, Allah’a dayanıp güvenende asla boyun eğmez ve küfür ordusu ne kadar güçlü ve sayısı ne kadar fazla olursa olsun hezimete uğratmaktan şüphe duymaz. Yeter ki nefse değil, nefsin sahibi Allah’a dayanılıp güvenebilinsin!

Firavun’da muhteşem güç ve ordusunun Hz. Musa ile baş edememesinin sırrını nasıl çözemediyse, günümüz Firavunları da bir avuç mücahid ile baş edememelerinin sırrını çözemeyerek, neden yenemedikleri sorgusu içinde Nil denizi misali topyekûn boğulacakları anda, “biz de iman ettik” diyecekler ama iş işten geçmiş olacak.

Ahirete iman etmiş bir Müslüman ölümden değil fani dünyada yaşamaktan korkar. O, zaferi nefsi için değil Allah için hedefler; dolayısıyla emre itaat eder, takdiri Allah’a bırakarak yenmesi yahut yenilmesini ya da yaşamak veya ölecek olmasını umursamaz. Tek amacı Allah’ın hükümlerine kayıtsız-şartsız riayettir ve Allah kendisine kesinlikle mağlup olması ya da zafer kazanmamış olmasıyla ilgili hiçbir hesap sormaz.

Ne babanın evladına ne de evladın babasına hiçbir fayda sağlayamayacağı “o gün” için peygamberler dahi hiç kimseden medet umma; dünyadaki gücüne ve bilgine güvenme; rabbin Allah’a öyle teslim ol ki, dünyadaki tüm haçlı-siyonist güçler sana karşı birlik olsa dahi Hz. Musa’ya lütfedilen yardım ve desteğe kavuşabilirsin. Yeter ki kalbinde şüphe ve tereddüde yer verme!
Müslümanlık gibi bir ayrıcalık ve izzetle şereflenmiş bir kul Firavunlara boyun eğmez; hiçbir tehdit, güç, baskı ve zulümlerine zerre kadar aldırış etmeyerek savaştan kaçınmaz.

Açıkça Müslümanların kadınlarını ve çocuklarını dahi öldürmeye niyetlenmiş azgınlara karşı nereye kadar “eyvallah” deyip boyun eğmeyi sürdüreceksin?


“Artık Allah yolunda savaş! Sen ancak kendinden sorumlusun! Mü’minleri de savaşa teşvik et. Umulur ki Allah inkâr edenlerin gücünü kırar. Allah’ın gücü daha üstündür, cezası daha şiddetlidir. Nisa 84  

Hiç yorum yok: