4 Ocak 2015 Pazar

Adil olmakla yükümlüsün!



Nefis, hak ve adalet aleyhine öyle bir zehirdir ki, çıkarlara zarar gelebilecek endişesiyle vahyi, ahlaki ve insani tüm değerleri yıkıp geçer.

Toplumları adaletsizliğe götüren sebep, güçleri ellerinde bulunduranların adil olmamalarıdır. Mazeret ne olursa olsun hiçbir gerekçe, adaletli davranmamayı haklı kılamaz. Ancak yaratıcı Allah’ı değil nefislerini “rab” edinmişler adil olmaktan kaçınır, adaleti örtbas edecek kayırımlara giderek Allah’a çalım atabileceğini sanır.  

Bu öylesine bir gaflet, delalet ve ihanettir ki, apaçık Allah’ın mutlak bilgisini ve adalet anlayışını yok saymaktır. Haksız ve adaletsiz olduğu halde hak ve adalet arayana, hain ve nankör olduğu halde merhamet ve sadakat bekleyene, suçlu olduğu halde masum görünene, insafsız olduğu halde hesap sorana, yalancı olduğu halde dürüstlükten dem vurana itibar edilip güvenebilinir mi?  Hâlbuki bir insan, nefsinden ötürü kötülerin en kötüsü olabileceğini düşünerek iğneyi önce kendine batırmaya asla yanaşmaz. Sebepler zincirinin bir halkası ve kul olduğu gerçeği kabul edildiği an, benlikten arınarak erdemliğe erişilmiş bir düzeye kavuşabileceği muhakkaktır. İnsan, her neyin içindeyse mutlaka onu dürten bir faktör olduğu gerçeğini unutmamalı ve masumiyet olgusuna kapılmamalıdır. İnsan, yanlıştan münezzeh bir Allah olmadığına göre günahkârdır ve masum olabilmesi de mümkün değildir.

İman etmiş bir insan, Allah’ın dilediğinden başka kendine ne zarar ne fayda verebileceğine inanır. İman etmemiş olan ise gücü, düzenbazlığı, cambazlığı ve manipülasyonlarıyla adaleti eğip bükerek kazanabileceğini düşünür. Oysa beşer nezdinde aklanmayı başarsa da Allah indinde mahkûmdur ve mahkûmiyetin en korkuncu da Allah karşısında olandır.

Bir suçlunun evrak üstünde aklanmasıyla duyduğu memnuniyetle, suçsuzun uğradığı haksızlık karşısında hissettiği hüzün arasında oluşan etki, bir gün tersine dönerek, acı çekenin hüznü, suçlunun mutluluğunu tahrip eder. İlâhî adaletin terazisi ve kaderin çarkı öylesine hassas çalışır ki, zamanı geldiğinde herkes yaptığının veya yapmadığının karşılığını mutlaka görmektedir. Ama acı ama tatlı, ama gizli ama aşikâr; bir insanın düşünce, duygu ve eylemlerin odaklandığı bir karşılığı muhakkak vardır.

İşlediği suçtan kaçarak veya saklanarak, güç ve iktidarına veya şahitlerin yardımına sığınılarak kurtulan bir suçlu, ilâhî adaletten kaçamadığı ve bir şekilde mutlaka karşılığını aldığı malûmdur. Ancak bu oluşumda öylesine ince bir ayar vardır ki, imansız kalpler bunu fark edememektedir. Bir birey, toplum veya millet; yapılan haksızlıklara şahit olduğu halde sessiz kalarak veya suçluyu kayırarak anası, babası, kardeşi, yakını, partisi veya devleti aleyhine dahi olsa adaletle davranmayıp gereken şahitliği yapmıyor, tepkiyi göstermiyor ve yaptırım uygulamıyorsa; suçu işleyen kendi olsun veya olmasın aynı sorumluluğu taşımaktadır. İşte bu yüzden başa gelen belaların bir toplumu toptan mahvetmesi, adil olunmamasındandır.

Asıl suçlu kimdir biliyor musunuz; adaletle şahitlik yapmayan ve hakkın yanında yer almayarak sevdiklerini veya iktidarlarını koruyup kollayanlardır. “Bilirken susmak, bilmezken söylemek kadar kötüdür.” Platon

Rüşvet ve yolsuzluk iddiasıyla 4 bakanın yargılanmasıyla ilgili öyle bir arife yaşanmaktadır ki,  mümin için adaletle şahitlik yapmak, olmayan için ise nefisle hüküm verme imtihanı gerçekleşecektir.

Paralel Yapı diye adlandırılan çetenin hazırladığı tuzak, darbe ve iktidara yönelik düşmanlığı asla adil davranmaktan alıkoymamalı, her şeyi bilen ve takdir edilen Allah’a sığınılarak karara gidilmelidir. Velev ki, batıl olan anayasa mahkemesi dahi aleyhlerine olsa, yine de Allah’ın Mutlak İrade’sine güvenilmelidir. Hatta iktidarın düşmesi veya Ak Parti’nin büyük bir zarar görecek olması bile asla adaletten taviz verilmemesini şart koşmaktadır. Dolayısıyla iman etmiş bir Müslüman, kesinlikle nefsi hareket edemez.

Aleyhlerine isnat edilen suçlardan dolayı yıllarca hapiste yatmaları akabinde beraat edenler, hatta idam edilmeleri ardından suçsuz oldukları ortaya çıkan insanlar göz önüne alındığında; hiç kimseye milletvekilli, bakan ve iktidar parti üyesi olmalarından tolerans gösterilip müsamaha sağlanmamalıdır. Ortaya çıkan deliller, söz konusu bakanların tartışmasız suçlu oldukları algısı oluşturmuş, algının doğru ya da yanlış olduğu da ancak yargıyla netleştirilmelidir. Eğer bakanlar dürüst ise, sapan kimseler ne kadar güçlü, etkili ve hüküm sahibi olsalar da, Allah, zerre kadar zarar görmelerine fırsat vermez, böylece hem dünyada hem de ahirette temize çıkmalarını sağlar.

Ak Partili vekillere diyeceğim o dur ki, paralel yapı denilen şeytan dostları, Allah’tan daha güçlü ve yaptırım sahibi değillerdir. Vesveseye kapılıp zarar görebilecekleri endişesi ya da düşmanların haklı çıkacağı kaygısıyla adaletle hüküm vermekten kaçınmasınlar. Unutmamalıdırlar ki, duruşları hem Allah hem de millet nezdinde güvenirliliklerini ortaya koyacaktır. Yarın kıyamet kopacağın bilseler dahi adaletle davranmaları, imanlarının kanıtını açığa çıkaracaktır. Allah odur ki, adil olan bir kulluna asla zilletsi bir bedel ödetmemiş, hor ve hakir bırakmamıştır. Yargıya gitmekten ya da adaletle şahitlik etmekten değil, gitmemekten ya da etmemekten korkulmalıdır. Dolayısıyla Ak Partinin dört bakanıyla ilgili vereceği karar, ya iktidarda izzetle kalmalarını sürdürecek ya da yıkılmalarını tetikleyecek süreci başlatacaktır.          
  
“Ey iman edenler! Adaleti titizlikle ayakta tutan, kendini, ana-babanız ve akrabanız aleyhinde de olsa Allah için şahitlik eden kimseler olun. (Haklarında şahitlik ettikleriniz) zengin olsunlar, fakir olsunlar Allah onlara (sizden) daha yakındır. Hislerinize uyup adaletten sapmayın, (şahitliği) eğer, büker (doğru şahitlik etmez), yahut şahidlik etmekten kaçınırsanız (biliniz ki) Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Nisa 135

Hiç yorum yok: