17 Ocak 2015 Cumartesi

Türkiye’deki İslam düşmanı daha şedittir!



Hem de öyledirler ki, fikir ve ifade özgürlüğü adına haçlı-siyonistlere taş çıkartacak bir sinsilikte Müslüman milletin tevhidini yontarak ne din ne namus ne de değer bırakmaktadırlar.

Türkiye’deki ALLAH, Peygamber ve Kur’an düşmanları, yabancılardan çok daha şedit ve etkilidirler. Ellerine bir fırsat geçtiklerinde Drakula’yı bile geride bırakabilecek sadistlik ve zalimlikle öyle doludurlar ki, İslam’a ve Müslümanlara karşı duydukları kin ve nefreti “bende Müslümanım” maskesiyle örtseler de saldırı ortamı bulduklarında küfürlerini bilimle, uygarlıkla, sanatla, mantıkla ve edebiyatla süsleyip, zayıf ve kompleksli Müslümanların gardlarını düşürmek suretiyle dinlerine ihanet ettirmektedirler. Ancak başlarına geleceklerden duydukları korkudan dolayı fiziki bir çatışma içine girmeye cüret edemiyor; oturdukları Batı’nın kucağından psikolojik baskı ve jakoben üsluplarıyla hükmetmeye çalışıyorlar.
  
15. yüzyılın ünlü şeytanı namı değer Drakula’sı Vlad Tepeş ya da Kazıklı Voyvoda nasıl Müslüman Türk düşmanı idiyse, Türkiye’deki gizli veya aşikâr İslam karşıtı azgınlarda Müslüman Türk düşmanıdırlar. Türkiye’nin Müslüman olduğu gerçeğinden o kadar rahatsızdırlar ki, dahili haçlılar olarak harici haçlılara taşeronluk yaparak “Müslüman Türkiye”’yi yıkma çabasındadırlar. Dolayısıyla içimizdeki düşmanlara hoşgörü ve müsamaha ile davranmaktan vazgeçmeyip elimine edilmedikleri müddetçe, Vlad Tepeş’ten daha acımasız olacaklarına şüphe duyulmamalıdır. 
  
Kazıklı Voyvoda, Romanya prensiydi. Romanya’nın bağımsızlığı için savaşmış milli bir kahraman olarak hâlâ saygıyla anılmaktadır. Kazıklı Voyvoda, canavarlıklarıyla tarihe geçen, portresi bugün Innsbruck yakınlarında Ambras Müzesindeki “Canavarlar Galerisi”nde sergilenen ve sinemanın vazgeçilmez karakteri ve vampir öykülerinin de esin kaynağı Dracula’sıdır. Tıpkı Türkiye’deki amansız İslam karşıtları gibi tek düşmanı, Müslüman Türklerdi. 

Asıl adı Vlad Tepeş olan Kazıklı Voyvoda’nın en sevdiği eğlencesi kazık işkencesiydi. Yemek yerken kazıklara oturtulmuş insanların çığlıklar içinde can çekişmesini seyrederdi. Hayvanları dahi kazığa oturtur, öldürttüğü annelerin kızartılmış etlerini çocuklarına zorla yedirirdi. Bazen de annelerin memelerini kestirip yerine çocuklarının başlarını dikerdi. İnsanları doğrayarak çömlek içinde pişirirdi.
 
Kendisi ayrıca aşırı Katolik bir Hıristiyan’dı. Onun binlerce insanı nasıl öldürttüğünü Papanın elçisi Modrusa şöyle anlatır. Bazılarını, arabaların tekerlekleri altında kemikleri kırılıncaya kadar işkence yapar, bazılarının bağırsaklarına varıncaya kadar derilerini yüzer, bazılarını kazıklara geçirir ya da akkor halindeki kömürlerin üzerine yatırırdı. Bazılarının ise başlarını ve göbeklerini deldirir, kazıklara oturtarak kazığın ağızlarından çıkmasını sağlardı. Annelerin göğüslerine kazıklar saplayıp, bebeklerini bu kazıkların üstüne atardı.

Kazıklara vurulmuş ve işkencelerle can vermekte olan Türklerden oluşan bir dairenin etrafında saray halkıyla yemek yemekten haz duyardı. Eline Türk esir geçtiğinde el ve ayak derilerini yüzdürür ve meydana çıkan kırmızı etlerini tuzla ovuşturduktan sonra, elem ve azabın daha da artması için keçilere yalatırdı.

Ona gönderilen Osmanlı elçileri başları açık olarak kendilerini tanıtmak istemeyince, sarıklarını başlarına çivi ile çaktırmıştı. Bir gün Türk elçileri gelip Voyvodanın huzuruna çıkınca, onu Osmanlı geleneklerine uygun şekilde baş eğerek selamladılar. Sarıklarını çıkarmamışlardı. Drakula sordu; “Büyük bir prensin önündesiniz, neden böyle davranıyorsunuz?” Osmanlı elçileri dediler ki, “Bizim ülkemizde gelenek bu şekildedir.” Bunun üzerine Drakula, “Bende geleneğinizi pekiştireceğim” diyerek elçilerin sarıklarını başlarına çivilerle bir daha çıkarılmayacak şekilde çakılmasını emretti. Ardından da “şimdi gidin padişahınıza söyleyin, sizin geleneklerinize boyun eğmem” dedi. Tabi ki elçiler şehid olduğundan mesaj yerine ulaşmamıştı.

Cihan sultanı Fatih Sultan Mehmed Han’ın bizzat katıldığı 1462 yılındaki Eflak seferi, Kazıklı Voyvoda hükümdarlığının sonu oldu. Kazıklı Voyvoda ise Macaristan’a kaçtı. Drakula, Macaristan’da 12 yıl süren tutsaklık dönemi geçirdi. 1457 yılının Ocak ayında kardeşi Radu’nun ölümü, Eflak kapılarını ona bir kez daha açtı ve 1476 yılında tahtı geri aldı. Fakat bu hükümdarlığı da uzun sürmedi ve kafası kesilerek İstanbul’a getirilmişti.  Cesedi bulunamadığı için, tekrar dirilerek kendilerine zulmedeceğine inanan halk, onu vampirlikle özdeşleştirdi. Tıpkı Firavunun öldüğüne inanamayan İsrailoğulları gibi!

Müslümanlara karşı her devirde buna benzer birçok canavarlar var olmuş ve yok olmalarını sağlayan Fatih Sultan Mehmed Han gibi iyilerde dengeyi sağlamışlardır. Şeytan var olduğu sürece kötülükler ve canavarlıklar mutlaka devam edecek, Türkiye’de de kendini Allah’a, hak ve adalete adamış müminlerde batıl hiçbir etki altında kalmaksızın fitneci kâfir ve münafıklara hadlerini bildireceklerdir. Bu bir süreçtir ve kaderin akışı içinde iyilerle kötülerin yani hak ile batılın savaşı kıyamete dek sürecektir!

Dolayısıyla Türkiye’deki İslam düşmanları, Müslümanlara karşı Drakula’dan farksız bir düşünce ve duygu içinde öyle acımasız bir nefret taşımaktadırlar ki, iman sahiplerinin şehadetsi duruşlarından dolayı Drakulalıklarını eyleme dönüştürmeye cesaret edememektedirler. Yaratıcısı Allah’a, Resulüne ve dinine karşı savaş açmış bir mahlûkun insana karşı merhamet duyabilmesi, hak ve adalet güdebilmesi her ne kadar imkânsız ise de, idrak yoksunu yığınlar, inanıp güvenerek artlarına düşebilmektedirler.

Müslüman bir toplumun zaferi, ancak içindeki necasetleri temizlemekle gerçekleşir. Nasıl ki elbiseye bulaşan zerrecik bir necaset dahi namazı geçersiz kılıyor ise, adam öldürmekten daha büyük bir necaset olan fitneden arınmış bir toplum güce ve zaferlere ulaşabilir.  
  
“Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur.” Bakara 193

Hiç yorum yok: