3 Ekim 2013 Perşembe

EL KAİDE terör örgütü müdür?

Ya da Allah’ın dinini egemen kılabilmek için küfre karşı cihad edenler terörist midir? Batıl veya seküler düzenlerin yıkılması için mücadele terör müdür? İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’in küfrü yok etmek maksadıyla Allah’ın dinini egemen kılabilmek için yaptığı silahlı mücadeleler terör müydü? Seküler küresel anlayışa göre Hz. Muhammed (s.a.v) terörist midir? 
   
Terör nedir ve literatüre nasıl girmiştir? 17. yüzyılda Fransız devrimindeki döneme ve rejime verilen addır. Devrimcilerin çevresinde oluşan merkezleşmeye terör denerek, ilk defa burada kullanılmıştır. Terör, hükümetler tarafından uygulanan şiddet rejiminin tanımlamasıdır.

Haksızlık ve adaletsizliğin hüküm sürdüğü rejimlere karşı hakların müdafaası için yapılan başkaldırış gayrimeşru sayılarak terörle özdeşleştirilmiştir. Oysa haksızlık ve adaletsizliklere karşı girişilen eylemler, nefsin değil yaratıcının koyduğu hükümler çerçevesinde meşrudur ve farzdır. Direniş, insanı insan yapan ve ona erdemlik kazandıran temel bir davranıştır. Kendini Allah’a ve adalete adamış insanların hak arayışları iman temelinde şeytan ve dostlarına karşı ifa edilip kötüyü ve fitneyi yok etmek maksadıyla yapıldığından ibadetlerin en makbulü ve yücesidir.

İslam’ın, diğer bir ifadeyle adaletin hüküm sürdüğü toplumlarda kutuplaşmalar olmaz. Çünkü adalet, tüm kutuplaşmaların panzehiridir. Seküler düzenlerde adalet var olmadığından ne kutuplaşmaların ne de çatışmaların önüne geçilebilmektedir. Kâinata hükmeden Allah’ın koyduğu kurallara muhalefet ederek nefsin egemen olduğu rejimlerle inşa edilmiş devletler, kutuplaşmaların, katliamların ve savaşların yegâne müsebbibidirler. Dolayısıyla toplumları tehdit ederek düşmanlıklara ve çatışmalara yol açan, nefisleri galebe çaldıran rejimlerdir.

Şüphesiz haksızlık ve adaletsizliklere karşı yapılan direniş ve çatışmalarda, ister istemez taraf olmayan insanlar, çocuklar ve kadınlarda ölebilmektedirler. Bu insanların öldürülmelerinden sorumlu, aslında öldürenler değil doğrudan iktidarlardır. İktidarlar, halkının can ve mal güvenliği koruma adına adil olmakla mükellef ve isyanlara sebebiyet verecek her türlü oluşumdan kaçınmalıdırlar.

Hatadan ve günahtan münezzeh bir insan olamayacağından hiçbir kulun masum olabilmesi mümkün değildir. Çocuklar her ne kadar istisna ise de yaratıcı Allah, eceli gelenin yaşına bakmaksızın canını almakta, binlerce sebep yaratarak ölümleri gerçekleştirmektedir. Kimileri rahat ve güvenli yataklarında, kimileri hastanelerde, kimileri de savaş meydanlarında ve bombalar altında! Şüphe yok ki menfi yahut müspet her olay, Yaratıcı’nın “bir bilgi”’sine göre oluşarak kader akışı içinde biçimlenmek suretiyle ivme kazanmaktadır. Peygamberler iyiliğin, şeytanda kötülüğün temsilcileri olarak nasıl görevlendirilmişler ise, sokaktakiler ve devletler de bu temel yapıya bağlı iyi veya kötü saflarda yerlerini almakta, dolayısıyla hak ile batılın mücadeleleri sürerek ölümler vuku bulmaktadır. Sokaktaki adamın nasıl ‘ben’ diyerek meydan okuma hakkı yok ise devletlerinde yoktur ve bedelini halkına ödetmektedirler.

Yıkılmaya mahkûm bir yapı düşünün; görünüşteki makyajı yıkılmasını engelleyemeyerek içindeki onlarca insanın mezarı olabiliyor ise, adil olmayan devletlerde tıpkı o yapı misali halkının yok edilmesine mazeretlerdir.   

Şiddete karşı şiddet, silâha karşı silâhla, öldürmeye karşılık öldürmeden kaçınılıyorsa; neden barış, hümanizm, yaşam, demokrasi, diyalog, diplomasi ve insan haklarıyla ilgili ahkâm kesen devletler; insan ırkını yok edebilecek silahlanma yarışını sürdürebilmekte ve bir canlı kalmamacasına girdikleri yerlere ölüm yağdırabilmektedirler? İnsan haklarının bayraktarlığını yapan bu caniler, dünyayı kana bulayan BM’nin 5 ülkesi değiller midir? Geri kalan ülkeler de bunların kuklası değiller midir? Silâh, savaş, katliam, öldürme ve işgal etme bu devletlere ve kuklalarına helâl de, kendilerini müdafaaya çalışıp adaleti arayan direnişçilere mi haramdır?

Müslüman kanıyla ve ırzlarıyla beslenen sadist devletlere karşı hiçbir yaptırım uygulamaya cesaret edemeyen köleler, sıra mücahitlere geldiğinde taş üstüne taş bırakmıyor, vicdan sömürüsüne ve şeriatına karşı oldukları İslam’ı istismar ederek, Allah yolunda savaşan mücahitlerin masum insanları öldürdüğü ve çocukları katlettiği yaygarasıyla zalimleri koruma altına alıyorlar. Şüphesiz düşmana karşı yapılan her saldırı, tıpkı trafik kazaları misali sivil zayiatlar meydana getirebilmektedir.

Allah, bir beldeye günahlarından dolayı doğasal musibetler yağdırıp canlıların bebek mi, çocuk mu, kadın mı, masum mu, hayvan mı, bitki mi olduklarına bakmaksızın helak edebilmektedir. Bu durumda ‘onların ne günahı vardı’ şikâyeti nasıl apaçık bir isyan ise, savaşta da can alan Allah’tır. Bir depremde sorumlu fay hattı olabiliyor da, neden haksızlık ve adaletsizliklerinden iktidarlar sorumlu tutulmuyor? Canı veren kimse, alanda O’dur. Ancak sorumluluk ve ceza yükümlülüğü açısından canın Allah için değil de nefis için alınmasında fail olanlar, tüm insanları öldürmüş sayılmaktadır.

“Onları siz öldürmediniz, fakat Allah öldürdü onları; attığın zaman da sen atmadın, fakat Allah attı (onu). Ve bunu, müminleri güzel bir imtihanla denemek için (yaptı). Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.” Enfal 17

Konumuzun dışında olması hasebiyle her ne kadar ayrıntılara girmeyecek isem de, bedenin sağlıklı kalabilmesi için besinden ibaret bir gıda dahi helal olmayıp yenmesi nasıl haram yahut Allah’ın adı anılmadan kesilen hayvanın etini yemek büyük bir günah ve yasak ise, Allah’ın koyduğu sınırlar dâhilinde Allah için bir adam öldürmek günah değil cennete götüren bir sevaptır.

“Allah müminlerden, mallarını ve canlarını, kendilerine (verilecek) cennet karşılığında satın almıştır. Çünkü onlar Allah yolunda savaşırlar, öldürürler, ölürler. (Bu), Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da Allah üzerine hak bir vaaddir. Allah'tan daha çok sözünü yerine getiren kim vardır! O halde O'nunla yapmış olduğunuz bu alış verişinizden dolayı sevinin. İşte bu, (gerçekten) büyük kazançtır. “ Tevbe 111
     
İslam kimlikli sözde Müslüman iktidarların batıla karşı Allah yolunda cihad eden mücahitlere olan düşmanlıkları, münafıklıklarının apaçık bir kanıtıdır. Her ne kadar Müslüman şöhretleri var ise de, rejim ve iktidarları batıl olmalarından hak ve adaletin inşa edileceği bir düzene karşıdırlar. Bu sebeple kınadıkları mücahitleri teröristlikle özdeşleştirip manipülasyonlarla toplumları kandırmaya çalışsalar da, Allah’a karşı sebatkâr olan mücahitler, sahayı kendilerine bırakmayıp büsbütün şeytanlaşmalarını engellemektedirler.

İktidarlarını vahiysel haklılığa değil de batıl haklılığa dayandıranların adalet anlayışları, şeytanın adalet anlayışla aynıdır. Dolayısıyla kendilerinin nefisleri adına yaptıkları kayırışlara, suskunluklara, adaletsizliklere, zulümlere, zorbalıklara, katliamlara, sömürülere, namussuzluklara, hilelere ve despotluklarına değil de mücahitlere sözlü ya da fiziki saldırışları, gerçeğin açık perdelerini kapatmaya yetmemekte, Allah’ın ayetlerle bildirdiği hakikatleri saptıramaya kâfi gelmemektedir.        

El Kaide ve bağlı örgütler ile İslam, yani hak ve adalet adına savaşan mücahitlerin tamamının direnişleri Allah nezdinde makbul ve meşrudur. Seküler düşüncede gayrimeşru sayılıp teröristlikle suçlansalar da hiçbir şey ifade etmemektedir. Siyonistlerin terörist dediğine terörist diyen bir Müslüman, İslam’dan çıkmıştır. Hele de PKK gibi nefsi amaçları uğruna öldüren teröristlerle mücahitleri aynı kefede değerlendirenlerin vay hallerine!

Bir kimse, Allah yanında makbul ise, bütün insanlar ondan yüz çevirse ona hiçbir zarar gelmez. Allah yanında makbul olmayan bir kimseye bütün insanların hürmet ve tazimi, ona ne fayda temin eder? Dolayısıyla kimin Allah nezdinde makbul olduğunun kanıtı, ayetlere kayırsız-şartsız bağlılık ve sadakatle orantılıdır.

Evet, mücahitlerin kimi eylemlerinde iktidarlarının günahlarını çeken bazı insan ve çocuklar öldürülmüş olabilirler. Belki de onların ölümleri şer değil hayırdır. Allah adına verilen bir mücadelede ölmüş olmalarından günahlarının affa uğrayarak cennetle müjdelenmedikleri ne malum! Kul olan bizler bilemeyiz ama Allah’ın kıl kadar haksızlık yapmayacağı malumdur! Ayrıca kimin kalbinde ne sakladığını da bilememeyiz. Şeytan nasıl silahla dolaşmayıp vesveseleriyle düşmanlık yapıyor ise, kimin masum olup olmadığını da bilebilmek mümkün değildir! Çünkü Çin’deki bir kelebeğin kanat çırpışı, Karayip’ler de fırtınalara sebep olabilmektedir. Genelde insanlığın kaderi, hak ettiği olacaktır.” A.Einstein

“Bir de öyle bir fitneden sakının ki o, içinizden sadece zulmedenlere erişmekle kalmaz (umuma sirayet ve hepsini perişan eder). Biliniz ki, Allah'ın azabı şiddetlidir. “ Enfal 25

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur. “ Bakara 193


“Artık Allah yolunda savaş. Sen, kendinden başkası (sebebiyle) sorumlu tutulmazsın. Müminleri de teşvik et. Umulur ki Allah kâfirlerin gücünü kırar (güçleriyle size zarar vermelerini önler). Allah'ın gücü daha çetin ve cezası daha şiddetlidir.” Nisa 84

Hiç yorum yok: