2 Mart 2012 Cuma

Utanmadan 28 Şubat’ı tartışabiliyorlar…

Haksızlık ve adaletsizlikler karşısında mücadele etmekten kaçınıp zorbalara dikilemeyerek sefilsi şikâyetlerle yetinenlerin ne insan ne de mümin olamayacağı aşikârdır. Zaten suçların egemen olmasının yegâne müsebbibi böylesi insan müsveddeleri olup, kendilerine inanıp güvenen toplumları da beraberlerinde tutsak kılmaktadırlar.

28 Şubat darbesiyle ilgili başlayan tartışmalara o günün muhatap Refah Partisi yetkililerinin ağıtları, insanlığı ve imanı doğrayan acizliğin ta kendisidir. Korkularından zamanında müdahale edemeyip darbecilere teslim olan bir güruhun iktidarsı yetkilerini kullanamayarak ve direnişte bulunamayarak haksızlık karşısında susmak suretiyle sinmelerini hiçbir gerekçe aklayamaz.

Şeytan, kendisine biçilen kötülük görevini ifa etmekte ve kıyamete kadar beşeri hiçbir gücün buna mani olamayacağı Yaratıcı tarafından bildirilmiştir. Buna karşın iyiliğin yani hak ve adaletin mukim kılınabilmesi için de Peygamberler görevlendirilmiş, kötülüğe veya haksızlığı karşı nasıl mücadele edileceğiyle ilgili hükümler indirilmiştir.

Kötülük, asla şikâyet edilemez ilahi bir olgudur. Eğer Yaratıcı, kötülüğün temsilcisi şeytanı musallat etmeyip sadece iyiliği hâkim kılsaydı, dünya bir cennet olur; ne ahiretteki hesap gününü, ne de cennet ve cehennemi yaratırdı. Bu sebeple “bir bilgiye” göre yaratılan dünya ve canlıların işlevleri hükme bağlanmış; iman etmiş insanlara da kötüye karşı mücadele etme görevi yüklenmiştir.

Haksızlık karşısında susanı şeytanlıkla özdeşleştiren Peygamberimiz, böylece dünyadaki haksızlıklara müdahale etmeyenleri şeytanın adımlarını takip eden lanetli olmakla yaftalamıştır.

Merve Kavakçı adlı bayanın halk tarafından seçildiği halde türbanından dolayı din düşmanı zalimlerce meclisten kovulmasına direnmeyerek seçildiği üyelerine sahip çıkmayan Refah Partililerin koyun sürüsü misali kaçıp saklanmalarının bedelini 28 Şubat darbesiyle ödemeleri, hak ettikleri ilahi bir cezaydı. Hiç kimse mağduriyete sığınıp duygu sömürüsü yaparak gerçekleri örtbas etmeye kalkışmamalıdır. Milletin vekilliğine seçilmiş bir üyesinin hakkını gözetemeyerek kudurmuş sırtlanlara terk eden, yetmiş milyonun hakkını nasıl koruyacak?

Darbeci azgınlar ne kadar haksız ise, tepki vermeyip mücadeleden kaçan korkaklar daha da tehlikelidir.

Hak ve adalet vaatleriyle iktidara gelen Refah Partisinin emrindeki güçlerden sakınması akabinde yenilgiye uğraması, politikalarının tamamen nefse odaklı olmalarındandır. Çünkü kalpte saklı olanlar, bir müddet sonra ortaya çıkmaktadır. Yoksa zillet içinde iktidardan uzaklaştırmaları mümkün olabilir miydi? “Hiçbir zafere çiçekli yollardan gidilmez.” La Fontaine

“Kâfirlere ve münafıklara itaat etme. Onların eziyetlerine aldırma. Allah’a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah sana yeter.” Ahzab 48

“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münafıklara karşı cihad et. Onlara karşı sert davran. Onların varacakları yer cehennemdir. O ne kötü bir varış yeridir.” Tevbe 73

Gerek 28 Şubat işbirlikçilerini, gerekse benzeri oluşumların içinde yer alan hainleri, görevlerini yapan kötüler olarak addettiğimden ürkekçe şikâyete sığınmaktan ise ödeyeceğim bedeli düşünmeksizin mücadele eder; hapis, eziyet ve öldürülme kaygısıyla haktan kaçanları suçlu ve günahkâr bulup lanetlerim. Gerçekten iman etmiş kimse olsaydılar, hor ve hakir bırakılıp mağlup edilir miydiler? Allah, ayetinde açıkça “Allah’a güvenip dayan, vekil ve destek olarak Allah sana yeter” vaadinde bulunduğu halde; neden Refah Partisi Allah’a güvenemedi?

Amaçlarının ne kadar değerli ve hedeflerinin ne olduğu, 28 Şubat’taki duruşlarıyla orantılıdır. El ayak öperek bir müddet daha iktidarda kalabilmek uğruna yenilgiyi tadacaklarına, azgınlara pabuç bırakmayacak bir mücadelede mağlup olsalardı; apaçık bir zafer kazanacak ve kötülerin istikbaldeki cesaretlerini kıracaklardı.

Hükümet ortağı DYP’nin çözülmesini de Refah Partisinin kararsızlığı tetiklemiş, Tansu Çiller’in dışında zaten Genelkurmay’ın vesayetinde hareket eden DYP’liler, böylece az bir bedel karşılığı kendilerine fiyat etiketi koyarak ihanetin odağı olmuşlardı. Eğer merhum Erbakan, süreci cephedeki cesur bir komutan duruşuyla yönetip emrindeki askerleri dize getirebilseydi, tek başına kalsa bile Allah ona yeterdi…

Yoksa Allah’ın kâfi gelmeyeceğine mi inanıyorlardı?

O günün Refah Partililer; Ak Parti, Saadet Parti ve Has Parti olmak üzere üçe bölünmüş ve aralarında bir tek Ak Partinin Refah kanadı her ne kadar boyun eğmiş suçlu olsalar da, bugün, en azından hesap sorma liyakatine ulaşabilmişlerdir.

Haksızlığa uğradığında direniş gösteren sokaktaki bir adam kadar bile cesaret taşımayan özellikle SP ve Has Partinin hala ahkâm kesebilmelerini anlayamıyor, utanmadan 28 Şubat’ın analizini yapabilecek kadar pişkin tavırlarından bir insan olarak hicap duyuyorum.

Kötülük ve haksızlıkların tartışılmaları değil anında cezaları mutlak olmalıdır. Aksi takdirde tüm topluma yayılarak önü engellenemez cüretkârlıklara ve dolayısıyla çöküşlere neden olur. 28 Şubat’ın suskunluğu; 27 Nisan muhtırası, Ergenekon ve Balyoz gibi terör örgütlerini cesaretlendirmedi mi? İslam, kanlı pkk teröründen daha tehlikeli sayılmadı mı? Hüseyin Kıvrıkoğlu adlı eski Genelkurmay Başkanı; “28 Şubat 1000 yıl sürer” diyerek, Müslüman millete meydan okumadı mı?

Halkın iktidara getirdiği hükümetin karşısında esas duruşta bulunması gereken bürokratlar, böylesi akıl ve yasa dışı cesareti nereden alıyorlar?

Darbeci generaller ve işbirlikçilerinden elem duyulmamalı, asıl korkulması gerekenin hak ve adaletten yana görünen münafıklar olmalıdır.

Şeytanı takip eden kötüler kadar iman iddiasında bulunanların cesaret sahibi olamamaları; Allah’tan değil kuldan korkmalarından, inandıkları gibi iman etmediklerindendir.

Kötü, misyonunu yerine getiriyor; sözde iyiler ise laf yarıştırıp caka satıyorlar!

“İşte bunlar dünyada da ahirette de çabaları boşa giden kimselerdir. Onların hiçbir yardımcısı da yoktur.” Al’i İmran 22

Hiç yorum yok: