25 Mart 2012 Pazar

Ölümüne bir kulaç kala…

Hakkında yazılan kaderi üstün geldi.

Allah Resulü ashabı ile konuşurken bir Yahudi ona uğradı. Yahudi, Allah Resulüne şöyle dedi; “Ey Muhammed! İnsan neden yaratılır?”

Allah Resulü; “Ey Yahudi! Yaratılan herkes erkeğin nutfesi ile kadının nutfesinden yaratılır. Erkeğin nutfesi kalın bir nutfe olup, kemikler ve sinirler ondandır. Kadının nutfesi ise ince bir nutfe olup, et ve kan ondandır” diye buyurdu.

Nutfe, yani tatmin anında çıkan men; erkeğin sulbünden ki, erkeğin sulbü sırtıdır. Kadının ki ise göğsünden, boyun kemikleri ile memeleri arasındaki göğüs kemiklerinden tazyikle çıkan sudur.
Nutfe, rahimde kırk gece kaldıktan sonra, melek onun yanına girer ve Rabbim nedir? “Mutlu mu yoksa mutsuz mu; erkek mi dişi mi” diye sorar. Allah-ü Teâlâ buyurur ve o iki melek yazarlar. Onun ameli, eseri, musibeti, eceli ve rızkı yazılır, sonra sayfa dürülüp kapatılır. Ondakilere (o kitapta yazılanlara) hiçbir şey eklenmez ve hiçbir şey eksiltilmez.

Allah Resulü (S.A.V) şöyle buyurdu: Muhakkak sizden birinin annesi karnındaki yaradılışı kırk günde gerçekleşir. Sonra bir kan pıhtısı, sonra aynı sürede bir çiğnem et olur. Sonra o bir çiğnemlik et parçası kemik olur. Kemiklere et giydirilir. Sonra ona kemikleri, sinirleri ve damarları ile baş, el ve ayak sahibi bir şekil verilir. Allah, sonra ona melek vasıtasıyla Ruhunu üfürür. Meleğe şu dört kelime emrolunur; Rızkı, eceli, ameli, mutlu mu yoksa mutsuz mu olacağı.

Allah Resulü der ki! Allah’tan başka ilah olmayana yemin ederim ki; Muhakkak sizden biri cennet ehlinin amelini işler de, cennet ile onun arasında ancak bir kulaç kala, hakkında yazılmış olan kitap üstün gelir ve onun amelleri cehennem ehlinin amelleri ile tamamlanıp doğrudan cehenneme girer. Muhakkak sizden biri cehennem ehlinin amellerini işler de, cehennem ile arasında bir kulaç kala, hakkında yazılmış olan kitap onu geçer ve ameli cennet ehlinin ameli ile biterek cennete girer.

İslami imaj sahibi Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç’ın da ölümüne bir kulaç kala, amelenin cehennem ehlinin ameliyle tamamlanıyor olması, muhakeme edebilenler için fevkalade önemli bir gözlemdir.

“Devletin, Müslüman, dindar yetiştirmek gibi bir görevi yok” diyebilen Bülent Arınç, rahmani değil şeytanidir. Dindarlık; Allah’ı bilen, inanan, hiçbir suçun hesapsız kalmayacağı bilinciyle söz ve davranışlarından kaygı duyan, kendisine veya yakınına yapılmasını istemediği bir kötülüğü bir başkasına yapmayarak Yaratıcısına saygı duymasından canlılara da sevgi ve saygıda kusur etmeyendir. Şüphesiz Allah, böylesi bir erdemliği ve hidayeti, ancak iman edenlere bağışlamıştır.

Allah nezdinde hakiki ve tek din olan İslam; Allah’a boyun eğmek, teslim olmak ve itaat etmek olup, yaratıklar arasındaki hak ve hukuku tanzim eden, devlet ile millet ve uluslar arası ilişkileri barış ve adalet temelinde düzenleyen ve kötüye müsamaha tanımayan vahiysel bir sistemdir.

Nefsi öldüren sadece İslam olduğuna göre; İslamsız bir toplumun vicdanlı, dürüst, merhametli ve adaletli olabilmesi mümkün değildir. Yaratıcısına asi eğitilmiş bir nesil, insanlığa iyilik ve fayda değil kötülük ve zulüm getirir. Yaratıcı Allah’ın her şeyi görüp işittiği inancıyla özdeşleşmemiş insanlara yetebilecek polis ve asker gücü bulunamayacağından, Allah sevgi ve korkusu; haksızlık ve suçların tartışılmaz sigortasıdır.

Devletin olmazsa olmaz görevi; insani vasıfları yücelten, merhameti mukim kılan, hak ve adaleti ilke edinen bir nesil yetiştirmek değil de, nefsi doğrultusunda hareket eden şeytani bir nesil midir?

"Devletin dindar nesil yetiştirme gibi bir rolü olmalı mı?" sorusunu soran öğrenciye, "Bu sorunun cevabını Tayyip bey duymasa daha iyi olur değil mi” sözde espriyle karşılık veren Bülent Arınç, acaba Allah’a da mı espri yapmıştı?

Devletin temel eğitimi vermesi gerektiğini, genç nesillerin iyi bir eğitim almasını amaçladıklarını anlatan Arınç, Darwinist çevrelere hoş görünebilmek için “dindarlık” kavramından rahatsızlık duymaktadır. İyi ve nitelikli bir eğitimin ancak vahyin rehberliğinde olabileceğini dahi savunmaktan ürken Arınç; acaba Müslümanlığın ilkel, hakir ve izzetsiz mi olduğunu düşünmektedir?

Toplumların huzur, güven, barış ve adalet içinde yaşayabilme yolunun İslam ve İslam’a karşı çıkanları şeytanın adımını takip eden kötüler olduğunu açıkça bildiren Allah, onlara karşı savaşı emretmedi mi? “Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın!” Enfal 39

Böylesi alçaksı bir riyakârlıktan dolayı toplum münafıklaştırılıp maskelere büründürülmedi mi?
Haktan korkup zararsız bir canlıyı dahi incitmekten kaçınan Müslüman milletimizi tarumar eden seküler rejiminden kurtarabilmek için siyaset yaptığını iddia etmiş olan Bülent Arınç, sahip olduğu makam ve şöhretin benliğiyle söz konusu rejimin çarklarında öğütülmüştür.

Açıklamalarından din kavramının ne anlam taşıdığını dahi bilmeden ahkâm kesen Arınç, demokratik bir eğitim sistemi yaratmanın hükümetlerin görevlerinden olduğunu belirterek, dinin; “itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, düşünce ve iradesine kayıtsız teslim olmak, ilkelere ve prensiplere koşulsuz bağlılık, kanun, ceza ve millet” olduğunu öğrenmesi gerekir. Dolayısıyla ister seküler ister semavi ister semavi olmayan her rejim, bir DİNDİR…

Toplum için hayati olan; hangisinin ehven olduğu, hakkı ve adaleti temsil edebildiğidir.
Yanlışı darıltmamak için doğruyu eğip bükenin nasıl zehirli olduğu, Bülent Arınç’ın ifadelerinden anlaşılmaktadır.

Kendini yaratan Rabbine saygı duymayan, kötülüklerden sakınabilir mi? Belki fırsat eline geçmediğinden iyi sanılabilir ama fırsat yakaladığında gerçekte ne olduğu ortaya çıkar.

“Hikmetin başı, Allah korkusudur. Başka deyişle, insanlığın ölçüsü, Allah’a ve O’nun kanunlarına olan bağlılıktadır.” Hz. Ömer

Bülent Arınç, öyle lâfebeliği yapıyor ki, dindarlığın sadece Müslümanlara ait bir vasıf olmadığını, herkesin kendi inancında dindar olabileceğini belirterek, "Ben dindarlığı samimiyet anlamında söylüyorum. Bir insan inanıyorsa, o inancını samimi olarak yerine getirmesi, onu savunması, onu yaşaması onun dindarlığıdır. Bizim toplumuzda da herkes inandığını söyler. Çünkü bir insan inanabilir, inanmayabilir de. İnanan insana saygı gösterip, inanmadığını söyleyeni dışlamak kesinlikle demokratik değil. O da onun inancıdır, inanmıyordur. Ama onu kınamak, aşağılamak mümkün değil. Elbette ateistler de olacak, bunu ifade eden insanlar da olacak.”

Oysa Allah, indirdiği birçok ayetinde tek dinin İslam olduğunu, İslam’ı kabul etmeyenlerin dost edinilemeyeceği, onlara sevgi ve saygıdan bulunulmayıp kınanması ve dışlanması gerekliliğini, bedeli ne olursa olsun İslam’ın egemen kılınmasını, Allah, Resulü ve ayetlere karşı kibirlenen ateistlerle bir arada oturulmayacağını ve hiçbir tartışma içine girilemeyeceğini buyurduğu halde; nasıl olurda bir Müslüman, demokrasi gereği Allah’ın hükümlerine karşı gelebilir?

Sanırım Bülent Arınç, dinin anlamını bilmediği gibi demokrasinin de anlamını bilmiyor ki, sözde bir Müslüman olarak vahye göre değil demokrasiye göre yargıya gidilmesine salık verebiliyor.

Allah’a saygı duymayana hiçbir mümin saygı duyamaz ama saldırgan olmadıkları müddetçe tahammül eder ve barış çerçevesinde bir arada yaşayarak, adalet karşısında kendini ayrıcalıklı göremez.

Bülent Arınç bilmelidir ki, bu millet Müslüman’dır ve İstiklal Savaşlarındaki amacı, dinleri İslam’ın vatanlarından yok edilmemesi içindi. Bu uğurda canlarını veren ecdada ihanet edercesine Müslümanlık ve İslam’ın vurgulanmasından rahatsızlık duyarak; isyanı, suçları ve terörizmi doğuran İslam karşıtları nezdinde itibar kazanabilme adına yaptığı yorumlar, apaçık bir münafık olduğunu kanıtlamaktadır. Unutmamalıdır ki, insan, ancak Müslümanlıkla şereflendirildiğinde yücelir...

Hıristiyanlar uygarlıkları, CHP’de laiklik adına Müslümanları kasıp kavururken; Müslüman bir nesil yetiştirmek mi “pardon” oluyor?

Dokuz vatandaşımızı katleden terörist İsrail’e, şehitlerimizin kanı kurumadan teslim olan Bülent Arınç değil mi?

“Çevrelerine uymak için kendilerini yontanlar, tükenip giderler.” R.Hull

Hiç yorum yok: