13 Temmuz 2010 Salı

Seküler düşünce ve düzenler de bir dindir…

Akıl ve irade güdümlü teorilerin toplumları Allah’tan uzaklaştırabilmek için din, bilim ve siyaseti farklı kuvvetlermiş gibi çelik duvarlarla ayırıp, “Tanrı ya yoktur ya da gökyüzüne yerleşip yeryüzünün idaresi insanların iradesindedir” anlayışlarının itibar bulması, yeryüzü-gökyüzü tanrılarını doğurarak riyakârsı bir inanç ve düzen karmaşasına neden olmuştur.
Oysa her şey, Yaratıcı’nın mutlak iradesi doğrultusunda üremekte, biçimlenmekte, düşünce ve eyleme dönüşmektedir.

İlahiyatçıların dahi rasyonalizm felsefesinin etkisinde kalarak seküleristleri meşrulaştıran din yorumları toplumları ikileme sevk etmiş, gerçek ya bilinçli yahut bilinçsiz bir saptırmayla eğilip bükülerek temel yapı tahrip edilmiştir.

Öncelikle “Din nedir?” sorusuna cevap bulabilirsek tuzaklarda açığa çıkabilecektir. Din, kavram itibariyle itaat, hizmet, birisinin emri altına girmek, başkasının üstünlüğünü kabul edip boyun eğmek, düşünce ve iradesine kayıtsız teslim olmak, ilkelere ve prensiplere koşulsuz bağlılık, kanun, ceza ve millettir. Din; her ne kadar tanrısal, vahiysel, kutsal veya ruhsal bir yapıymış gibi manipüle edilip, siyasi hayattan ve devletten uzak tutulmak istense de, gerçekte sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri yasaların bütünü; bilimin, düşünce ve iradelerin tamamıdır. Bilimsel, hukuksal ve idaresel her anlayış ve rejim; kendine göre dini bir düzenektir. Söz konusu dinsel yapıya göre kanunlar yapılarak egemenlik hakkı amaçlanır, insanların itaat ve hizmeti şart koşularak üstün addedilen hakim gücün emri altında ve onun hükümleri çerçevesinde tek güç olunduğunun tasdik edilmesidir. Bu sebeple düzenin kurucusu, yasa yapıcısı ve yöneticisi; otomatikman tanrısal bir egemenlik hakkına da sahip olmaktadır. Dolayısıyla her toplum, idare edildiği düzene göre egemen kabul ettiği gücü veya güçleri dolaylı yoldan tanrılaştırarak, farkında olmadan tapınabilmektedir. Düşünce, rejim ve düzenin adı ve tanımı her ne olursa olsun o mutlaka bir dindir. Dolayısıyla ateizmde kural ve kaideleriyle bir dindir…

Tüm çaba, insanların kul olma yaratılmışlıklarını aşacak benliğin yüceltmesiyle Yaratıcı’ya karşı güçlü ve irade sahibi bir egemenlik gütmek, Allah’ın koyduğu kuralları ve mutlak iradesine rakip zafer kazanabilecek üstünlüğü rasyonalist temelli argümanlarla adı laisizm, sosyalizm, liberalizm, demokrasim, Marksizm ve Kemalizm gibi doktrinlerin yasa belirleyici etkileriyle dinleştirilmeleri akabinde insan tanrılaştırılmaktadır. Ancak teorilerindeki düşünceleri pratikte gerçekleştirememeleri her ne kadar toplumları uyandırmasa da kader hükümlü akış, mecrasında sürmektedir.

Yaratıcının vahiysel dinini yani anayasasını sözde kutsallaştırıp siyasetten, devletten, kamudan ve sosyal hayattan arındırarak kendi dinlerini hâkim kılanlar, oyun içinde sayısız dalavereler tertipleyerek inananları şeytanca aldatmışlar ve aldatmaya devam etmektedirler. Çünkü vahyi reddeden düşünce ve sistemler, mega yalanlar zemininde inşa edilmiş abartılardır. Toplumların yaratıcıya karşı olan duyarlılığını dikkate alarak öylesi hilelere girişmişler ki, dinin sadece kişiye özel ilahsal ve ibadetsel bir ritüel olduğunu işleyerek saygı altında Yaratıcı’yı dokunulmaz kılıp, hapsedercesine yeryüzünden dışlamak suretiyle tüm yetkiyi kendilerinde toplamış, insanların nefislerini okşayan seçme, seçilme, özgürlük veya hâkimiyet adı altında suni payeler vererek, tanrısal gücün otoritesine kavuşabileceklerini sanmışlardır. Sırf Yaratıcının düzenini kabul etmemek ve egemenliği altına girmemek adına birbirlerinin köleliğine razı olmuş ve boyun eğmeyi ayrıcalıklı bir onur vesilesi saymışlardır. Acaba böylesi bir anlayışa sahip politikacı, ilahiyatçı veya devletlerin aydınlık verebilmesi mümkün mü?

Lâik, sosyalist veya demokratik düşünce temelinde yapılaşan devletlerin din ile siyaseti düşman hatları misali birbirinden ayırarak insanı tanrılaştıran hukuklarıyla ayakta kalabilme çabaları, semavi dine mensup politikacı, düşünür ve ilahiyatçıların desteklerindendir. Halkı etkileyerek yanlışı meşrulaştıran bu çıkarcı mihraklar; doğrunun, hakkın ve adaletin hâkim olmasına mani olmakta, dolayısıyla Allah dini ve devlet dini gibi korkunç bir ikilem oluşturarak, dolaylıda olsa çok tanrılı bir düzeni savunmaktadırlar. Ancak toplumlar böylesi şeytani bir hileyi derinden sorgulamamalarından gerçeği kavrayamamış, böylece çok tanrılı ve dinli inanışları özümseyebilmişlerdir.

Öyle riyakârsı ve münafıksı bir paradoksu meşrulaştırmışlar ki, Allah’ın dini ile devlet dininin sınırları çizmiş ve alansal müdahaleleri savaş nedeni sayarak, kıyasıya mücadele etmişlerdir. Çağlar boyu süregelen çatışmalar ve bölünmeler ırktan çok dinsel zeminde baş göstermiş, Tanrı ile insanın egemenlik haklarından ötürü milyonlarca canlıyı ölüme sürükleyerek göz açtırmamışlardır. Bir tarafta vahiysel anayasayı reddederek lâik zeminli demokratik veya sosyalist dinle kendini tanrılaştıran insan, diğer tarafta Yaratıcı olma hasebiyle sadece hukukuna uyulmasını emreden Allah!

Bu durumda Allah’ın dinine iman etmiş bir Müslüman kime itaat etmeli ve hangi tarafın dini bağlılığıyla huzuru, adaleti, mükâfat ve cezasını ciddiye almalıdır? Ya Yaratıcı Allah’ı ya da kendi gibi yaratık olan insanı...

Türkiye Halkının dini, bağlı olduğu laik ve Atatürkçü anayasadır. İslam dini ve Allah’a olan inançları bir ritüel niteliğinde olup, tamamen ruhsal bir mastürbasyondur.

Aslında sözü uzatmak yerine şu soruları cevaplayan her insan; gerçekte tanrısının kim ve hangi dine mensup olduğunu ortaya çıkaracaktır.

1- Allah’ın dinine mi devletin dinine mi itaat ediyorsun?
2- Yaşamında devlet dinin kurallarına mı, Allah dinin kurallarına mı boyun eğiyorsun?
3- Kimin emri altındasın?
4- Kimin üstünlüğünü kabul edip düşünce ve iradesine kayıtsız teslim oluyorsun?
5- Allah dinine mi, devlet dinine mi hizmet ediyorsun?
6- Kimin ilkeleri ve prensiplerine koşulsuz bağlılık gösterip yaşamında uyguluyorsun?
7- Allah’ın indirdiği hükümler mi, devletin koyduğu hükümler mi bağlayıcı ve nezdinde hayati bir değer taşımaktadır?
8- Devletin anayasası mı, Allah’ın anayasası mı zorunlu bir kanundur?
9- Devletin milleti mi, Allah’ın milleti misin?
10- Devletin cezaları mı, Allah’ın cezaları mı güçlü ve caydırıcıdır?
11- Her iki dini bir arada yaşamayı sindirebiliyor musun?
12- Yasa yapıcı devlet mi, Allah mıdır?
13- Kuralları belirleyici devlet ya da yaratık vekiller ise, Yaratıcı Allah’a olan inanç iddian yüzeysel değil midir?
14- Allah dinini reddeden laik bir devlete bağlılık, itaat ve hizmet; Allah’a küfür değil midir?
15- İnsanların kaderlerine devlet değil de Allah hükmediyorsa; eğer ateist değilsen devlet dinine itaati nasıl bir duygu ve mantıkla kabul edebiliyorsun?
16- Allah’ın lütuflarının yanında devletin ne verdiğini hiç sorguladın mı?
17- Sözü ve kararı Yaratıcı belirliyorsa; vahyi dışlayan devlet kimdir, yaptırımı ve gücü nedir?
18- Tek güç Allah mıdır, devlet midir?

Yeryüzünde ve siyasette ayrı bir tanrı, gökyüzünde, doğada ve ölümde ayrı bir Tanrı’ya inananların dinleri her iki tarafça da samimi bulunmamakta ve lanetlenmektedir.

İki tanrı ve dine sahip olduğunu fark ettin mi?

Hiç yorum yok: