4 Şubat 2010 Perşembe

Bayağı; tanrısal vekiller mi, kulsal seçmenler mi?

Geçen gün, radikal bir Saadet Partili olan kuzenimle yaptığım görüşme sırasında; önderi Numan Kurtulmuş’un ünlü İslam düşmanı ve mafya patronu bölücü Aydın Doğan’ı, çarptırıldığı vergi cezasına köstek olmak amacıyla gizli ziyaretini, dolayısıyla 28 Şubat sürecinin etkin provokatörü ve partilerinin baş hasmıyla olabilecek ittifaklarını hangi çıkar temelinde sindirebildiklerini sormuş; akıl almaz bir mantıkla önce Başbakanı ve AKP’yi karalayıp, akabinde de tanrısal seviyede iman ettiği Numan Kurtulmuş’un “o ne yapmışsa doğru yapmıştır” kayıtsız teslimiyetinin, ne acıdır ki A’raf Süresi 179. ayetinde belirtilen “onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar” hükmüyle özdeşleştiğine şahit olmuştum.

Bir o mu; diğer partiler ve cemaatlerin taraftar veya müritleri aynı değil mi? Özellikle aşırılıkta sınır tanımayan, ideolojilerinin egemenliği uğruna acımasız halkını katletmeyi planlayabilen, düşüncelerinde olmayanlara göz açtırmak istemeyen neo-nazi Atatürkçülere ne demeli? Kendilerini diğerlerinden üstün ve hâkim kılan milliyetçiler farklı mı? Hata ve yanlıştan yoksun sayılan sözde kurtarıcı liderlerin tartışılması ve eleştirilmesine tahammül edilmeyen ve sadece partilerinin harami iktidarlarına odaklanmış bir ülkede; uzlaşmanın sağlanabilmesi, birlik ve beraberliğin tesisi, doğrudan ülke menfaatleri adına bir araya gelinebilmesi, halka örnek olunabilmesi, hak ve adaletin gözetilmesi, ayrılıklara son verilebilmesi mümkün mü?

“Andolsun, biz cinler ve insanlardan birçoğunu cehennem için yaratmışızdır. Onların kalpleri vardır, onlarla kavramazlar; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar hayvanlar gibidir; hatta daha da şaşkındırlar. İşte asıl gafiller onlardır.”

Sürekli vekil, lider yahut hocaları kıyasıya eleştirip yerden yere vurarak, hatadan münezzeh bir tanrısallaştırılışa yücelten alık yığınları masum ve mağdur benimsememiz, şüphesiz yapının hangi temel yanlış üzerine inşa edildiğine açık bir delildir.

Bırakın içerideki kini ve dalaşı, “kol kırılır yen içinde kalır” bütünlük duygusuna bile ihanet edebilecek kadar husumet içinde olan Atatürk ve sözde Türk milliyetçileri CHP ve MHP, Türkiye olarak ilk defa kavuştuğumuz Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi Başkanlığında bir Türk vekilinin AKP’li olması gerekçesiyle destek vermemeleri, hasımsı bölünmüşlüğümüze başka bir kanıt bırakmamaktadır. Güya çok sevdikleri vatanlarına böylesi bir ihaneti sırf iktidar hırsları, hükümetin başarısını gölgelemeleri ve öç alma adına yapmaları, her ne kadar şeytani ihtiras ve kimliklerini deşifre etse de, maalesef seçmenlerince tepki almamakta, dolayısıyla düşmanlığın sadece tavanda değil tabanda da aynı şiddetle baş gösterdiğini ortaya koymaktadır. Şüphesiz tabanların desteği olmasa cesaret edebilmeleri söz konusu değildir. Ancak usta bir düzenbaz olduklarından uyduracakları gerekçelerde ceplerindedir. Yalancılık ve kumpasçılıkta mahir olmayanların politikacı olabilmeleri mümkün mü?

Atatürk, Türk ve Kürt milliyetçilileri sadece kendi aralarında savaşmıyor, hepsine karşı hilkatte bir eş fıtratıyla yaklaşan vahiyle de kıyasıya çatışarak; Türkiye’yi tamamen bölmek ve elimizde kalan küçücük misakı milli sınırlarını da işgalcilere verebilmek için ellerinden geleni artlarına bırakmamaktadırlar. Geçmişte olduğu gibi bugünde haçlıların amaçlarına uygun bir ayrılıkçılığa girişerek, uluslar arası arenalarda dahi nefretlerini kusmakta, bölünmüş duruşlarıyla kolayca yutulabilecek bir lokma imajını fırsatçılara sunabilmektedirler. Önce böl, sonra yut…

Anıtkabir Tapınak Şövalyelerinin sol ve sağ politik kanatları CHP ve MHP’nin gafil yandaşları bilmelidirler ki, belki aç kurt misali partilerinin iktidara gelmesiyle para, güç ve makama kavuşacakları zannıyla talan etmeyi düşündükleri ne devleti ne de ülkeyi bulabileceklerini beklemesinler. Ufukta öylesine bir kaos ve felaket bekliyor ki, belki pişman duyacaklar ama geri dönüşleri olmayacaktır. “(Kötülere) uyanlar şöyle derler: Ah, keşke bir daha dünyaya geri gitmemiz mümkün olsaydı da, şimdi onların bizden uzaklaştıkları gibi biz de onlardan uzaklaşsaydık!” Bakara.167
Yine AKP yandaşı olduğumu düşüneceklere sesleniyorum! Sitedeki yazılarımın yanı sıra, eğer “Neden Oy Kullanmıyorum” ve “Mutlak İrade” adlı kitaplarımı okuyabilirseniz, AKP’ye nasıl sert bir muhalefet yaptığımı müşahede edeceklerdir. Ancak Türkiye’nin gücü ve bağımsızlığı, milletimin huzur ve güveni tüm lider ve parti yandaşlığımın üzerinde olmasından, mühürlü şaşkınlar gibi riyakârca yanlışlığın savunuculuğunu yapmıyor, menfaatleri gözetlemiyor, bedeli ne olursa olsun doğrunun yanında batılın karşısında durmakla insanlık mertebesine ulaşılabileceğini düşünüyorum.

MHP ile CHP arasındaki seçmen ve hissiyat söylemi malumdur. MHP “Ya Allah, Bismillah”, CHP ise “Atatürk ve laiklik” propagandalarıyla kitleleri etraflarında toplarlar. Ancak MHP’nin putperest CHP çizgisine kayarak, ATŞ’nin sözcülüğünü üstlenmesi ve alttan alta manevi değerleri kemirerek ülkücüleri asimile etmesi, CHP’den çok daha sinsi ve ikiyüzlü olduğunu belgelemektedir.

Seçmenlerinin büyük bir çoğunluğu vahye iman etmiş Müslümanlar olup, irtica adına dine savaş açan ve Müslüman halkı kıymaya karar veren ataist komutanlara, Başbakan Erdoğan’a hücum ettikleri, hatta “vatan haini” olmakla suçladıkları gibi bir tepkide bulunmamakta, göstermelik bir hukuk ve demokrasi zevahiriyle yan yoldan geçiştirmektedirler. Ancak ülkenin başbakanına karşı öylesi derin bir kin taşımaktadırlar ki, DTP’ye gösterdikleri hoşgörü ve uzlaşıyı AKP’ye sunmayarak, dolaylıda olsa Ergenekon, Kafes ve Balyoz terör örgütlerinin yanında yer almaktan ve AKP’nin alaşağı edilerek Müslümanlara zulüm edilecek olmasından hiç mi hiç rahatsızlık duymuyorlar.

TBMM’de ki son gelişme, MHP’nin gerçekte CHP gibi nasıl bir “başörtüsü” düşmanı ve ataist darbecilerin yandaşı olduğunu kanıtlamış, partisinde binlerce kadının sırf türbanlı olduğu için eğitim alamadığı, kamu alanlarına giremediğini, çalışamadığı, horlandığı ve evlatlarının askeri törenlerine iştirak edemeyerek dışlandıklarını umursamayarak, “peygamber “ gibi yüce bir makamı ve değeri haddi aşarak şova dönüştürmek suretiyle akılları sıra Başbakan eşinin GATA’ya alınmamasıyla ilgili rezaleti alay konusu yapabilmektedirler. Acaba partili bayanları GATA gibi askeri garnizonlara rahatlıkla girebiliyor mu, yoksa geçmişte kadın milletvekilleriyle ilgili verdikleri fetva doğrultusunda aç-kapa riyalığını mı sürdürüyorlar?

Türkiye’nin nasıl merhametsiz faşist bir Atatürkçü diktayla yönetildiğini itiraf etmek zorunda kalan hükümetin başı Erdoğan, eşinin örtüsünden dolayı bir dostunu GATA’da ziyaret edememesinin elem ve kederini dile getirmesini MHP, en azından partili kadınların hatırına desteklemek yerine, alçakça alay konusu yaparak buyurganların yanında yer alması, hiçbir gerekçeyle örtbas edilemez ve bilmukabele tarzında bir haklılık savunması yapılamaz. Müslüman kadının imansal şerefi olan örtüsüyle ilgili baskılar, zulümler ve aşağılanmalar ortadayken; MHP’nin Başbakan Erdoğan’ı eleştirebilmek maksadıyla “türbanı” meze yapması, muhakeme edebilen MHP’lilerin dikkatini çekmeli ve yönetimlerinin hangi faşist düşüncede olduklarını kavramalarına bir ipucu olmalıdır. Böylece MHP’nin şehit törenlerinde evlatlarının ve kardeşlerinin tabutlarına sarılarak hıçkırıklar içinde ağlayan Müslüman ebeveynleri de milliyetçilik manipülasyonuyla nasıl sömürdükleri, artık tartışılmazdır.

Aslında iktidardaki Başbakan Erdoğan’ın da şikâyet hakkı yoktur. 7 yıldır iktidarda ve meclis çoğunluğu bulunmasına rağmen; neden anayasayı değiştirebilecek cesur adımları atmak suretiyle türban, açılım ve kangrenleşmiş sorunları çözemiyor? Barbar Anıtkabir Tapınak Şövalyeleriyle çıkabilecek bir gerginliği bahane etmesi, adalet ve hürriyet umuduyla yanıp tutuşan halka bir ihanet değil mi? Halk; şövalyeleri mi, yoksa onu mu iktidara getirdi? Gereğini yapsın ki ne hayıflansın ne de iktidarsız bir hükümet siluetine bürünsün…

Unutmamalıdırlar ki hükümet dik durup doğru ve dürüst olursa, halkta aynı duruşu gösterir, böylece ne sapan muhalefet ne de azgın şövalyeler kendilerine hiçbir zarar veremezler…

MHP, iki yıl önceki haddi aşan aşkının kurbanı bir il başkanının Başbakan Erdoğan’ı ikinci peygamber hezeyanı ve Başbakan Erdoğan’ın da söz konusu kişiyi il genel meclis üyeliğine seçtirmesini referans göstererek mecliste yıkıcı bir provokatörlüğe kalkışması; aklıma "neden aynı tepkiyi APO’yu idamdan kurtaran liderleri Devlet Bahçeli ve eski bakanları içinde göstermediler" sorusu takıldı. Devlet Bahçeli’nin affedilmez bu ihanetine karşılık, kendisini yeniden lider seçmediler mi? Öyleyse, kendi rezilliklerini değil de neden AKP’nin sıradan bir il başkanını tartışıyorlar? Yoksa niyetleri GATA despotizmine meşruiyet kazandırmak mı?
Acaba Başbakan Erdoğan’ın eski il başkanını partiden istifa ettirmesi misali, aynı duyarlılığı ve dürüstlüğü MHP de göstermeye cesaret edip, Devlet Bahçeli’yi liderlikten ve partiden ihraç edebilecek yahut istifasını talep edebilecekler mi?

Devlet Bahçeli ve kadrosunun iktidarda olduğu sırada APO’yu idamdan kurtarıp PKK’yı semizlettiklerinde; neden ülkücüler sessiz kaldılar? Yoksa iktidarın ganimetleri daha önceliklimiydi ki kalplerini boşaltıp keselerini doldurmayı tercih etmişlerdi? Ya da İslam, halk ve özgürlük düşmanı komutanlar gibi onlarda mı AKP’yi irtica ve PKK’dan daha tehlikeli bir paranoya içindedirler?

Bugün uyanmasanız da yarın mutlaka uyanacaksınız…

Ruhen çorak öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, iyi ve dürüstlüğün tüketildiği, merhametin ve adaletin süpürüldüğü ve birinin diğerinden daha beter olduğu bir karanlıkta kudurukların peşine takılmış sürünüyor ama farkında bile olamıyoruz. Önce kedimize bakalım, sonra başkalarına!

“Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider.” C.Bruno

Hiç yorum yok: