8 Şubat 2010 Pazartesi

İnsanoğlu ne kadar akılsız ve ahmak…

İçinde her şeyin cereyan ettiği dünya gibi namütenahi geniş bir laboratuara sahip insanoğlunun yaşadığı süreli hayatı muhakeme edemeyip, körü körüne birilerinin yahut batıl fikirlerin ardına takılarak tutsak olmaları, ne kadar akılsız ve ahmak olduklarına açık bir delildir. Aklını kullanamadıktan sonra aklın olması ne ifade eder? Yoksa akıllarını kullanabilecekleri özgür bir iradeleri bulunmadığından mı zilletten sakınamıyorlar?

Bir saniye sonrasının belirsizliğini kabul ettikleri halde kozmetik üründen ibaret geçici makam, şöhret, para ve iktidar hırslarını dizginleyemeyip, kendilerinden daha üstün addederek fayda ve hidayet verici sandıkları çıkarcı fırsatçılardan menfaat veya himmet umabilmeleri, kadersel değilse nedir? Sahip olunanların lütuf ya da lanet olabileceğini kestiremeyenlerin iddiaları ancak çöpsel döküntülerdir. Aklın bilimsel tanımının tüm kurallarına haiz ve görsellikte başarı elde etmiş olanların gerçeğe odaklanamamalarının sebebi “benlik” olabilir mi? Oysa akıllıya “ben” yakışmayacağı her ne kadar tartışılmaz ise de, maalesef kariyerleri, unvanları, popülariteleri ve kazanımları sanki akıllı oldukları bir rehber yanılgısı doğurduğundan kendileri gibi sefihsel kitleleri peşlerinden sürükleyebilmektedirler.

İster din, ister bilim, ister siyaset, ister askeri, ister sanat, isterse medya alanlarında olsun sultalaştırılan kimselerden hakkaniyet ve erdemlik beklenemez. Benlikleri kabartan şan, iltifat ve övgüler böbürlenmeye, dolayısıyla hata ve yanlışı reddetmelerine neden olmaktadır ki böylece en dahi bilgeler, liderler, âlimler veya kahramanlar olarak tanrılaşma süreci başlamakta, mezara kadar bir daha geri dönüşü olmamaktadır.

Hâlbuki Hz. Ömer; “Benim için insanların en sevimlisi, bana hatalarımı hediye edendir” diyerek, makamı, gücü ve egemenliği ne olursa olsun her şeyden önce yaratık bir insan olduğunu özenle vurgulamış, hilkatteki diğer eşlerinden hiçbir farkı olmadığını, aksine yükümlülüğünden dolayı onların efendisi değil hizmetkârı olduğunun altını çizerek, bizzat yaşamına geçirmiştir.

Yaklaşık 100’e yakın ülke dolaşıp ticari temaslarda bulunmuş, Türkiye gibi kavramsal katliamların, fikir çatışmalarının, baskı ve dayatmaların, hoşgörüsüzlüğün, müsamahasızlığın, çıkarcılığın, yasakçılığın, aldatıcılığın, fırsatçılığın, egoistliğin ve düşmanlığın olduğu bir devlete ve tavana rastlamadım. Evet, totaliter ideolojisi adına halkına hasım bir devlet ve taşeron efendiler Türkiye’yi kuşatmış, tarihin hiçbir döneminde özgüvenini yitirmemiş ve aşağılık bir komplekse kapılmamış halkımız, birbirine zıt düşünce ve inançların yoğun baskısından melezleşmekten, dolayısıyla neyin doğru veya yanlış, iyi veya kötü olduğunu sorgulayamama köleliğinden kurtulamamıştır.

Tecrübelerim ışığında gerçeğe hedeflenmemle birlikte insanların değil, Yaratıcı’mın nezdinde makbul olmaya gayret etmiş, asla bir fayda yahut zarar sağlamaya güçleri bulunmayan insanların hürmet ve tazimlerini iterek, doğruluk ve dürüstlükten asla taviz vermemeye çalıştım. Zannın, kusur araştırmanın, ayıpları deşifre etmenin ve arkadan çekiştirmenin günah oluşu ve insanlıkla bağdaşmamasından ötürü ısrarla kaçınmış, inandığım değerlere ve insanlığa zarar veren kimseleri engelleyebilmek maksadıyla yüzde yüz emin olduğum gerçekleri uyarısal bir açıklamayla duyurmayı vazgeçilmez bir görev addettim. Çünkü çeşitli menfaatler pazarlığında haksızlık ve tertipler karşısında göz yumarak; ne inancıma ne de güvenen insanlara ihanet edip, dilsiz bir şeytan olmaktan sakındım.

Allan nezdinde makbul olan bir kimseye bütün insanlar yüz çevirse ona bir zarar gelir mi? Allah indinde makbul olmayan bir kimseye bütün insanların saygı ve ikramı ona bir fayda sağlar mı?

Unutulmamalıdır ki önemli olan fani kişiler değil, baki değerler ve kitlelerin erdemleşmesini sağlamaktır.

Yalancıların, riyakârların ve bozguncuların itibar gördüğü Türkiye, artık özüne dönmeli; şeref, dürüstlük, cesaret ve adaletle yâd edilen atalarıyla özdeşleşmelidirler.

Kadavra milliyetçiliği yerine insan milliyetçiliğini temel almayan toplumlar, hayvanlar gibi birbiriyle dalaşmaktan, bozgunculuktan, katletmekten ve horlayarak yakıp yıkmaktan vazgeçmezler. Çünkü onlar için vicdanlı bir insan olmak değil gaddar bir ırk önemlidir. Kadavramsı hiçbir milliyetçi düşünce, İslam’la bağdaşmadığı gibi başka bir dinle de örtüşemez. Çünkü din, insani değerlerin var olma amacı ve çekirdeğidir.

İyonluların balıktan, Darwinistlerin maymundan ve MHP’lilerin de kurt’tan geldiğine inanmaları, evrimci anlayışların nasıl hayvanlara özendiklerini orta koymakta, bundan dolayı insanca sevgi, merhamet ve barış içinde yaşamak yerine hayvanca üstünlük güdüsü taşıyarak, sadece vahşice saldırmak ve kendilerinden başka hiç kimseye hayat hakkı tanımak istememektedirler. İşte CHP ve MHP’nin açılıma karşı direnmelerinin altında yatan gerçekte budur. Önemli olan insan olmak değil, ya Türk ya da Atatürkçü olmak zorundasın…

Milliyetçilikle İslam’ın birbirine düşman düşünceler olduğu gerçeği istikametinde MHP’nin ilkelerini savunan kimseler, asla Müslüman değillerdir. Atalarımızı örnek aldığımızda milliyetçi de değillerdir. Sadece kurtçu evrimcilerdir. Zaten İslam hasmı olmalarından ve Müslümanlıktan tiksinmelerinden ataist CHP’yi muhatap bile almıyorum. Irkçı akıllarına çok güvenip akıl seviyesini aşamadıklarından dolayı vahiy ve ilhamdan mahrum kalmışlar, insani değerleri de sindirememişlerdir.

Bir toplumu ırkıyla değerlendirip ötekileri dışlamaktan daha kötü davranış ne olabilir? Hangi ırkın daha üstün olduğunu kadavra zihniyetiyle hükmedenler yüzünden sevgi ve barış doğranmadı mı? Yaratıcı’nın dilediği gibi insanları farklı bölgeler ve milletlerde yaratmasına nasıl bir akıl sınıflandırma yapabilir? Şüphesiz hayvani akıllar…

“Ey müminler! Bir topluluk diğer bir topluluğu alaya almasın. Belki de onlar, kendilerinden daha iyidirler. Kadınlar da kadınları alaya almasınlar. Belki onlar kendilerinden daha iyidirler. Kendi kendinizi ayıplamayın, birbirinizi kötü lakaplarla çağırmayın. İmandan sonra fasıklık ne kötü bir isimdir! Kim de tevbe etmezse işte onlar zalimlerdir.” Hucurât 11

İnsanı insan yapan ve diğer yaratıklardan ayıran en önemli özellik, sorgulayabilmesi, yaşadığı hayatla fikir ve inançlarını örtüştürebilecek bir kıyaslayamaya gitmesi ve tutkusunda haddi aşmamasıdır. İdol bellediği kendi gibi yaratığa tanrısal imani bir bağlılık göstermemesi, hata ve kusurlarını sahiplenmemesi, gerçek amacını dikkatle takip etmeyip bedenen sağlıklı olduğu halde ruhen özürlü davranması, onun akli muvazenesi konusunda gerekli ipucu vermektedir.
Neredeyse herkesin bukalemun misali sürüngenlere dönüştüğü öyle bir dünyada cebelleşiyoruz ki, lehine sandığının aslında seni yok etme emelleri taşıyan samimiyetsiz bir canavar olduğunu idrak edemiyor, öldürmekten beter mahvettiğini kavrayamıyoruz.

Pazar günü göz attığım masonik bir mafya kanalında program yapan Ruhat Mengi adlı gazeteciyle ilgili “Bir bakan ve bir gazeteci” başlıklı yazımda, kendisinin sinsi bir Türkiye düşmanı olduğunu açıklamış, Türkiye’ye olan güvensizliğinden, Müslüman kimliğinden, gelenekleri ve görüntüsünden nefret ederek, borç-harç içinde doğumlarını dahi İngiltere’de yapıp, kızlarının gelecek garantilerini İngiliz vatandaşlığında tercih kılarak, hırs ve ihtirasından değil Türkiye’yi, dünyayı bile yakabilecek bir karakterde olduğunu izah etmiştim. Sözde Türkiye sevdalısı imajı ve ahkâmıyla halkımız karşısına çıkıp, sırf Müslüman referansından ötürü hükümete ve irtica adına Müslümanlara çatabilmesini takdirlerinize bırakıyor, amaçlarından emin olmadığınız riyakârlara kesinlikle güvenmemenizi, dolduruşlarına gelmemenizi ve sözlerine itibar etmemenizi dikkatinize sunuyorum. Çünkü zerrecik bir zehri dahi neslimizi yabancılaştırmaya ve merhametten yoksun bırakmaya yetmektedir.

Azılı mason, bölücü ve vahiy düşmanı Ruhat Mengi’yi dizginleyebilmek için babası Mehmet Ünaldı’nın muhafazakârlığını öne çıkarmaya çalışan bazı köşe yazarları öyle ahmak ve bilgisiz bir karmaşa içindedirler ki; birçok peygamberin babaları, eşleri, çocukları ve en yakın akrabalarını nasıl hidayete ulaştıramadıklarını ve kâfirlerle işbirliği yaparak peygamberleri öldürmek istedikleri, ayrıca hidayete ulaştıracak olanın sadece ve sadece Allah olduğu gerçeği ayetlerde de sabitken, neden Ruhat Mengi gibi bir ajan-provokatörü söz dinleyebileceği hezeyanıyla meşrulaştırmaya çalıştıklarını anlamakta zorluk çekiyorum. Acaba Mengi, Türkiye’yi seven özde bir Atatürkçü, milliyetçi ve tabii ki Müslüman olmadığına göre kimdir?

Herkes üstüne yüklenen görevi yapmakta, kötülüklerin elçisi şeytan yok olmadığı müddetçe de bu gidişe mani olunamayacaktır. Bırakın saldırsınlar, bırakın küfretsinler, bırakın savaşsınlar, bırakın kinlerini kussunlar… Peki, sen niye kendini onlara beğendirmek için dinini, vatanını ve değerlerini eğip büküyor ve münafıkça bedel biçebiliyorsun?

Uluyanların ulumalarına dik durmayıp sinerek yanlarında yer edinebilmek arayışında olanlardan daha onursuz ve kişiliksiz kim olabilir?

Ezana dahi tahammül edemeyen CHP’nin Genel Başkanı Deniz Baykal’ın büyük bir keyif ve dikkatle izlediği Cübbeli, onun hidayete gelebileceğini iddia etmektedir. Acaba Cübbeli peygamberlerden üstün mü ki ömrü vahye sövmekle ve savaşmakla geçmiş, milletini bölmek, kırmak ve zulmetmekle harcamış yaşlı ve zorba Baykal’ı, Firavun misali ölümüne bir kulaç kala imana kavuşturacak? Üstelik Firavun’un ölüm anındaki imanı bile Allah tarafından kabul edilmemişken!

“Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (söz) dinleyeceğini yahut düşüneceğini mi sanıyorsun? Hayır, onlar hayvanlar gibidir, hatta onlar yolca daha da sapıktırlar.” Furkan.44

İnsanların Allah’ça tayin edilmiş ırkları, dinleri ve inançları ne olursa olsun öncelikle erdemli ve faziletli olup olmadıkları önem taşımalıdır. Her yaratığın doğuştan ölümle nişanlanarak dünyaya geldikleri unutulmamalı, fıtratsal ırklar, dinler ve inançlara tahammül gösterilmeli; ateist olan, ineğe tapan ya da anıtkabire gidip Atatürk’ten yardım umanlar horlanmamalı, doğruya kavuşabilmeleri temennisinde bulunarak hüsnüniyet içinde hak ve hukuka riayet edilmelidir. Ama her kim inancından veya ırkından dolayı seni aşağılıyor ve saldırıyorsa, asla boyun eğmeyip İstiklal mücadelesi vermenin de en tabii hak olduğu unutulmamalıdır. Hiç kimse diğerine kendini beğendirmek ve hoşnut etmek zorunda değildir. Böyle kimseler özgüveni olmayan ve inancında kararsız asalaklardır ki, zaten barbarlığı cesaretlendiren ve egemen kılanda bunlardır.

Bırak kimin neye inandığı ve hangi ırka mensup olduğu arayışını, sen kimsin ve nesin önce ona bak…

“Başkalarına olduğu kadar kendimize de yabancıyız.” Montaigne

“Ey insanlar! Doğrusu biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve birbirinizle tanışmanız için sizi kavimlere ve kabilelere ayırdık. Muhakkak ki Allah yanında en değerli olanınız, O'ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz Allah bilendir, her şeyden haberdardır.” Hucurât. 13

Hiç yorum yok: