29 Kasım 2018 Perşembe

Ruh mu bulundu?

Oysa yaratıcı Allah, ruhun bir giz olduğunu, çözülemeyeceğini ve insanlara çok az bilgi verildiğini buyurarak, ‘o kitap’ yazılan kaderin hiçbir irade tarafından değiştirilemeyeceğine hükmetmemiş miydi?

Embriyolarda AIDS'e yol açan HIV virüsünün önüne geçmek ve bulaşmasını engellemek maksadıyla genetik oynama yaptıklarını ifade eden Çinli bir bilim adamı, bu ay içinde meydana gelen ilk ikiz bebeğin genetiklerini değiştirme mucizesinde bulunduklarını belirtti ve 18 yıl boyunca takip edileceklerini ifade etti.
Eğer iddiaları teori bazlı deneysel aldatmaya yönelik alışılagelmiş bir motivasyon değil ise; ruhun bulunduğu ortaya çıkmaktadır. Çünkü biyolojik bir genetik, ruhla orantılıdır. Dolayısıyla ruh bulunmadan herhangi bir müdahale söz konusu değildir.  Diğer bir ifadeyle hastalıklardan kalıcı bir şekilde kurtularak sağlık egemen olacak ve ölüme son verilip ölümsüzlüğün hâkim olunmasıyla Allah’ın tahtına son verilecek.  

Ancak aklı karıştıran ise, söz konusu Çinli bilim adamına getirilen etiksel suçlamalar! Neden insan genetiği üzerine yapılan deneyler yasak kılınabilsin, delilik olarak görülebilsin,  şoke edici bulunabilinsin, etik ve norm ihlal edilebilmiş olunsun? Amaç insan yararına olabilecek her türlü bilgiyi açığa çıkarmak ise, üstü örtülmeye çalışılan nedir ve Çinli bilim adamının deneyleri danışıklı dövüş bir manipülasyon mudur?     
Bir insanın genetiği değiştirilebilinir mi; genetik biyolojik bedende midir; yoksa ruhta mıdır?

Eğitsel ve iradesel oluşumların dışında gelişen bilgi ve hareketlerle biçimlenen dünyanın bu yönlendirmeye bağlı düzeneğe göre şekillenmesi pozitif bilimi çıkmaza sokmuş ve yıkılan teorilerini güçlendirebilmek için, fizyolojik bir içgüdü tanımına mecbur bırakmıştır. Her darda kalıp sorunlara çözüm getiremediklerinde, tıpkı politikacılar gibi kuramsal yeni vaat, deney, terim ve kavramlar geliştirip aldatmaya çalışsalar da, yaşamın kendisi olan ruh ve kader gerçeğini örtbas edememişlerdir. Buna rağmen teorilerindeki çelişkileri aşabilmek adına ruhu ve duyguları, akıl ve mantıktan bağımsız ele alarak, içgüdü denen hayali bir gen formasyonu türetmek zorunda kaldıkları malumdur. .

İçgüdüyle ilgili olarak C.Darwin ve Konrad Lorenz’in görüşleri şöyledir. Darwin, “İçgüdünün, adım adım, zihinsel organlardaki değişikliklerle ve doğal seçimle bilinçsizce kazanıldığını” söylerken; Lorenz, konuya genetik açıdan yaklaşmış ve içgüdülerin kalıtsal olarak var olduğunu ifade etmiştir. Lorenz, “İçgüdü, gen formasyonu ile insandan insana aktarılır ve doğum anından itibaren hissedilir” demiştir. Bütün bu bilgilerin ışığında, içgüdünün DNA’ nın hangi kısmından transfer olduğu bilinememektedir. Soyut bir varlığın analizi mümkün olamadığı için, şu ana kadar işin içinden hiçbir bilim adamı çıkamamış ve her zaman olduğu gibi dayanaksız savlarıyla baş başa kalmışlardır. Bilimin, bu noktaları açıklığa kavuşturabilecek ruhsuz fizyolojik bir keşfi gerçekleştirememesi, tüm teorilerin altüst olmasına neden olmuştur.

Genetik biliminin kurucusu ve babası sayılan ünlü bilim adamı Mendel, kendi adını taşıyan Mendel kanunları olarak bilinen 3 genetik kanunu ortaya atmış ve kalıtımın prensipleri kuramıyla tarihe geçmiştir. Mendel’in kalıtım prensipleri, evrim teorisinin geçersizliğini ortaya koyan en önemli bilimsel dayanaklardan biri olsa da, ruhsal ve kadersel gerçekle örtülmemiş ve pratikte hiçbir çözüm üretememiştir. Ancak Mendel, tesadüflerin dünyayı oluşturamayacağına, her şeyi olduğu gibi, dünyayı da Allah’ın yarattığına inanan bir din adamıydı.

Öncesinden hiç bilinmeyen, eşi ve emsali olmayan, hiçbir deneyi bulunmayan,  rehbersi işaretine rastlanılmamış icat ya da keşiflerin rasyonalist, pozitivist ve genetikçi anlayışları nasıl yıktığını hiç düşündünüz mü? Ruhsal düzeneğin Allah tarafından nasıl yönlendirildiğine apaçık kanıt olan gelişmeler, bilimsel hezeyanlara gerekli yanıttır.

Örneğin doğan bebeğin genetiğini değiştirmekle övünen Çinli bilim adamı, çalışmalarını her türlü donanıma ve imkânlara sahip tam teşekküllü laboratuarlarda yaptığı halde, etkili olup olmadığı konusunda 18 yıllık gözlemlemesel bir beklemeye ihtiyaç duyarken; Helen uygarlığının ünlü bilim adamlarından Archimedes, yıkandığı mermer yalağın içinde suyun kaldırma kuvvetini “buldum buldum” diye bağırarak keşfedebilmiştir.

Düşünülebiliniyor mu; bir taraftan her türlü donanıma sahip modern bir bilim adamı; diğer taraftan ilkellikte dibe vurmuş ve her türlü bilgiden ve gereçten yoksun bir bilim adamı!  Hangisi;  sözde beyin hücrelerini çalıştırarak iddiada bulunmakla yetinen çağdaş bir Çinli mi; yoksa asırlar önce kalmış ilkel ama keşif gerçekleştirmiş bir Yunanlı mı bilim adamıdır ve yönlendiren kimdir?

Ancak bilimsel çağdaşlığıyla böbürlenen insanoğlu, her işinde olduğu gibi belirsizlik ve olasılıkları inanılmaz bir hoyratlıkla istismar ederek, Kuantum mekaniği ile genetik bilim adına uydurdukları kuramlarla düşlerini evrensel boyutta renklendirmiş, tıpkı kumarbazların olasılık kurallarıyla oynadıkları oyun misali hayallerine bilimsellik kazandırmışlardır.

Sanal bir âlemde yaşıyor olmalılar ki, yalnızca büyük sayılar için geçerli olan ve büyük sayılar söz konusu olduğunda rast gelelik ya da gelişigüzellik gibi görünen birçok şeyin aklın kavrayabildiği ve iradenin hükmedebildiği bir düzenin kurulabileceğini düşünebilmektedirler. Bu görüşün gizlemeye çalıştığı fevkalâde önemli mega hile ise, güncel bireysel olayların kaderin hükmüyle ilgili apaçık kanıtlar taşıması, toplumsal ve doğasal olayların ise geniş zamanlara yayılmasından ötürü tahminlerle geçiştirilebilme aldatıcılığının toplumsal mutabakatla bilime dayatılma fenomenleridir.

Başını Londra Psikiyatri Enstitüsü’nden Robert Plomin’in çektiği bir grup araştırmacı, zekâdan sorumlu geni bulabilmek üzere yoğun araştırmaya girdiler. İşe, zeki çocuklardan başladılar. Plomin’e göre, “akıllı gen’’in adresi zeki çocuklardı. Zeki çocukları seçmek için şu yöntemi kullandılar: Çeşitli yaşlardaki öğrencileri üniversite giriş sınavından geçirdiler. Sınavdan yüksek puan alanların DNA’larını incelediler. Ve bu çalışmanın sonunda peşinde oldukları genin izini tespit etmeye çalıştılar. Ancak “Akıllı gen” taşıdığı iddia edilen zeki çocukların daha sonra geri zekâlı, geri zekâlılarında akıllı bir dönüşüme uğramış olabilmelerini hiçbir koşulda açıklayamadılar. Zeki ve dahi insanların davranış bozukluklarından dolayı delilikle yaftalanmalarının ardından elde ettikleri inanılmaz başarı ve keşifleri hâlâ gizemini sürdürmektedir.

Ruha erişemediklerinden araştırmalarını biyolojik zorunluluktan ötürü sürekli organizma ve hücreler üzerine yoğunlaştırılarak mecburen ruh gerçeğinden kaçan bilim adamları, daha baştan başarısızlığa mahkûm olmuş ve deneycilikten öteye gidememişlerdir.

Yaratıcı Allah, yarattığı insanın sistemini öyle kurmuş ki, genetiğin özünü, ona işlerlik kazandıran ruhta saklamıştı.

Gen ve hücrelerin çözümsüzlüğü karşısında söylenebilecek tek bir söz bulunamamış; deneylerle kuramsallaştırılan üstün genetik iddiası hipotezler bilimselleştirilmiştir. Çünkü genetik bilimi de tıpkı ruh bilimi gibi safsatadır. Çünkü ruhun yapısı, fiziksel ve biyolojik analizi imkânsız kılmaktadır. 

Bilinmelidir ki, ne ruhun ne de kaderin bir geni vardır! Velev ki, bedenin olmuş olması da ancak mezara kadardır.

“Sana ruh hakkında soru sorarlar. De ki: Ruh, Rabbimin emrindendir. Size ancak az bir bilgi verilmiştir.“ İsra 85 


“O’nun dilemesi hariç, insanlar O’nun ilminden hiçbir şeyi tam olarak bilemezler.” Bakara 255

Hiç yorum yok: