24 Kasım 2018 Cumartesi

Küfrün etkisi silip süpürmektedir…

Allah’ın indirdiği ve Resul’ün sünnetiyle tatbik ettiği hüküm ve davranışların dışındaki her düşünce, fikir ve düzen küfürdür; batıldır ve şeytanidir.

Şeytanın kibre kapılarak Allah’ın hükmünü dinlememesiyle başlayan küfür; ilk insan Hz Âdem ve Hz. Havva’nın yemeleri yasak olan bir ağacın meyvesini tatmaları sonucu yeryüzüne yayılmış; dolayısıyla Allah’ın emrine karşı gelmenin bedelini önce şeytan, sonrada Hz. Âdem ve Havva ödeyerek, her ne şart ve koşulda olunursa olunsun Allah’ın emirlerine karşı gelinmemesi icabı ortaya konmuştur.   

Aslında son derece basit ve anlaşılabilir olan ölümlü yani fani süreçte Müslümanlıkla şereflenmeyi kabul etmiş bir kulun başkaca bir düşünceye, ilkeye ve yola ihtiyacı yoktur; araması, sapması, meyletmesi, şüphesi, güvensizliği, vesvesesi ve şirki apaçık bir küfürdür.

Çünkü bir bilen ve fıtratı yaratan Allah ise, başka biri kimdir ki, söz ve düşünceleri rehber edinilip ardına düşülebilinsin? Allah’ın indirdiği hükümleri yetersiz bulurcasına nefsi arzulara kapılmak suretiyle batıla odaklanmak neyin nesidir? Fıtratı verenin üzerine söz söyleyebilmek; akıl ve bilim adına üste çıkabilmek; bilgilerine güvenebilmek, fayda ya da zarar vereceğini ummak; ilerlemeyi ve kalkınmayı sağlayabilmek; olumsuzluk ve musibetlerden sakınabilmek; yazılanın dışında bir hayat elde edebilmek; güç, başarı ve zafer gibi böbürtülere kulak asmak ne işe yarar?

Aydınlığın veya karanlığın arkasında güç geçmiştir. Ki, geçmiş öyle bir bilgi ve güçtür ki, önündeki karanlığı ya aydınlığa ya da aydınlığı karanlığa çevirir. Ancak geçmişi bilmemek, unutmak, geçiştirmek, savsaklamak, umursamamak, ölçü almamak yarını zifir kılar. Dolayısıyla geçmişle ilgili Kur’an’da bilgiler verilerek uyarı ve nasihatlerde bulunulması geçmişin nasıl geleceğin bir aynası olduğunu ve önemini kanıtlamaktadır.

İnsanoğlunun yaratılmasından itibaren yeryüzünde hükümdarlık süren ne toplumlar, milletler, devletler, krallıklar, sultanlıklar, imparatorluklar gelip geçmiş; zayıflarken nasıl kuvvetlenip kendilerinden çok daha güçlüleri yenip yıkmaları akabinde bir sabun köpüğü misali yok oldukları malumdur.  

Günümüzdeki güçlerinde yazılmış ecelleri geldiğinde aynı akıbete uğrayacaklarına şüphe yoktur. Öyleyse güç, kuvvet, bilgelik, saltanatlık, kalkınmışlık, süperlik, debdebelik, iktidarlık, zenginlik, gösterişçilik, benlik nedir ve faydası kalıcı yani baki midir? Yahut kariyer, özgürlük, bağımsızlık, kahramanlık, mucitlik, bilim, teknoloji, ödül, unvan ve makamın getirisi içinde ölümsüzlük yani bakilik var mıdır?

Geçmiştekilere ne oldu ki, günümüzdekiler veya yarınkiler farklı olabilsin?

İlk insan Hz. Âdem ne ise, dünküde, bugünküde aynı temel ihtiyaçlara sahip değiller midir? Tamamı hastalıklar, şifalar, barınaklar, giyecekler, yiyecekler, rızıklar, görevler, savaşlar, felaketler, tehlikeler, korkular, sevinçler, doğumlar ve ölümlerle boğuşup yüzleşmediler mi?  

Peki, baki kalan yalnızca yaratıcı Allah ise; çağdışı, ilkel veya gericilik olarak aşağılanan geçmişin günümüzdeki farkı sadece kozmik ürünler yani makyaj, dekor, boya, renk, mimarilik ve çeşitlikten başka nedir?

Aslında uykuda hakikati özetlemektedir. Ruh kısa süreli bedenden ayrılıp uykuya dalındığında nerede yattığının yani ister döşek, ister zemin, ister zindan, ister altın bir karyola, ister bir ağacın altında, ister zincirlere bağlanmış, ister ıssız ve tehlikeli bir yerde, ister sarp ve sağlam bir kale içinde korumalar gözetiminde olmak nasıl farksızlık ise, yaşamda, ölümde bir uykudur. Öyleyse yarışılan nedir ve kime ahkâm kesilmektedir?

Lakin görünüş her şey diyen insan, batıllığın heva ve hevesine kapılarak kendini öyle yontmuş ki, Allah’a söz verdiği imanın aksine küfrü de kucaklayarak münafıklaşabilmiştir.

Hz Peygamber Efendimizin ve iman etmiş halkının hayatlarını incelediğimizde; günümüzden çok farklı bir standart sürdükleri ve o dönemin saltanat süren toplumlarda görülmeyen sabır ve şükür içindeki huzur ve güvenlerine; şatafattan uzak hayatlarını; fani olan dünya için değil baki olan ahireti önemsediklerini; dünya nimetleri için değil ölümden sonraki ahirete yatırım yaptıklarını; kalkınmanın ahiretteki karşılığını gözettiklerini; Allah’tan inen hiçbir emri batıl güçlere peşkeş çekmediklerini; keyfiyet içindeki bir yaşamı “bir elime güneşi, bir elime ayı verseniz dahi ayetlerden vazgeçmeyeceğini” belirterek her türlü rüşvete, şantaja, tehdide ve uzlaşmaya karşı çıktığını görmektesiniz.

Peki, Allah dileseydi elçisine ve zatına iman etmiş insanlara günümüzdekilerden çok daha nimetler, ilerlemeler, bilim ve teknolojiler bahşedemez miydi? Allah (haşa) aciz midir; yalan mı söylemektedir?

Kimileri diyecek ki, o günün şartları ile günümüz farklı; dünya çok değişti; bilim ve teknoloji ilerledi; nükleer silahlar üretildi; uzay çağına girildi; gezegenlere çıkıldı; zekâlar yapaylaştırıldı; robotlar keşfedildi; sağlıkta devrimler yapıldı; kuantum fiziği bulundu; moleküler biyolojiye erişildi; genetik çözüldü; gizemler deşifre edildi; nüfuslar arttı; v,s…

Peki, Allah değişti mi; bilirken bilmez mi oldu; günümüzü kestiremedi mi ki, Kur’an’ı öncesinden indirdi; gaybi yani geleceği bilmiyor muydu; günümüzde başka bir peygamber bulamaz mıydı; insan özde değişti mi; ruh icat edilebildi mi; ölümsüzlüğe son verilebildi mi; hayat sabitlenebildi mi; hastalıklar önlenebildi mi; felaketler, musibetler ve kötülükler gibi birçok olumsuzluklar durdurabildi mi; açlık ve yoksulluk kaldırılabildi mi?

Aslında insanların batıl düzen içinde nasıl yontulduklarına en önemli kanıt; rahmetli babamın müridi olduğu İsmailağa’nın şeyhi Mahmut Hoca’dır. Hiç unutamadığım olay, rahmetli babam ile ne benim ne kardeşlerimin nede rahmetli annemin hiçbir fotoğrafının bulunmaması ve şeyhi Mahmut Hoca’dan aldığı fetva gereği haram olmasından kimliğindeki fotoğrafından başka hiç çektirmediğidir. Ama günümüzde ise Şeyh Mahmut Hoca objektiflere pozlar vermekte; basın ve yayın kuruluşlarında görüntüsünü yaydırmakta; hatta bunlarla yetinmeyip camekânlı bir oda tahsis ederek, insanları kendisine tavaf ettirircesine ritüelde bulundurabilmektedir.

Dünün haramının günümüzde nasıl helal haline getirildiğini en takva olarak bilinen bir şeyhte dahi görebiliyorsak; seküler-laik düzende siyaset yapan bir politikacı neden Kur’an’ı eğip bükerek Allah ve Resulü’nün hükümlerini ve ahireti satmamış olsun ki!

“Onlar (kendi akıllarınca) güya Allah'ı ve müminleri aldatırlar. Hâlbuki onlar ancak kendilerini aldatırlar ve bunun farkında değillerdir. Bakara 9

(O münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Hâlbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar korkan bir toplumdur. Tevbe 56

“Dünya hayatı bir oyun ve eğlenceden başka bir şey değildir. Müttaki olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz? “ Enam 32 

“Şayet insanların küfürde birleşmiş bir tek ümmet olması (tehlikesi) bulunmasaydı, Rahman'ı inkâr edenlerin evlerinin tavanlarını ve çıkacakları merdivenleri gümüşten yapardık. Evlerinin kapılarını ve üzerine yaslanacakları koltukları da (hep gümüşten yapardık).” Zuhruf 33-34

“Nefsani arzulara, (özellikle) kadınlara, oğullara, yığın yığın biriktirilmiş altın ve gümüşe, salma atlara, sağmal hayvanlara ve ekinlere karşı düşkünlük insanlara çekici kılındı. Bunlar, dünya hayatının geçici menfaatleridir. Hâlbuki varılacak güzel yer, Allah'ın katındadır. Al-i İmran 14


(Ey Muhammed!) Onların malları ve çocukları seni imrendirmesin. Çünkü Allah bunlarla, ancak dünya hayatında onların azaplarını çoğaltmayı ve onların kafir olarak canlarının çıkmasını istiyor. Tevbe 55

Hiç yorum yok: