20 Haziran 2018 Çarşamba

Bırak ulusunlar!

En vahşi hayvanları hatta şeytanı dahi kıskandıracak bir hoyratlıkta böğürerek kadere meydan okumayı sürdürsünler.

Sonuçta izin veren ALLAH ise, insana sabretmek düşer.

Ancak o sabır, Allah’ın hükmettiği ölçüyle orantılıdır!

Özgürsel fıtrat taşımayanların iradesel davranışta bulunabilmelerinin imkânsızlığı kulluklarıyla alenidir. Dolayısıyla bilinen tek şeyin bilinenleri yani kaderlerinde yazılı olanları biraraya getirmek ya da yapmak olan politikacılara, din ve bilim adamlarına, düşünürlere veya yöneticilere umut bağlanmamalıdır.

İnsanı yanıltan algı nedir?

Aklın, iradenin ve kaderin yani ‘o kitap’ın, diğer bir ifadeyle levh-i mahfuz’un idrak edilememiş olmasıdır. Her insanın kaderdeki yazgısı doğrultusunda düşünmesi, davranması, muhakeme etmesi, seçimde bulunması, iyi veya kötülüğü fiiliyata geçirmesi, güçlü yahut zayıf olması; zafer ya da yenilgiyle karşılaşması tamamen yaratıcı Allah’ın bir kararıdır. Dolayısıyla ne beşerin ne milletin ne de başka bir iradenin üstünlüğü ve müdahalesi mevzubahis değildir. 
 
Sanki kader sadece menfiymiş gibi toplumlar öyle sömürülmektedir ki, yabani otlar misali kader değiştiriciler bitmekte, vaat ettikleri olumlu hayat yahut kaderle örtüşen başarılarından dolayı manipülasyonda sınır tanımamaktadırlar. Oysa ne menfi ne de müspet açıdan Allah’ın yazgısından başka hiçbir şey güncelleşmemekte; olası iyi yahut kötü yöndeki değişimler kaderin hükmüyle gerçekleşmektedir. Dolayısıyla beşerin araç olmaktan öte iradesel hiçbir etkisi ve katkısı bulunmamaktadır.

Ki, Allah’ın elçileri olan peygamberlerin dahi fayda ya da zarar verebilme kudretlerinin bulunmadığı baz alındığında söyleyebilecek bir söz yoktur ama yinede nefis ikna olmamaktadır. Çünkü nefsin öğütten yararlanabilmesi ve ikna olabilmesi de Allah’ın iznine bağlı ise, insanın dilediğini özgürce yapabilmesi mümkün değildir.

Örneğin içine girilen seçim sürecinde ortaya dökülen cumhurbaşkanı ve milletvekili adaylarının odundan hiçbir farkları yoktur ama ruhları olmalarından dolayı taşıdıkları ayrıcalık yanlış muhakemeye neden olmaktadır.

Şöyle ki, denizde boğulmaya ramak kalmış bir kimseyi düşünün. Can havliyle yardım isterken tevafuken ellerinin arasına sıkışan bir can simidi veya ona benzer bir tahta parçası ya da bir cisimle canı kurtulur. Karaya çıkması akabinde o cisme sarılarak teşekkür etmesi ve minnet duyguları sunarak kurtarıcı olarak görmesi, herhalde delirdiğinin düşünülmesine yol açar. Hiç insan, cansız ve yaptırımı olmadığını düşündüğü bir cisme şükrederek saygı duyabilir mi? Ancak, canını kurtarmaya neden olan araç, o değil miydi? Aslında kurtaran veya yok eden yaratıcı Allah olmasına rağmen, insanların birbirlerini tanrılaştırırcasına bu güçte görmeleri, her bilgisizliğin temelini oluşturmaktadır.

Seçimlerle ilgili en ince detaylar bedenler yaratılmadan önce levh-i mahfuz da öyle yazılıdır ki, kimlerin katılacağı, ne konuşacakları, destek ya da köstek alacakları, nasıl bir sonuçla karşılaşacakları, hayır mı yoksa şerre mi sebep olacakları, bahaneler ve tetikleyici mazeretler hiçbir şey noksan bırakılmaksızın belirlenmiştir. Dolayısıyla yazılmış olanı hiçbir iradenin lehte yahut aleyhte değiştirebilmesi mümkün değildir.

Kimi farklı gerekçelerle seçime gitmeyerek oy kullanmayacak; kimi geçersiz oy kullanacak; kimi ideolojisindeki lider ve partilere oy verecek; kimi hileye başvurup kaos çıkartmak suretiyle bozgunculuğa gitmeye kalkışacak ama karar, yaratıcı Allah’ın verdiği üzere neticelenecektir. Onun için zaten verilmiş kararın güncellenecek olmasıyla ne liderlerin ne partilerin ne de iç ve dış dayanakçıların takdiri değiştirecek hiçbir müeyyideleri olmayacaktır. Dolayısıyla olaylarda dolgu misali sebepler zinciri olmaktan öte hükmedici bir dahili bulunmayan insan, yalnızca kulluğuyla sabittir.

Geçmiş, gelecek için fevkalade bir ibret ve nasihattir ama kahraman iddiasıyla büyütülen kimseler asla kurtarıcı değillerdir. Çünkü onlar kaderlerinin gereğini yapmışlardır. Ne musibetler ne sıkıntılar ne belalar ne savaşlar ne kavgalar ne de kederler ortadan kalkmayacağı gibi, ‘kadere karşı gelircesine değişim umudu vermek hem yalanın daniskası hem de şirkin ta kendisidir. Bilinmelidir ki, kader ile ilgili inisiyatif sadece yaratıcı Allah’a mahsustur!   

Mesel kimin kazandığı yahut kazanacağı değil, Allah’ın nasıl bir kader yazmış olduğudur!  

İnsanoğlu ülkesiyle, devletiyle, milletiyle ancak müstahak olduğunu yaşar neye layık olduğunu da kalplerde saklı olanı bilen ve kaderleri yazan ALLAH’tan başkası bilemez,

“De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” Cin 21

“Dileseydik elbette onu bu ayetler sayesinde yükseltirdik. Fakat o, dünyaya saplandı ve hevesinin peşine düştü. Onun durumu tıpkı köpeğin durumuna benzer: Üstüne varsan da dilini çıkarıp solur, bıraksan da dilini sarkıtıp solur. İşte ayetlerimizi yalanlayan kavmin durumu böyledir. Kıssayı anlat; belki düşünürler. A’raf 176


“Biz dilesek, elbette herkese hidayetini verirdik. Fakat, «Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım» diye benden kesin söz çıkmıştır. “ Secde 13 

Hiç yorum yok: