26 Mayıs 2017 Cuma

Seni kılıcımızla doğrulturuz…

İnsan olma şerefi ve ayrıcalığı öyle yitirilip bozulmuş ki, geriye kendisinden daha korkunç bir mahlûkat bırakmamıştır. 

Yaratıcıya muhalif seküler-laik kâfir ve İslam görünümlü münafık herkesin sadece kendi nefsi çıkarı için çalıştığı dünyada azgınlara karşı dudak bükemeyen; aşırı ilgi ve vaat edilen iş, yatırım veya paraya mağlup olan; kuvvetini ve aklını Allah adına değil nefsi uğruna satarak ruhuna fiyat etiketi koyan; uluyan haçlı-siyonist güçleri Allah’a denk tutarak kulaklarını tıkamayıp önlerinde diz çöken ve insanlık halifeliğini peşkeş çeken yığınların kümelendiği dünyada insan sayısı yok denecek kadar pek azdır.

Hele o yığınların ardına düştükleri hatta canlarını verdikleri devletler, iktidarlar, hükümetler ve liderler gibi önderlerin temsil ettikleri toplulukların insan değil kul yahut köle yapıldıkları idrak edilememektedir.

İslam halifesi ve adalet abidesi olarak kılınan Hz. Ömer der ki;"Benim için insanların en sevimlisi, bana hatalarımı hediye edendir"

Ne var ki, bugün yaşadığımız dünyada ne bir devlet başkanının ne cumhurbaşkanının ne başbakanının ne liderin ne bürokratın ne de sıradan bir amirin hatasını hediye edebilmek mümkün değildir. Çünkü onlar, kendilerini Allah’a değil nefislerine adamışlardır!

Oysa insan olmakla şereflenmiş her mahlûk, yaratıcısı Allah’ın indirdiği hükümler doğrultusunda yaptığı hata ve yanlışlarının eleştirilmesini bir öğreti, uyarı, doğruya yönelme, adaletle hükmetme ve günahtan kaçınabilme kazancı sayabilmelidir. Lakin kendisini şeytan misali noksansız sayan kibir sahibi kimseler öyle tanrılaştırılmışlar ki, kusurlarını örtbas edebilmek için karşısındakileri ya fitne çıkarmakla, ya provokatörlük yapmakla ya da terörist olmakla itham ederek inat ve ısrarla cürümlerine devam edebilmişlerdir. Çünkü onlar dokunulmazlardır!
Hz. Ömer, halka hitap ettiği bir gün, eğer yanlış işler yaparsa, verdiği sözlerde durmazsa ve ayetlerden yüz çevirirse kendisine nasıl davranacaklarını sormuştu. Halktan biri hemen ayağa kalkarak; “Ya Ömer, seni kılıcımızla doğrulturuz” demişti. Bunun üzerine Hz. Ömer, o zatın cesaretini sınamak için; “Benim hakkımda böyle konuşmaya nasıl cüret ediyorsun?” diye hiddetle sormuş ve geri adım atıp atmayacağını yoklamıştı. Lakin o zatın gözünü kırpmadan; “Evet, bu sözleri senin hakkında söylüyorum” demesine pek sevinmişti. Allah’a dönerek; “Şükürler olsun ki, yanlış yola sapacak olursam, halkımın içinde beni kılıcıyla doğrultacak kimseler var.”  

Peki, yeryüzünün neresinde böyle bir lider ve o liderin karşısına dikilerek hata yahut yanlışı sorgulayabilecek bir halk mevcuttur?

Tabii ki mevcut değildir; şayet olmuş olsaydı, orada Allah’ın indirdiği ayetlerle hükmeden bir ülke var olur; hem insanlık yaşar hem de kendini Allah’a adamış Hz. Ömer gibi nice devlet başkanları adaleti temsil edecek bir liyakatte ulaşırlardı. Ancak yine de yığınlar, Allah’tan değil liderlerinin vereceğini sandıkları fayda yahut zararlar beklentisi taşıdıklarından hilkatteki eşlerine köleliği, yaratıcıları Allah’a kulluk yapmaktan üstün görebilmektedirler.
   
 “Hikmetin başı, Allah korkusudur. Başka bir deyişle, insanlığın ölçüsü, Allah’a ve O’nun kanunlarına olan bağlılıktadır.” Hz. Ömer

İnsan sultalaştırılıp öyle büyütülmüş ki, nefis yani şeytan yüreklere galebe çalıp ruhları kuşatmıştır. Allah’ın bırakılıp insana tevekkül edilmesi gazabın duçar olmasını ve adaletin silinip süpürülmesini tetiklemiştir.

Nasıl ki Hz. Ömer ve nice iman ehli liderleri sözün en güzeline yöneten ve kendi yoluna ileterek kabiliyet kazandıran Allah ise, şüphesiz şeytan misali saptıran ve şerre götürende Allah’tır. Çünkü ancak layığınla muteber olunduğundan dilekler karşılanmaktadır.

Unutulmamalıdır ki, Allah’a ulaşan söz değil, kalpte saklananlardır!

Allah’a karşı özgürlüğü savunarak insanları manipüle etmek suretiyle kendilerine köle kılan her düşünce, rejim, devlet, hükümet, lider ve diğerleri acımasız insanlık hasmı zalimlerdir. Bu sebeple Allah, onlara ve uyan toplumlara müstahak oldukları haksızlık ve adaletsizliği mukim kılmaktadır.

Müslüman bir lider mi var ki, Müslüman biri çıkıp da yanlış yoldaysa kılıçla doğrultabileceği dirayetinde bulunabilsin! Çünkü sapmışı doğru yola iletmek ancak Allah’a mahsus mutlak bir irade olmasından doğrultmak değil, elimine etmek tartışılmaz bir hükümdür.

Ancak yaratıcı Allah’a saygı duyup kanunlarına bağlılık gösterenler sevilip saygı duyulmaya, dost edinilmeye ve sözlerine itaat edilmeye değerdir. İnsan için eceli belirsiz sürede ne kazandığı değil, öldükten sonraki akıbeti yegâne ölçü olmalıdır.

Açıkça Allah’a kulluk yerine gizlice insana köleliği seçen ya da her iki tarafı idare etmeye yeltenen yığınlar bilmelidirler ki, Allah ve Resulü’nün hükümlerini değil kendi isteklerine göre seçim hakkında bulunarak ibadete kalkışanlar sapıkların ta kendileridir.

Küfrü dost edinmiş bir kimse, değil Ramazan ayında yılın tamamını oruç ile geçirmiş olsa; yardım ve hizmetleriyle sınır tanımamış olsa; hiç kalkmamacasına secdeden ayrılmayıp namaz kılmış olsa; Allah, Resul’ü ve Kur’an’a iman ettiğini söylemiş olsa dahi beyhudedir.    

“Allah ve Resûlü bir işe hüküm verdiği zaman, inanmış bir erkek ve kadına o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Resûlüne karşı gelirse, apaçık bir sapıklığa düşmüş olur. Ahzab 36

(O münafıklar) mutlaka sizden olduklarına dair Allah'a yemin ederler. Halbuki onlar sizden değillerdir, fakat onlar (kılıçlarınızdan) korkan bir toplumdur. Tevbe 56

“Fitne tamamen yok edilinceye ve din (kulluk) de yalnız Allah için oluncaya kadar onlarla savaşın. Şayet vazgeçerlerse zalimlerden başkasına düşmanlık ve saldırı yoktur. Bakara 193

“Fitne ortadan kalkıncaya ve din tamamen Allah'ın oluncaya kadar onlarla savaşın! Son verirlerse şüphesiz ki Allah onların yaptıklarını çok iyi görür. Enfal 39


“Ey iman edenler! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olunca sapan kimse size zarar veremez. Hepinizin dönüşü Allah'adır. Artık O, size yaptıklarınızı bildirecektir.” Maide 105  

Hiç yorum yok: