4 Şubat 2016 Perşembe

Hüseyin isyancı bir terörist miydi?

Şiilik ve Alevilikte iman şartı olan ehl-i beyt yani peygamberimizin ev halkına itikat, Sünnileri de öyle etkilemiş ki, İslam olabilmenin tartışılmaz akidesel tazimi sayılabilmiştir.

Oysa Kur’an’ı Kerim’de ehl-i beyt konusu sadece Ahzab 33. Ayette zikredilip; Allah, peygamberimiz ailesine doğrudan uyarı içererek temennide bulunmaktan öte hiçbir ayrıcalık veya kutsiyet atfetmemiştir.

Evlerinizde oturun, eski cahiliye adetinde olduğu gibi açılıp saçılmayın. Namazı kılın, zekatı verin, Allah'a ve Resulüne itaat edin. Ey Ehl-i Beyt! Allah sizden, sadece günahı gidermek ve sizi tertemiz yapmak istiyor.” Ahzab 33

Peygamber Efendimizin kızı Hz. Fatıma ve torunları Hasan, Hüseyin, Zeynep, Rukiye ve Ümmü Gülsüm’den ibaret ve soyundan gelenlerden müteşekkil kabul edilen ehl-i beyt, günümüzde dahi Seyyid adı altında Resul derecesinde itibar görmektedirler. Bir de Peygamber Efendimizin erkek çocuğu olsa idi, neler olabileceğini varın siz düşünün! 
  
Oysa Peygamberimizin büyük kızı Hz. Zeynep’ten olma Ali ve Ümame; ikinci kızı Hz. Rukiye’den olma Abdullah hiç mi hiç anılmamakta ve ehl-i beyt’ten sayılmamaktadırlar. Öyle ki, Hz. Fatıma’nın kızı Ümmü Gülsüm’ün Hz. Ömer (r.a) ile evlenmiş olmasından çocukları Rukiyye ve Zeyd’i kabul etmedikleri gibi, Ümmi Gülsüm’ü de Hz. Ömer ile yaptığı evliliğinden ötürü dışlamışlardır. Bilindiği üzere Şiiler, Hz. Ömer (r.a)’nı ihanetle suçlayıp amansız düşmanıdırlar. Hz. Osman (r.a) peygamberimizin damadı olmasına rağmen Hz. Ali taraftarları kendisini öldürmekte tereddüt etmemiş, akabinde doğan Şiilikte de, kin ve nefret aynı şeditlikte sürdürülmektedir. 
  
Ancak Peygamberler, Allah’ın Resulleri olmaları hasebiyle sebatkâr kılınarak üstün tutulmuşlardır; ev halkları değil! Nice peygamberlerin baba, eş, çocuk, hısım ve akrabalarının nasıl asi kâfir oldukları Kur’an’da mevcuttur. Peygamberin ev halkından olunması ve yakınından birini sevmesi demek; onun hidayete ulaşmış ya da Allah’ın rızasını kazanmış olması demek değildir!

(Resulüm!) Sen sevdiğini hidayete erdiremezsin; bilakis, Allah dilediğine hidayet verir ve hidayete girecek olanları en iyi O bilir.” Kasas 56

Batılı ortadan kaldırıp yeryüzünde İslam’ı egemen kılabilmek için en alt seviyede dahi “er” olmayı özümsemiş bir kalp, iman ehli sıfatını kazanmıştır. Dolayısıyla her türlü nefsi ihtiras ve iktidar olma heva ve hevesinden arınmış olan İslam’la şereflenilir. Çünkü Müslüman dünyadaki bir iktidarlığı değil ahiretteki iktidarlığa hedeflenmiş bir imanla mücadele eder; zaten mutlak iktidar Allah olduğuna göre, Müslüman’ın iktidar olmadaki maksadı kulluk ve vahyedilen hükümler doğrultusunda hizmet etmektir. 

Hz. Ali’nin suikasta uğrayıp şehid düşmesi akabinde oğlu Hz. Hasan, her ne kadar halifelik hakkı gütmüş ise de çeşitli çekişmeler ve hatta çatışmalar sonrası vazgeçerek Hz. Muaviye’ye biat etmişti.

Hz. Muaviye’nin Hz. Ali’den sonra halifeliğe geçmesi ve Emevi İslam Devleti’ni kurmasıyla fetihler başladı; Emevi İslam egemenliğini doğuda Hindistan sınırına, batıda Kuzey Afrika'ya, oradan da Güney İspanya'ya kadar yayılarak Batı’da Endülüs Emevi Devletini kurdurdu. Ayrıca 649'da Kıbrıs’ı ve 654’te Rodos’u aldı. 655 yılında Likya açıklarında Bizans donanmasını ağır bir yenilgiye uğrattı. Aynı süre içinde Anadolu’ya defalarca sefere çıkıldı.

Bizanslılara karşı düzenlediği akınlarla küffarı yerle bir ederek deniz seferlerinde dahi öyle üstünlükler kazandı ki, Bizanslılara diz çöktürdü.  Fethe ve zafere susamış İslam ordularına her yer dar geliyor, kendisinden sonra halifeliğe geçen oğlu Hz. Yezid’in başkomutanlığında 669-678 yılları arasında Bizans'ın başkenti Konstantinopolis'i (İstanbul) ele geçirmek için seferler düzenlenmiş ama İstanbul’un fethi Hz. Fatih Sultan Mehmed’e nasip olacağından başarısızlıkla sonuçlanmıştı. Ki, İstanbul’a düzenlenen sefere Hz. Eyüp el Ensari’de katılmış ve şehid düşmüştü. 

Hüseyin, hiçbir cihada katılmayıp Hz. Muaviye’nin ölümünden sonra geçmeyi düşündüğü halifelik ile ilgili planlar yapıyordu. Ancak Yezid’in halifeliği devralmasıyla tamamen nefsi bir iktidarlık mücadelesine kalkışan Hüseyin, Yezid’in halifeliğini tanımadığını bildirerek kendi halifeliğini ilan etmesiyle çıkan fitne sonuncu birlik bozulmuş, cihadlar durmuş, küffara karşı cihad yerine Müslümanlar birbirlerine düşman kesilmişti.

Peygamber Efendimizin torunu olmasını istismar ederek nefsine mağlup olan Hüseyin, Yezid’in halifeliğine karşı çıkma sebebi, hilafetin verasete dönüşme endişesiydi. Oysa amaç İslam’a hizmet ise, verasetin ne önemi olabilir? Ki, Osmanlı İslam Devleti de verasetle halifeliği sürdürmemiş miydi?

Yezid, cenk meydanlarında cihad yaparak Bizanslılarla savaşırken, Hüseyin’in küfre karşı hiçbir savaşa katılmayıp halifelik hesapları yapması, aralarındaki tevhid şuurunu da kanıtlamaktaydı. Zaten halife Hz. Osman’ı katletmeleri akabinde ayrılan saflar Hz. Ali’nin halifeliğinde de sürmüş ve Hüseyin’in Kerbela’da ölmesiyle Şii ve Aleviler, kendilerine hasım olarak sadece Müslümanları belleyip batılı zararsız addetmişlerdir. Çünkü kendi inançları da batıldı! 

Şiilerde iktidar inanç meselesidir ve meşru siyasi lider aynı zamanda ruhani liderliği de elinde bulunduran Hz. Ali ve soyundan gelen imamlar itaate haiz liderlerdir. Bu sebeple Sünniler Müslüman değil, amansız ve ezeli sapkın düşman olduklarından hilafetliklerini asla kabul etmezler. Onlara göre Hz. Ali ve soyundan gelenler o kadar ulvidir ki, Allah ve Resulü dahi sonra gelir Tıpkı Hıristiyanların Hz. İsa’yı rab edinmeleri misali Hz. Ali’yi gizli rab edinerek Allah’a şirk koşmuşlardır.

Bir halife varken ikinci bir halifenin ortaya çıkarak fitne doğurması katli vacib sebebidir. Dolayısıyla Hüseyin’in halifelik ilanı apaçık bir isyan ve günümüz terminolojisiyle terördür.

Kulluk sözde değil ameldedir! Şahıslara odaklı bir İslam anlayışı küfürdür; amaç Allah’a kayıtsız-şartsız kulluk ve hizmettir. Velev ki, lider yahut komutan ehl-i beyt değil de Allah’ın vekil kıldığı ümmi bir çoban olsa dahi itaatin Allah’adır!


“De ki: Ey cahiller! Bana Allah'tan başkasına kulluk etmemi mi emrediyorsunuz?” Zümer 64

Hiç yorum yok: