30 Ocak 2016 Cumartesi

Yaşamı değil ölümü sev!

Dünyayı değil ahireti; bedeni değil ruhu; faniliği değil bakiliği…

İnsan her gün ölmesine rağmen ölümden tiksinerek korkması ne yaşamı ne de ölümü idrak edememiş olmasındandır. Dolayısıyla yaşamın ne olduğunu bilmeyenin ölümü bilebilmesi mümkün değildir. Ki, ölümden korkanlar gibi yaşamdan korkanların da durumları bambaşka bir garabettir.

Öyleyse insan ne istediğini biliyor mu?

Ne için yaşamdan korkuyor; başına bir musibet gelip de ölebileceği paranoyasından! Tartışılmaz ve kaçınılmaz gerçek; yaşam ve ölümdür. Kendi iradesiyle doğmayan bir insanın ölmesi de iradesine bağlı değildir. Her ne kadar intihar, iradeyle alınmış bir karar gibi sanılsa da canına kıymak isteyerek çeşitli yollara başvuran birçok insanın ölmemeleri yaşam gibi ölümün de iradelerinde olmadıklarına kanıttır. Çünkü yaşatan kim ise, öldürende O’dur! Sebep olan araç, gereç ve çeşitli vesileler yalnızca görsel veya göksel mazeretlerdir. Böylece yaşamak veya ölmek, dilemeye ve iradeye bağlı gelişmemekte ve sonuçlanmamaktadır.

Ölüm bir uykudur ve uykusuz bir hayat olamayacağına göre yaşam ile ölüm, ruhla beden misali birbirlerini tamamlayan vazgeçilemez bir bütündür.  Uyku geldiğinde her gün ölüp, uyandığında ise tekrar dirilen insanın, aslında ahiret ile ilgili aklını karıştıracak hiçbir tereddüt bulunmamaktadır. İnsanın uykusundayken belli bir süreliğine ruhunu alıp da yeniden salıveren Allah, eceli gelenin ölümüne hükmedip ruhunu mahşere kadar bedenden ayırmasıyla dünya ve ahiret hayatı kanıtlanmakta ama dünyayı çözemeyen ahireti de çözemediğinden ya inkâr etmekte yahut şüpheyle yaklaşmaktadır.  

“Geceleyin sizi öldüren (öldürür gibi uyutan), gündüzün de ne işlediğinizi bilen; sonra belirlenmiş ecel tamamlansın diye gündüzün sizi dirilten (uyandıran) O'dur. Sonra dönüşünüz yine O’nadır. Sonunda O, yaptıklarınızı size haber verecektir.” En’am 60

Hayattaki geçici ölüm olan uyku, her ne kadar dinlenme ise de özü otokritik yapma, muhakeme etme ve kişinin kendisini hesaba çekmesidir. Çünkü kalıcı ölümde böyle bir fırsat tanınmayıp yanlış ve günahları düzeltme imkânı yoktur. Bu sebeple her gün ölen insana küfürden dönerek tevbe edebilmesi için verilen koz, şüphesiz kullarına merhamet edici yaratıcı Allah’a mahsus bir lütuftur. Hem de öyle bir lütuf ki, bir ömür boyunca verilen imkândır!  

Uykuyu seven insanın ölümü sevmemesi, tekrar dirileceğinden şüphe duyarak ahirete iman etmemesindendir. Böylece kendini yaratıcısı Allah’a ve ahirete adamamış insanın ölmekten ya da öldürülmekten nefret etmesi ve korkması küfür ehli olduğunun açık bir kanıtıdır.   

Sanki insan, fani dünyada fani bir misafir değilmiş gibi Allah’ın hükümlerine değil de nefsinin arzu ve isteklerine boyun eğerek baki kalacağını düşünmesinin akli bir izahı bulunmamaktadır. Her gün ölümü yaşadığı halde ısrar ve inatla savaştan, ölmek yahut öldürülmekten korkmanın bir anlamı olabilir mi?

Allah tarafından yaratılmış bir insanın Allah’a karşı direnebilmesi ancak şeytan misali lanetlenmiş olmasının bir sonucudur.

Ölümü sevmeyen yaşamayı da sevmez; sadece nefsini sever!

Dünya öylesi olaylara sahnedir ki, yaşam, ölüm ve ecelle ilgili her kanıta sahiptir. Şehrin merkezinde ve kalabalığın ortasında yardım bulamayarak ölünürken; ıssız bir ormanda yardım bularak kurtulabiliyorsun.

İngiliz bir aile, yaz tatili için İskoçya’nın uçsuz bucaksız orman köylerinden birine gider. Bunlar, tek çocukları olan aristokrat bir İngiliz ailesidir. Köyün dayanılmaz çekiciliği ailenin genç çocuğunu cezp eder. Tek başına dolaşmaya çıkar genç adam! Gezer, gezer ve ağaçlar arasında çok çekici bir su birikintisi bulur. Burası yemyeşil bataklık bir gölcüktür. Hiç düşünmeden kendini suya bırakır ama az sonra olacaklardan habersizdir. Çocuğun bacağına kramp girer ve ölümün o buz gibi yüzüyle karşı karşıya kalıp canhıraş feryatlar savurarak, “İmdaaat, imdaaat!” diye bağırır. Çok değil, az sonra bu çığlıklara az ilerdeki çiftlikten yanıt gelir ve onu yoksul bir çiftçi kurtarır.

İngiliz baba, oğlunun kurtulmasına vesile olan köylüyü ziyaret eder. Çiftçiye “Oğlumu kurtardınız, size bunun karşılığını vermek istiyorum” der. Yoksul çiftçi “Kabul etmem!” diyerek ödülü geri çevirir. Tam bu sırada kapının aralığından çiftçinin küçük oğlu görülür. “Bu senin oğlun mu” diye sorar. Çiftçi “Evet” der. İngiliz, “Gel seninle bir anlaşma yapalım. Oğlunu bana ver, iyi bir eğitim almasını sağlayayım. Eğer karakteri babasına benziyorsa ilerde gurur duyacağın bir kişi olur” der.

Aradan geçen uzun yılların ardından bataklıkta ölmek üzereyken eceli gelmediğinden kurtulan İngiliz aristokratın oğlu Winston Churchill İngiltere Başbakanı; yoksul çiftçinin oğlu ise dünyaca tanınan ve Penisilini keşfeden ünlü bilim adamı Alexander Fleming’dir.

Yine 1945 yılının bir kış günü, İngiltere Başbakanı Winston Churchill, Afrika’ya yaptığı bir ziyaret sırasında amansız bir hastalığa yakalanır. Bu, zamanın vebası olan zatürreedir ve henüz tedavisi yoktur. Ama İngiltere de henüz yeni bulunan bir ilacın bu hastalığı tedavi ettiği Başbakana söylenir. Başbakan Churchill, yine ölmek üzeredir. Hemen ilacın mucidi olan Alexander Flemming uçakla Afrika’ya getirtilir ve can çekişmekte olan yaşlı Başkan Churchill’i tedavi ederek hasta yatağından kalkmasına aracı olur. Ve bunların kaderleri öyle programlanmıştır ki, çiftçinin oğlu Sir Alexander Flemming, bulduğu Penisilin ile Winston Churchil’in hayatının yine son nefesinde kurtulmasına ikinci kez aracılık eder. 

(Resulüm!) De ki: Eğer ölümden veya öldürülmekten kaçıyorsanız, kaçmanın size asla faydası olmaz! (Eceliniz gelmemiş ise) o takdirde de, yaşatılacağınız süre çok değildir.” Ahzab 36

Olabilmenin yegâne şartı ölümü sevmektir. Zilletten, hakirlikten ve zavallılıktan sıyrılabilmenin tek çaresi ölümle barıştır. Nasıl ki güç ve dirlik kazanabilmek için uykudaki ölüm aşkla kucaklanabiliyorsa; ebedi hayat olan ahirete götürecek olan ölümde öyle sevilmelidir ki, yeniden dirildiğinde eşsiz saadete kavuşabilesin. Zaten ölümü seven günahlardan kaçıp yaratıcı Allah’a tumturaklı kul olmaya koşar.

Ahirete inanmayan batıl ehlinin içinde bulunmayacakları dünya için ölüme koşmaları karşısında ahirete iman etmiş sözde iman ehlinin ölmekten kaçınabilmeleri nasıl korkunç bir zıddiyettir?


“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” Nisa 74

Hiç yorum yok: