18 Nisan 2014 Cuma

Yargı, hükümete emredemez!

Sözde millet adına karar veren yargı, milletin seçtiği hükümetin karşısında bariyer olamaz.

Seküler demokratik düzenlerde egemenliğin kayıtsız-şartsız millette olduğunu güvence altına alınan bir düşünce düzeyinde kuvvetler ayrılığı prensibi, tek kuvvet olması gereken millet iradesini sabote eden bir manipülasyondur. 

İlk olarak antik Yunan ve Roma’da geliştirilen yasama, yürütme ve yargı güç ayırımının kendi başlarına etkin kuvvet olarak birbirlerinden ayrılmasıyla konumlandırılmış devlet düzeni, teoride açıklandığı gibi millet lehine değil, bizzat devletin milleti güden bir otoritesidir. Unutulmamalıdır ki, bizzat kral ve imparatorlar devrinde ortaya çıkan kuvvetler ayrılığının halkı adatmak maksatlı nasıl bir hile olduğu tartışılmazdır.   
Halkın çoğunluğuyla iktidara gelmiş Ak Parti’yi kapatmaya çalışmış yargının nasıl millet iradesini alaşağı eden diktasal bir kuvvet olabildiğine yakın tarihte şahit olunmuştur.
Kuvvetler ayrılığını, fren ve denge mekanizmasını sağlayabilmek için zorunlu olduğu varsayımı millet iradesine güvensizlik ve yetki gaspıdır. Millet tarafından seçilmemiş bir yargının millet üzerinde bir yetkisi bulunamaz ve millet adına da karar alamaz. Çünkü millet, kendilerine, seçtikleri iktidarın üzerinde bir otorite vermemiş, dolayısıyla iktidarın lehlerine aldığı kararları bozma ya da durdurma salahiyeti de tanımamıştır. Bu sebeple ya millet egemendir ya da yargı!
Yargı ile birlikte yasamaya yetki verilmesi, yargı despotizmini meşrulaştırabilmek için yapılmış bir manipülasyondur. Yürütmeyi yetkili kılan yasama ve yasamayı çalıştıran da yürütme olduğuna göre; farklı kuvvetler olabilmesi mümkün değildir. Ancak koalisyon hükümetlerinde çıkar çatışmaları ve pazarlıklar mevzubahis olduğundan, yasamanın yürütmeye karşı kuvvet gösterisi olabilir ama tek başına iktidarlarda yasama, yürütmenin emrindedir.
Seküler yargı, asla bağımsız değildir ve olamazda. Hükmü, ilahi bir kudretten değil beşerden aldığı için ya düşünce ve ideolojik bağlılığı ya da çıkar beklentisi kararlarında etkilidir. Dolayısıyla hiçbir insan bağımsız olamaz, mutlaka fikri doğrultusunda kayırım yapmaması elinde değildir. Ayrıca Allah korkusu taşımayan bir vicdan da bulunamayacağından yargıçların vicdani kanaatleri mümkün olamaz. Çünkü anayasa ve hukuk din dışı, yasalarında da Allah’a yer vermiyor ise, iddia edilen vicdan da ona uygun olarak hüküm vermektedir. Takdir edilir ki, buna da vicdan denemez!
Aynı şekilde dini rejimlerde de hileli yönlendirmeler mevcuttur. Egemenlik kayıtsız-şartsız Allah’ındır denir ama Allah’ın hükümlerine değil kendi istek ve düşüncelerine göre kararlar alınır. Seküler hukukta varolan yorumlar vahiyde de görülebildiğinden nefse göre idamlık bir suçlu beraat, beraat etmesi gereken bir masum da idam edilebilmektedir. Dolayısıyla suçlunun niteliği hukuku teslim alır! Çünkü yaratıcı Allah gökyüzünde, nefiste yeryüzünde hâkim anlayışı adaletin ve vicdanın tesisini yıkar!              
Milleti egemen kılan demokratik bir düzende yargı, kuvvet olmaktan çıkarılmalı ve milletin seçtiği iktidara karşı yaptırım sahibi olmamalıdır. Ahlaki değerlerle ilgili iktidarı yargılayabilir ama milletin beklediği ve ülkeyi kalkındıracak icraatlarıyla ilgili karar alamaz. Yargı, hukukun gücünü milletin seçtiği iktidara karşı değil, toplumsal asayişe karşı işletmeli ve suçlunun en aza indirildiği bir toplumun inşası için enerjisini harcamalıdır.
Siyasetle bütünleşmiş ve saflara ayrılmış bir yargıdan dolayı adaletsizliklerin feryatları dinmemekte, fitne durmamaktadır. Yargının dokunulmazlığına son verilmeli ve doğrudan milletin seçtiği iktidara bağımlı haline getirilmelidir ki, ‘millet adına’ karar vermesi meşrulaşabilsin! Yoksa milletin seçtiği hükümete kılıç çekip meydan okuyabilen bir yargının milleten yana olabilmesi mümkün müdür?
Yargı, önündeki hukuka rağmen kendi içinde dahi öyle çelişki halindedir ki, yıllarca süren bir olayla ilgili mahkeme ve yargıtayın kararını anayasa mahkemesi bir anda yok sayabilmekte, müebbet hapisle cezalandırılmış suçluları salıvermektedir. Diğer taraftan yargı da etkin bir güce oluşup hükümet aleyhinde cephe oluşturan paralel yapıya karşı millet, seçtiği hükümet aracılığıyla yaptırım dahi uygulayamıyor ise, devlet ve milletin bir yargı oligarşisi tutsağında olmadığı söylenebilir mi?
Madem kayıtsız-şartsız egemen millet; hukukta, yargıda, mecliste, hükümette, devlette milletin boyunduruğu altında olmalı ve millete rağmen hiçbir gerekçeyle iradesine çalım atmaya kalkışılmamalıdır.
Madem kayıtsız-şartsız egemen Allah, yeryüzü ve gökyüzünde canlı-cansız ne var ise Allah’ın iradesine boyun eğmeli ve hükümlerinin dışına çıkılmayarak Mutlak İrade’si ne sorgulanmalı ne tartışılmalı ne de yorumlanarak eğilip bükülmelidir.     
Kim egemen kabul edilmiş ise, onun egemenliğinden asla taviz vermemeli ve karşısındaki güç kim olursa olsun ya dimdik olunmalı ya da şerefle ölünmelidir.

"Öl veya ol! İşte bunu bilmiyorsan zavallı bir misafirsin karanlık yeryüzünde." Goethe

Hiç yorum yok: