14 Nisan 2014 Pazartesi

Hukuk, beden; adalet, ruhtur!

Hukuk’un olup da adaletin olmadığı bir yapı, ruhsuz beden misali ölüdür. Seküler, yani laik ya da pozitivist hukuk, yürüyemeyen bir engellinin ayakkabıları gibidir!

Pozitivizm bilim gibi pozitivizm hukuk da; yaratıcıyı, ruhu, peygamberi ve vahyi reddedip sadece fiziksel yahut maddi dünyanın gerçeklerine dayanan bir yapıdır. İlahi yasalara tamamen karşı olup, hukuk sistemlerin evrimsel yollarla bağımsız olarak tanımlanabileceğini öne sürer. Oysa ağaçtaki bir yaprak gibi kâinatta hiçbir şey bağımsız değildir.

Türkiye’deki laik hukuk, hukuki pozitivizm olup, kanunların içeriği ne olursa olsun mutlaka uyulmalıdır anlayışıyla hüküm sürmekte ve savunulmaktadır. Açık bir ifadeyle, hak ve adaleti temsil edip etmediğine aldırış etmez, insanların vicdani hassasiyetlerine önem vermez; fert, toplum ve milli çıkarları gözetmez. Dolayısıyla pozitivizm, gerek bilim gerekse hukukta niçinlerle değil nasıllarla uğraştığından; hem bilim hem de hukukun da ruhunu kabul etmez.

"Güneş sisteminin, gezegenlerin ve kuyruklu yıldızların harika sistemleri, yalnızca akıllı ve güçlü bir varlığın kudretiyle sürebilir. Bu varlık yalnızca dünyanın ruhunu değil, her şeyi yöneten Allah’tır." I. Newton

Özellikle Anayasa Mahkemesi Başkanının “evrensel kanunlara” bağlılığı, tamamen seküler-pozitivizm hukukuna bir işaret olup, ne ülke ne de vicdan adaletini önemsemediğine kanıttır. İfade ettiği gibi “Biz işimize bakıyoruz ve anayasanın gereğini yapıyoruz” açıklaması, yanlış ya da memleketin aleyhine de olsa kanunlara mutlaka uyulma mecburiyetiyle hareket edildiğini ortaya koymaktadır.

Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklenince diğerleri de yanlış gider. L.C.Bruno

Ruhsuz bir hukukun adaleti mümkün olamaz! Ruhsuz bir bedene ne kadar methiyeler düzenlense, eşi görülmemiş törenler yapılsa, altından kıyafetler giydirilse, tabutu elmastan olsa, makyaj ve nadide kokular sürülse, ululuk payesiyle üstün tutulsa ve saygı duyulsa da, o bir ölüdür ve yeri mezarlıktır. Dolayısıyla ruhsuz bir hukuk da ne kadar üstün tutulmaya, korunmaya ve bağlılığına özen gösterilse de, o bir ölüdür ve adaleti mukim kılabilecek bir umut doğuramaz.

Nasıl ki ruhsuz bir canlı var olamıyor ise, ruhsuz bir hukukta adalet temelinde var olamaz. Var olsa da mezardaki bedenden farksızdır. Dolayısıyla din dışı hukuk, ancak ölülere hitap eden hukuktur. Bu sebeple insanlar, hukuka rağmen adaletin yerine getirilmemesinden feryatları ardı arkası kesilmiyor ise, hukukun ruhsuz oluşundandır.

Mezarsı hukukun uygulayıcıları yargıçlar, malumunuz üzere maddi dünyanın gerçeklerini ele almaları yanı sıra vicdani kanaatleriyle de karar verirler. Lakin seküler hukuka dayalın bir vicdanın adil olabilmesi mümkün müdür?

Fiziksel veya maddi dünyanın gerçeklerine dayalı hukuki kurallar, ruhi hayatla örtüşmediğinden yasaların tamamı beklentiden öte hiçbir şey ifade etmemekte, haksızlık ve adaletsizlikler engellenememektedir. Bundan dolayı çorap değiştirme misali yasalar sıkça düzeltilmekte, hedeflenen ayar bir türlü tutturulamamaktadır.

Adına ister laik, ister seküler, ister pozitivizm, ister rasyonalizm, ister batıl deyin; yaratıcının yani ruhun hükmetmediği her hukuk, adalet değil ceset getirir. Adaletin ilki hukuktan gelmiyor ise, hukukun toplumsal düzen sağlayıcı hükmü yok demektir!     


“Adil olmayan yasalar mevcuttur: Onlara itaat etmekle yetinelim mi, yoksa bu yasaları değiştirinceye kadar onlara itaat mi edelim, yoksa bu yasaları ihlal mi edelim? Bu tür bir devlet yönetimi altında insanlar genellikle çoğunluğu ikna edinceye kadar beklemek gerektiğine inanırlar. Eğer yasalara karşı gelirlerse, çözümün mevcut kötülükten daha kötü olacağını düşünürler. Fakat bilinmelidir ki, devletin kendisi çözüm olarak mevcut kötülükten daha kötüdür.” Henry David Thoreau

Hiç yorum yok: