26 Şubat 2013 Salı

Kader mahkûmu insanoğlu bir hiçtir…


Ancak İslam gereği Allah iradesi ve hükümlerine kayıtsız-şartsız teslim olup, Allah'ın lütuf ve ikram vererek doğru yola kavuşturdukları müstesna!

İşte insanoğlu, gerçekle bütünleşemediğinden ekonomik, siyasi, sosyal ve askeri gücü elinde bulunduranlara gıpta ederek önlerinde boyun eğer, maharet akıl ve iradelerindeymiş gibi arşa yerleştirilirler.

Aslında geçmiş, düşünebilenler için apaçık bir ayna olmasına rağmen, nefisleri o gerçeği kavramalarına izin vermemektedir. Dolayısıyla idollerini farkında olmadan Allah’tan daha çok anarak ve yaptırım güçleri olduklarına güvenerek iplerine sarılırlar. Bu sebeple insanlar kör ve sağır olmalı ki, çağdaşlık adı verilen aynalara ve atılan gazellere itibar edebilmektedirler.

Oysa derinliklere götüren yolların kokusunu alamamalarından ve zihinlerini meşgul edip asıl önemli şeyden uzaklaştıran diğer her şeyi göz ardı edebildiklerinden ne kadar kanıta da şahit olsalar,  yine de idrak edememektedirler.

Demek ki akıl, teoride öngörüldüğü gibi muhakeme yetisi de sağlamamaktadır. Şöyle ki:

Hakkında birçok şifreler ve gizemler üretilen Leonardo da Vinci, çok kısa olan okul hayatında okuma, yazma ve işlem yapmayı öğrendikten sonra okulu bırakmış ve 14 yaşında bir heykeltıraşın yanında çırak olarak çalışmaya başlamıştı. Akademik bir eğitim almamasına rağmen, Da Vinci’nin kadersel dehalığı pozitivist kuralları paçavraya çevirerek, hem parlamasına, hem de belirgin yetenekler şeklinde gelişerek onu hiç düşünmediği ve tahmin etmediği çeşitli alanlara yöneltmişti. Böylelikle Da Vinci, ruhsal programı gereği deha basamağına kolayca yükselmiş bir ressam, aynı zamanda büyük bir heykeltıraş, şair, keşifler gerçekleştiren bilim adamı, ünlü bir mimar ve hatta müzisyen olarak da parlayarak üne kavuşmuştu.

Geçmişteki her seçilmiş insan gibi, onunda şöhreti çeşitli rivayetlerle kehanetleştirilip artarak devam etmişti. Fakat Da Vinci, iş edindiği ve büyük bir başarı ile yürüttüğü sanatına, hayatının önemli bir amacı olarak sarılmamış ve hiç ehemmiyet vermemişti. Neredeyse yaptığı resimlerinin büyük çoğunluğunu yarıda bırakarak tamamlamamıştır. Ayrıca bilimsel konular üzerine yoğunlaşarak matematik, fizik, kimya, anatomi, hidroteknik ve astronomi ile uğraşması ve bu konularda üstün yetenek göstermesi, bilim ve düşünce adamlarını hayrete düşürmüştü.

Da Vinci, özde sanatkâr olmasına rağmen, sürekli yeni bilimsel araştırmalara meyletti ve yeni teknikler peşinde koştu. Bundan başka, askerlikle ve inşaatla ilgili işlerde de çok usta ve bilgili biri olduğunu kanıtlamıştı. Toplar dökmüş, top mermileri yapmış, kanallar açmış, bataklıklar kurutmuştu. Ve nihayet günün birinde, Milano valisi Sfortza tarafından sarayın ses sanatçısı ve şairi olarak saray hizmetine alınmıştı. Bu görevde bulunduğu sırada, daha önce yazmadan ve hiçbir hazırlık yapmadan şaşılacak kadar güzel şiirler söylemesi, bu şiirlere çok uygun güzel besteler yapması, şiirlerini, bizzat kendisinin buluşu ve yapısı olan bir müzik aleti ile çalarak bir opera sanatçısının ustalığı ile dile getirmesi, akılları donduruyor ve herkesi şaşırtıyordu. Eğer kaderce bilgilendirilen ruhun, mutlak iradece nasıl programlandığı gerçeği kestirebilinmiş olsaydı, şaşılacak ve gıpta edilecek hiçbir şeyin de olmayacağı da anlaşılabilecekti.

Daha çocukken, çok farklı bir teknik olan ve o dönemde hiç bilinmeyen yağlı boya ile resim yapmayı kendi kendine öğrenmiş, adı, Florensa’nın ünlü ressamlarının yer aldığı “Kırmızı Kitap”’ta yer almıştı. 1478’de yaptığı basit bir resimde, kendini yansıtan bir genç, bir melek ve de mekanik parçalar çizerek, bilim alanında yapacağı çalışmaların ilk işaretini vermişti.

Da Vinci’nin ünlü resmi Mona Lisa dâhil günümüzde muhafaza edilen hiçbir resmi orijinal değildir, değişik zamanlarda zarar görmelerinden birçok ciddi tadilâtlardan geçirilmişlerdir. Buna rağmen tablolar özenle korunabilmekte ve paha biçilememektedir. Bisikletin ilk taslağını çizenin Da Vinci olduğunu biliyor muydunuz?

Da Vinci gibi kehanetleştirilmiş bir kader mahkûmunun dehalığı sonrası bir anda değişime uğrayarak hayatının son yıllarına doğru serserice dolaşmaya başlaması, her şeyden ve herkesten kaçıp kurtulmak istemesi, ün, şöhret, övgü ve itibardan nefret etmesi, her şeyi bilirken ve inanılmaz başarılarla ağızları açık bırakırken hiçbir şey bilemez ve başaramaz hale dönüşü, bambaşka bir gelişme ve ibret alınması gereken mutlak bir dersti.

Da Vinci, Kral I.Francis’in kendisine tahsis ettiği Codex kalesinde yapayalnız yaşarken önce felç geçirmiş ve iki yıl sonra da adı bilinmeyen bir hastalıktan ölerek, geriye akılcı teorileri altüst eden müthiş bir yaşam biyografisi bırakmıştı.

Sözde yaratıcı akla ve iradeye odaklattırılan büyük bilimsel keşiflerin ve hükmeden iktidarlığın ardında yatan öyküler göz ardı edilir. Dünyada gelişmelere neden olan buluşların, ani beyin fırtınaları sonucu doğduğu iddia edilir. Hâlbuki her şey, Mutlak
İrade’nin "o kitap"ta ki düzeneğine göre gerçekleşmekte; dehayken hiçliğe, hiçken iktidara dönüşen sürecin altında yatan gerçek kavranamamaktadır.

Dünyayı titreten Adolf Hitler, küçük bir kasabada doğdu ve yoksul bir ailenin sıradan gümrük memuru olan çocuğuydu. Herkesin geçim sıkıntısı çektiği ve işsizliğin hüküm sürdüğü o dönem, babasını endişeye sevk ediyor ve Hitler’in geleceğini garantileyebilmesi adına memur olmasını isteyerek baskı uyguluyordu. Ancak kaderinin hakkında ne yazdığını bilemiyor ve gelecekte dünyaya hükmeden bir lider olacağını gerçekleşmesi mümkün olamayacak bir hayal zannediyordu.

Ancak Hitler, babasına ısrarla karşı çıkıyor ve ressam olmak istiyordu. Karşılıklı inatlaşmaları büyük tartışmalara neden oluyordu. Ayrıca, Hitler, okuldaki derslerinde de çok başarısızdı, sadece ressam olma hevesiyle ileride işine yarayacağı derslere ilgi duyuyordu. Ne var ki Yaratıcı, her ikisinin, endişe içinde gelecekle ilgili düşlerinde canlandırdıkları meslekleri değil, dünyayı sallayacak ve dünya savaşlarını çıkartacak bir lider olmasına karar vermişti. Öncesinden hakkında yazılmış kader, dilek ve eğitime göre şekillenmiyordu.

On üç yaşında babasını kaybedip yetim kalmasının ardından, çok ağır bir hastalığa yakalanarak okula ara vermek zorunda kalan Hitler, çocuk yaşta annesini de kaybetmesinden sonra eline geçen çok az bir yetim maaşıyla geçinemeyeceğini düşünerek Viyana’ya gitti. Güzel Sanatlar Akademisine girebilmek için girdiği sınavda yüzde yüz başarı beklediği sırada kaybettiğini öğrenince yıkıldı. Kaderin kendisine biçtiği görevi bilememenin hüsranlığıyla yeteneksiz olabileceğini kabul edemiyordu. Üstelik liseyi de bitirmemişti.

Viyana’da acı dolu günler geçirdi, amelelik, boyacılık gibi işlerle karnını zor doyuruyordu. Hakkında yazılmış olan kader, onu öylesine yükseltti ve yeryüzünde hüküm sürdürdü ki, iradesel ne bir akıl, ne bir düşünce, ne bir beşeri yardım, ne dilek, ne de bir eğitimin zerre kadar değeri olmadığını kanıtladı.

Okulsuz, kariyersiz, güçsüz, kimsesiz, yetim ve yoksul bir çocuğun dünyaya diz çöktürmesi, kimin mutlak iradesiydi?

Bilgisi, yeteneği, ünü ve şöhreti sınırları aşan Da Vinci’nin dışlanmışlığa ve yalnızlığa itilmesi kimin iradesiydi?

Artık kader mahkûmu olmadığını iddia ederek özgürlüğü ve etkileşimi savunanlar, ne diyecekler? İnsanoğlunun asla özgür olmadığı, Allah izin vermedikçe dileklerini ve umutlarını gerçekleştiremeyeceği, dolayısıyla başıboş olmadıkları; İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sanır!Kıyame Süresi 36. Ayetle sabittir.

Her insan, kaderini yaşadığından dünya nimetleri açısından özde birbirlerine karşı ne güçlü ne de zayıftırlar. Sadece Allah tarafından biçilen görevleri yapmakta, kiminin kimine karşı derece üstünlüğü akıl ve iradelerinde değil, Allah öyle dilediği içindir. Bu sebeple insan olmalarından peygamberlerin dahi kendi başlarına yaptırım gücü bulunmamaktadır.

“De ki: Ben de ancak sizin gibi bir insanım. Bana ilahınızın bir tek İlah olduğu vahy olunuyor. Artık O'na yönelin, O'ndan mağfiret dileyin. Ortak koşanların vay haline!” Fussilet 6

De ki: Doğrusu ben size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim. De ki: Gerçekten Allah’a karşı beni kimse himaye edemez, O'ndan başka sığınacak kimse de bulamam.” Cin 21-22

“Sizi yeryüzünün halifeleri kılan, size verdiği (nimetler) hususunda sizi denemek için kiminizi kiminizden derecelerle üstün kılan O'dur. Şüphesiz Rabbin, cezası çabuk olandır ve gerçekten O, bağışlayan merhamet edendir.” Enam 165

“Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık. Birbirlerine iş gördürmeleri için kimini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır.” Zuhruf 32

Öyleyse herhangi bir beşerin geçici ve emanetsi gücünden etkilenerek fayda vereceği mi sanılıyor? Fayda beklerken neden zarara uğranılıyor?

Hiç yorum yok: