7 Şubat 2013 Perşembe

Ayakta ölmek diz üstü yaşamaktan iyidir…


Çevrelerine uymak için kendilerini yontan insanların nasıl tükenip gittikleri İslami kesimde daha aşikâr anlaşılmaktadır.

Politikacılık ve reklamcığın yarı doğrulardan tam yalanlar üretme sanatları olması misali vahiy de, yorumlarla özden çıkarılıp nefislere peşkeş çekilmek suretiyle bid’at ve hurafelerle bozulmuş, İslam ile ateizmin siyasi terminolojisi olan laiklik bir potada harmanlatılarak özgürlük adına Müslüman millete giydirilebilmiştir.

Türban yahut başörtüsü diye anılan örtünün inanç merkezli tartışılmaması gereken meşruiyetine kıyılmış, din karşıtı laik rejimin baskı ve şiddetiyle Müslümanlara vurulan zincir dolaylı taktiklerle gevşetilmeye çalışılsa da ortadan kaldırılamamıştır.

Kamuda kılık ve kıyafet özgürlüğü gerekçesiyle girişilen kampanyalar fevkalade yanlıştır. Neden dini ya da inanç özgürlüğü başlığı altında değil de kılık ve kıyafet özgürlüğü ile manipüle edildiği, laikliğin ezeli din karşıtlığını ve amacını kanıtlamaktadır.

Allah’ın verdiği bir özgürlüğün ve hükmettiği bir emrin beşerden talep edilmesi, o beşeri gücü tanrılaştırmaktır. Ki, o beşeri güç, Allah’a ve ayetlerine savaş açmış ise hak istenmez, doğrudan alınır. Tartışılması dahi küfrü doğurur!

Sözde Müslümanların özsel imansızlıkları düşmanları cesaretlendirmiş, ak örtünün karaya dönüşmesine fırsat tanınarak kamudan dışlanıp hor ve hakir kalmasına neden olmuştur. Dolayısıyla türbana pranga vuranlar, asıl türbanı yahut başörtüyü savunanlardır.

Dini bir ibadeti Allah’a dayanarak müdafaa edip direnç gösteremeyen münafık önderler, kahredici nefsi çıkarları adına şapka, peruk v.s gibi saç örtüleri yahut aç-kapa alaylarına fetva verip ayetleri nasıl eğip bükerek az bir bedele peşkeş çektiklerini ortaya koymakta, böylece Allah’ın emrini düşmanın emrinden aşağı görmelerinin zilletinden sorun çözülememektedir.
    
Kendini Allah’a, hak ve adalete adamış İzzet Kıraç adlı bir müminin, bir bayan avukatın taktığı türban yüzünden Gümüşhane Barosundan atılmasıyla Baro Başkanı Ali Günday’ı öldürmesi, Maide Süresi 33. Ayetine istinaden her ne kadar meşru ise de, kendisini savunacak Müslüman bir avukatı bulamamanın rezaletini hala hissetmekteyim. Ne acıdır ki, en azılı teröristleri yüzlerce avukat savunmada yarışırken, Allah için cihada kalkmış bir müminin vekâletini üstlenebilecek bir avukatı, ancak talep ettiği fahiş ücretini peşin ödemem üzerine bulabilmiş olmam, Türkiye’deki Müslüman gerçeğini de ortaya çıkarmıştı. Ogün İzzet Kırac’ı katillikle yaftalayıp Ali Günday’a sahip çıkan türbanlılar ve türban savunucuları, hangi yüzle türbana özgürlük talep etmektedirler? Pardon, türbana yahut başörtüsüne değil kılık-kıyafet özgürlüğüne vurgu yaparak hak iddiasında bulunmaları, Allah ve İslam nezdinde hiçbir değer taşımamaktadır.
           
Şükürler olsun ki, karşımdaki güç ne olursa olsun asla boyun eğmedim, Allah’ın hükümlerine dil uzattırmamak adına tehdit ve şantajlarına karşı yılmadım.

Verdiğim röportajdan dolayı yargılandığım mahkemede savunmamı ayetle yaptığım sırada, ağır ceza hâkiminin, “burada ayet okuyamazsın” uyarısı üzerine, “ben Müslüman’ım ve dinen sakıncası olamayan her yerde ayet okurum” açıklamam akabinde, hâkimin tutuklamayla tehdidi karşısında, “Allah dilemezse tutuklayamazsın” yanıtım, Allah dilemediğinden mahkemeye tutuklama fırsatı vermemişti. Allah’ın tutuklamasını önemsemeyip mahkemenin tutuklamasından korkanlar, iman etmiş sayılabilirler mi?

Yahut eğitim adına Allah emrini hiçe sayarak örtülerini açanlar, peruk, şapka gibi arayışlara girenler; eğitimlerinden fayda elde edebilir veya iman etmiş sayılabilirler mi? Ya da rızık endişesi taşıyarak çalıştıkları kuruluşlarda örtülerinden ve diğer ibadetlerinden taviz verenler Müslüman sayılabilir mi?
Allah’ın farz kıldığı hükümleri baskı yahut şiddetle yasaklayan devlet değil baban veya kardeşin dahi olsa, savaşmak kaçınılmazdır. Tanrı kim ise, onun sözü geçerlidir…

Bu sebeple iman etmiş her mümin, yalvarıp yakaracağına ölümüne mücadele etmiş olsa, Allah ona hakkını teslim ettirir. Önce adalet! Adaletin yerini bulabilmesi için ola ki çıkabilecek kıyametten korkulmamalı, hiçbir gerekçe azgına hesap sormayı engellememelidir.

Her türbanlı kız öğrenci gibi benimde kızım üniversiteye gitmiş, aynı anda hem kimya mühendisliğini hem de kimya fakültesini bitirerek double yapmıştı. Ne üniversite yönetimi ne de öğretim görevlileri kızımın türbanına müdahale edebilecek cesareti gösterebilmişti. Kalkışanı uyarmış, uyarımın ciddiye alınmaması akabinde şiddete başvuracağımın altını çizmiştim. Allah yasalarına muhalefet eden batıl herhangi bir yasanın indimde zerre kadar bağlayıcılığı ve değeri yoktur. Dolayısıyla iman etmiş her ebeveyn azgın barbarlara karşı hak ettikleri mücadeleyi vermiş olsalardı; değil türban, hiçbir ibadet yasak konusu olamazdı.
        
Fransız düşünür Montesquien’un ifade ettiği gibi; “Birtek kişiye yapılan bir haksızlık, bütün topluma yapılan bir tehdittir” idrakine sahip olmayan rejim ve güdümündeki yığınlar, kendilerini yok etme üzerine ellerinden gelen fitneyi işlemekten geri durmamakta, sebep-sonuç ilişkisini muhakeme edemeyerek şeytani ideolojileri uğruna kasıp kavurmaktadırlar.

Hak ve adaletin egemenliği için bugüne kadar yapılan binlerce savaşta verilen milyonlarca canın muhteviyatı kavranabilseydi, azgını ne akıl ne mantık ne merhamet ne de hoşgörünün durduramadığı anlaşılırdı. Bu sebepledir ki Allah, yüzlerce ayetinde azgına karşı savaşı emretmiş, ancak zor ve meşakkatli cesur bir mücadele sonucu haklara kavuşulabileceğini buyurmuştur.
Yoksa “ya beni okula almıyorlar, çalıştırmıyorlar, kamuda fırsat vermiyorlar, oraya sokmuyorlar, aşağılıyorlar” pespayeliğiyle örtüler açılmayıp şapka ve peruk benzeri maymunluklarla taviz verilmeyerek dik durulabilinseydi, bir avuç lanetlinin gücü ne kadar şiddetli olsa da savrulacaklarına şüphe yoktur.

İnsanlığı yahut düzeni değiştirmeyi düşünenin önce kendisini değiştirmeyi düşünmemesi ne kadar abes ise, sözde Müslümanların taptığı Allah’a değil de hilkatteki eşlerinden korkup itaat edebilmesi o kadar absürttür.

Allah’a iman ettiği deklare eden mümine laik yasalar dayatılamaz, kısıtlamalar ve yasaklar getirilemez, kamu adına sınırlar konulamaz, dini ve ibadeti hürriyetleri elinden alınamaz. Bu apaçık bir savaş nedenidir.

Ülkesi için canını veren ve vermeye aday bir vatandaşı ve yakınlarını inançsal örtüsünden dolayı dışlayarak etrafına duvarlar örmek suretiyle yasaklara mahkûm kılan bir güçle savaşılmayacak da ne yapılacak?
   
Allah’a karşı her Müslüman, önce kendinden sonra toplumdan sorumludur. Dolayısıyla her Müslüman, inancından ötürü kendisine konan yasaklara karşı savaşmalı, batıldan yardım dilenerek dinini ve insanlığını aşağılatmamalıdır.

İslam, nasıl Allah iradesine kayıtsız-şartsız bir bağlılık ise; iman etmiş müminlikte o yolda şehit ya da gazi olma mükâfatına ulaşmaktır. Aksi takdirde münafık olduklarını tescil ederler.       
Nasıl ki mide ülserine yenilenlerin neden olmayıp, ülserin sizi yiyenlerden oluşması misali Müslümanlar da, kendilerini yedirtmelerinden ülsere kapılmışlar, böylece ruhlarındaki müzmin yaralar erozyona uğrayarak vahyi sindirememelerine sebep olmuştur.

“Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve yeryüzünde (hak) düzeni bozmaya çalışanların cezası ancak ya (acımadan) öldürülmeleri, ya asılmaları yahut el ve ayaklarının çaprazlama kesilmesi yahut da bulundukları yerden sürülmeleridir. Bu onların dünyadaki rüsvaylığıdır. Onlar için ahirette de büyük azap vardır.” Maide 33

Hiç yorum yok: