23 Ekim 2012 Salı

Törene iştirak edilmeksizin vekâletle kurban sunulamaz…


Kurban, Allah’a teslimiyetin ve şükrün fevkalade önemli bir işareti olup, törene iştirak edilmeksizin vekâletle yerine getirilmesi, farkında olunmadan Allah’a üstünlük koşmaktır. Ki, ekonomik durumu kurban sunmaya gücü yetmeyenlerin dahi herhangi bir kurban törenine iştirakleri kaçınılamaz bir yükümlülüktür.

Yeryüzünün “ilk” cinayeti ve kötülüğü olan Kabil’in kardeşi Habil’i öldürmesi de, sundukları “Kurban”ların Allah nezdinde kabulü yüzünden vuku bulmuş, böylece kurbanın maddi değil manevi ehemmiyeti; hem olaylarla hem de ayetlerle zikredilmiştir. Kevser süresi 2. ayetinde; Şimdi sen Rabbine kulluk et ve kurban kes. “ emredilmiştir.

İlk insan Hz. Âdem’in yaratılmasıyla cennetteki şeytanın saptırılması; iyi ile kötü, doğru ile yanlış, güzel ile çirkin, dostluk ile düşmanlık, isyan ile sabrın, kulluk ile asiliğin temsilci ve taraftarlarını saflara ayırmıştır. Hz. Âdem’in oğulları ve yeryüzünün üçüncü ve dördüncü insanları Habil ve Kabil; kardeş olmalarına, vahiyle bildirilmiş herhangi bir fitneye neden olabilecek, anlaşmazlığa sebep verebilecek ve paylaşılmayacak hiçbir çıkar ve nedenleri bulunulmadıkları halde; Kabil’in kardeşi Habil’i öldürerek, yeryüzünün “ilk cinayet”’ini işlemesi, muhakeme edebilen akıllar için temel öğedir.

Her ikisinin Allah’a şükredebilmek adına sundukları kurban; Habil’inkinin Allah tarafından kabul edilip, Kabil’inkinin “bir bilgi”’ye göre reddedilmesiyle, benlikten fışkıran ve yeryüzünü sarsacak olan düşmanlık ve kötülüğün temelleri atılır ve ilk emsal ürün olarak geleceğe yön verir. Bu süreç ile ilgili tefsirlerde konu edilen rivayetlerin tamamı hurafe olup, Kur’an’da rivayet edilen iddiaları destekleyici hiçbir ayet ve işarete rastlanılmamaktadır.

“Onlara, Adem'in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. "Andolsun seni öldüreceğim" dedi. Diğeri de "Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder" dedi.” Maide 27

Allah tarafından kurbanı kabul edilmeyen Kabil’in, kurbanı kabul edilen kardeşi Habil’i öldürmesi; böylece dünyadaki kıskançlığın, vahşetin, ayırımcılığın, fitnenin, benliğin, hasımlığın, hasetliğin, ihanetin, felâketin, suçların ve her türlü kötülüğün başlangıcı olur. Kaderin dualite çarkı; iyiyi ve doğruyu temsilen Hz. Âdem ile kötüyü ve yanlışı temsilen şeytanın mücadelesi arasında başlar. Yani Kabil kötünün, Habil’de iyinin fiziki insan temsilcileri olarak biçimlenir ve düzen, bu temel yapı üzerine inşa edilerek; iyi-kötü, doğru-yanlış, güzel-çirkin, güçlü-zayıf, mümin-kâfir, dost-düşman, peygamber-şeytan savaşı tüm şiddetiyle devam eder.

Allah, neden Habil’in kurbanını kabul etmişti de, Kabil’inkini reddetmişti? Üstelik peygamber çocukları olmalarına rağmen her ikisi de taptıkları Yaratıcıları için kurban takdim etmemişler miydi?

Bir düşünün; Peygamber oğlunun elleriyle boğazladığı kurbanı dahi kabul etmeyen Allah, acaba başında bulunup törene iştiraki bile tenezzüle yanaşmayarak vekâletle kestirilen kurbanları kabul eder mi?

Ancak dini materyalistleştiren ilahiyatçılar, kurbanı Allah’a bir saygı ibadetinden çıkarıp maddeye indirgeyerek, her zaman yapılabilen bir yardım manipülasyonuna dönüştürebilmişlerdir. Şayet Kurban; yoksul doyurma amaçlı bir yardım, sıradan ve basit bir kasaplık ve vekâletle yerine getirilebilecek midemsi bir ibadet olsaydı; Hz. İbrahim oğlunu kurban etmeye kakışır mıydı? Neden canından üstün tuttuğu oğlunun kurban edilmesi için bir vekil tayin etmedi? Ayrıca günümüzdeki gibi, oğlu Hz. İsmail’i kurban etme amacı; etini yoksullara dağıtmak mıydı? 

“Biz, oğluna bedel ona büyük bir kurban verdik.” Saffat 107

Hz. İbrahim, rüyasını oğlu Hz. İsmail’e anlatarak; “Ey oğulcuğum, rüyada seni boğazladığımı görüyorum. Bir düşün, ne dersin?” dedi. Çünkü peygamberlerin uykudaki rüyaları, aynı zamanda vahiy niteliğindedir. Hz. İbrahim’in rüyasını oğluna bildirmesi, ona durumunun daha kolay olması, ayrıca Allah’a ve babasına itaatte küçüklüğüne göre sabrını, sadakatini, gücünü ve azmini denemek içindi. Hz. İsmail cevaben dedi ki: “Babacığım! Emrolunduğun şeyi yap. İnşaAllah beni sabredenlerden bulursun.” dedi. Saffat 102

Gerek Kabil’in kardeşi Habil’i öldürerek, gerekse Hz. İbrahim’in oğlu İsmail’i kurban etmek isteyerek geleceğe ışık tutan temel olaylar, takdir edileceği üzere kurbanın karın doyuran özelliğini değil, Allah’a teslimin bir ifadesi olduğunu ortaya koymaktadır. Eğer aksi olsaydı; ne Kabil Habil’i öldürür, ne de Hz. İbrahim oğlunu kurban ederdi. Şüphe yok ki Hz. İbrahim, canından üstün tuttuğu oğlunun etinden yararlanmayacağı gibi, yardım maksadıyla yoksullara da dağıtmayacağıydı.

Sözde Yaratıcıları adına kurban kestiklerini öne süren inananların benliklerini yücelterek; ya ete odaklanmaları, ya törene sabredememeleri, ya da yoksullara ve hayır kuruluşlarına yardım yaptıkları gerekçesiyle kibirlenerek kurbanlarının başında bulunmayı gerek duymamaları; sözde kurban takdim ettikleri Allah’a karşı büyük bir saygısızlık, samimiyetsizlik ve gizli bir hakarettir.

Sanki tanrılarmışçasına böbürlenerek kutsal merasime tenezzül etmemeleri ve adlarına “vekil” atamalarının cüretkârlığı, kimin “Tanrı” olduğu sorusunu doğurmaktadır. Sanki Allah’ı kurbanla satın alarak kemik atarcasına gösterilen akıl almaz bencillik ve saygısızlık, şüphesiz kurbanlarını da mundarlaştırmaktadır. Ancak bir politikacının, devlet adamının, ya da menfaat sağlayacağını düşündüğü iş veya bir ilim adamının önünde esas duruşa geçmeyi, özen ve heyecanla hazırladıkları hediyeleri sunmayı şeref ve kazanç addederler. Önderlerinin karşılarında heyecandan titrer, sıra Allah’a gelince umursamazlar…

Eğer kurbanın Allah nezdinde ki ehemmiyeti anlaşılmış olsaydı; Hz. İbrahim’in oğlunu kurban etme esnasında duyduğu o tarifi imkânsız aşk, arzu ve heyecan hissedilir, dolayısıyla iman, açığa çıkardı. Herhalde vekâletle kurban kestirenler, Hz. İbrahim’den hatta Allah’tan daha üstün olmalıdırlar ki, Allah’a sunulan kutsal nitelikteki hediyelerin başında dahi bulunmayı kendilerine layık görmemektedirler.

Cemaatle namaz kılınması misali imam niteliğindeki kurban keseni vekil tayin edebilirsiniz ama orada bulunma zorunluluğunuzu yok sayamazsınız. O takdirde imamı da vekil tayin ederek, sanki cemaatte namaz kılıyormuşçasına namaz kılmış olmanız nasıl imkânsız ise, kurban törenine katılmaksızın yaptığınız ibadetin de Allah nezdinde hiçbir değeri bulunmadığı, aksine böbürlenmenizden ötürü küfre girdiğiniz aşikârdır. Yaratıcı Allah’a sunulan kurban sahibinin sanki Allah’tan büyükmüşçesine ibadete iştirak etmemesi, tartışmasız GİZLİ BİR ŞİRKTİR…

Kurbanın asıl amacı yardım değil, yaratıcı Allah’a bir tazimdir…

“Biz, büyük baş hayvanları da sizin için Allah'ın işaretlerinden (kurban) kıldık. Onlarda sizin için hayır vardır. Şu halde onlar, ayakları üzerine dururken üzerlerine Allah'ın ismini anınız (ve kurban ediniz). Yan üstü yere düştüklerinde ise, artık (canı çıktığında) onlardan hem kendiniz yiyin, hem de ihtiyacını gizleyen-gizlemeyen fakirlere yedirin. İşte bu hayvanları biz, şükredesiniz diye sizin istifadenize verdik.” Hac 36

Ayette, kurban edilen hayvanın ayak üzerinde iken boğazlanması emrediliyor. Öyleyse, neden kurbanlar yere yatırıldıktan sonra kesiliyor?  Allah’ın karşısında kıyama durmak sadece insanlara mı mahsustur? Oysa Allah’a kurban edilecek hayvanlarında kıyamdayken takdim edilmesi buyruluyor. Şüphesiz Peygamberimiz de aynı hüküm doğrultusunda kurbanlarını sunmuştur. Hiçbir rivayet, Peygamberimizin emredilenin dışında bir davranışta bulunabileceğine kanıt olamaz.

Peygamberler dâhil yaratıklar içinde en muazzam ilim sahibi şeytan, ilmiyle nasıl ebedi cehenneme gark olup peşinden gidenleri de aynı akıbete sürüklüyor ise; ilmine güvendiğiniz işbirlikçi ve fırsatçı hurafecilere güvenip siz de ateşe girmeyiniz…

Kimileri Allah’ın Resulü Hz. Muhammed (s.a.v) de bir beşerdi diye düşünebilir ama Allah’ın buyruklarından asla dışarı çıkmamış; çıkarı ya da iktidarlar lehine hiçbir yorum getirmeyerek kesinlikle tavizkar davranmamış; yahudi, hıristiyan ve putperestlerin arzularına uymayarak kendisinden razı olabilmeleri için vahye fiyat etiketi koymamış ve dosdoğru yolda sebatkar kılınmış bir elçi olmasından, hiç kimse ama hiç kimse oportünist ve cambaz önderlerini Peygamber efendimizle kıyaslamaya kalkışmasın!

“Gerçekten, sizin gibi bir beşere itaat ederseniz, herhalde ziyan edersiniz.” Mü’minûn 34 

Unutmamalıdır ki sen, yaratık bir kulsun. Yaratıcı’nın rızasını kazanabilmek maksadıyla sunduğun hediyeye özen göstermeyip başında bulunmaksızın vekil aracılığıyla takdim edemezsin!

“Her kim Allah’a ve Resulüne itaat eder, Allah’a saygı duyar ve O’ndan sakınırsa, İşte asıl bunlar bedbahtlıktan kurtulanlardır.” Nur 52


“Saygı duyan kimse öğütten yararlanacak. En büyük ateşe girecek olan kötü kimse ise öğütten kaçacak, sonra ne ölecek ne de yaşayacak.” El Ala 10-13

Hiç yorum yok: