28 Ekim 2012 Pazar

Şehit kanı, terle kıyaslanabilinir mi?


Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu, hemşerisi Konyalı işadamlarınca Yemen’de yaptırılan Türk Okulu’nun açılış töreninde; Şehitlerimizin kanı ne kadar aziz ve mübarek ise bu kampüsü inşa etmek için ter döken kardeşlerimizin teri de o derece aziz ve mübarektir” sözleri; hem İslam’ın hem kötüye karşı verilmesi gereken cezai mücadelenin hem de barış ve adaletin özünü tahrip eden fevkalade vahim bir hezeyandır.

Bu düşünce, hak ve adaleti sonlandıracak ve şeytanı egemen kılacak öylesine materyalist köklü bir anlayıştır ki, ancak kendini nefse adamış ve dünyaya meyletmiş mahlûkların tamamen çıkara dayalı hilesel yönlendirmeleridir.

Bir tarafta dünyayı ahret karşılığı satan iman ehli ile diğer tarafta hizmet manipülasyonuyla nefsin peşinde koşanları müsavileştiren Davutoğlu’nun Allah adına değil şeytan adına şahitlik yaptığı sözleriyle anlaşılmaktadır.

Davutoğlu, Fetullah Gülen fıkhı doğrultusunda şehit kanı gibi yüce bir fedakârlığı nefsi terle özdeşleştirerek, gerek Allah’ın şehitlerle ilgili ölümsüzlüğüne muhalefet etmiş gerekse kötülüğe karşı denge sağlayıcı cihadı etkisizleştirme cihetine gitmiştir. Zaten Gülen misyonu, haçlı istilası ve mezalimine tehdit olan cihadı engelleyebilmek için İslam âlemini seküler eğitim ve kölesel barışla diz üstü çöktürmektir.

Takvanın, imanın ve cennetin ancak şeytana karşı mücadele sonrası şehitlik ya da gazilikle kazanılabileceğini buyuran Allah’ın hükümlerini yok sayarak, Türkçe Olimpiyatları çerçevesinde şarkıcı ve batıl düzene kul yetiştiren okulların yapımında ter dökenleri aziz ve mübarek sayması, İslam inancı ve bilgisine rağmen ya muhakemeden yoksun ya da şeytan misali doğru yoldan çıkmış olduğunu kanıtlamaktadır. Dolayısıyla bilgisinin ezbere ve çıkara odaklı amelsiz ve samimiyetsiz bir dolgu malzemesi olduğu ortadadır. Kafasını teorilere ve hurafelere gömeni devekuşundan ayıran nedir?

Özellikle İslam’ı kabul etmiş Müslümanların böylesi sapkınlıkları, iktidarsızlıklarını doğuran yegâne sebeptir. Bu sebeple Allah’a değil de beşeri güçlere güvenip dayanmaları, onlardan yardım, destek, izzet ve itibar beklemelerinin mağlubiyetini anlayamamakta, Hakk’ın ve adaletin safında yer alarak iktidar olmaktan ise şeytanın tarafını seçerek müstemlekeye dönüşmektedirler. 

Göğsünü siper ederek inandığı dava uğruna ölen ile ölmekten kaçınan bir hizmetli aynı olur mu?

“Körle, gören bir olmaz; Karanlıkla aydınlık da bir olmaz; Gölge ile sıcak da bir olmaz” Fatır 19-20-21

Şüphesiz nefsi çıkarlardan arınmış gerek dinsel gerek bilimsel gerekse siyasal adil hizmet ehline şükran duyulabilir ama onların huzur ve güvenlerini sağlamak maksadıyla canlarını ortaya koyanlarla kıyas edilebilmeleri söz konusu olamaz.

Kadın satıcılarından, fahişelerden, şarkıcılardan tutun da cumhurbaşkanına hatta zalim işgal güçlerine kadar herkes insanlığa hizmet ettiklerini iddia ederler. Zaten şeytanda aynı gerekçenin bayraktarı değil midir? Lakin o hizmetin kriteri, Yaratıcı’nın kurallarına göre değil de nefsi arzulara göre ise; o hizmetin rahmani olabilmesi, sağlık-huzur ve güven getirebilmesi, fayda veya yarar sağlayabilmesi mümkün müdür?

Gülen rehberliğinde açılan onca Türk Okullarının hafızalara yer edindirdiği hizmet, yabancı çocuklara Türkçe şarkı ezberletmek ve solist olarak sahnelerde şov yaptırmak olduğuna göre; nasıl olurda söz konusu okulların yapımında dökülen terler, şehit kanı gibi aziz ve mübarek olabilir? O okulların, bugüne kadar Allah ve Resulü aleyhine yapılan saldırılara karşı durmamaları, Müslümanların uğradıkları zulümlere ses çıkartmamaları, İslam egemenliği adına Müslümanların yanında saf tutmamaları ve Allah’ın ayetlerini hükümsüz bırakabilmek için yarışırcasına uğraşmaları; batıl olduklarını ispatlamaktadır. 

 “Yoksa Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden, sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız?” Al-i İmran 142

O okullar, diğer uluslar arası okullar misali rant sağlayan ticari kuruluşlar değil midir? Okullarda görev alan eğiticiler, maaş karşılığı çalışan gurbetçiler değil midir?  Öyleyse nasıl oluyor da, dedelerimizin I. Dünya Savaşında haçlı İngilizlere karşı Mekke ve Medine’yi müdafaa edebilmek amacıyla Hicaz-Yemen Cephesinde verdikleri binlerce şehid; Yemen’de okul yapan ve yaptıranlarla eş değer tutulabilir? Acaba o okullar, vahiy doğrultusunda mukaddesatsı bir değere sahipler midir? Eğer terini dökenle kanını döken aynı ise, din, vatan ve millet adına savaşarak geriye binlerce dul, yetim ve sevdiklerini bırakanlar aptal mıdır? Neden Allah, terini dökenle şehit olanı aynı seviyede değerlendirmiyor, sürekli hakkın ve adaletin baki kılınıp iyilik ve barışın muhafazası için şeytana karşı savaşı emrediyor?

Davutoğlu, ihanetsi ve riyakârsı konuşmasında yüz yıl önce Yemen’de şehit düşen imanlı atalarımıza atıfta bulunarak, açılışını yaptığı ABD mandası altındaki Türk Okulunu haddi aşarak arşa yükseltmesi, değerlere fiyat etiketi koyan pespaye bir politikacıdan beklenebilecek bir açıklamaydı. Ne var ki o eşsiz imanı idrak edememiş Davutoğlu’nun böylesi atıp tutması, seküler düzendeki çarkta öğütülmüş olmasındandır.

1917 yılında Hicaz Seferi Kuvvetleri’ne atanmak üzere Şam’a gelen Atatürk, Hicaz’ın boşuna savunulmayıp boşaltılmasını istediği halde emrini dinlemeyen imanlı Türk askerlerinin kendilerini Allah ve Resulüne adayarak şehid düşmelerini; o zaman Atatürk nasıl idrak edemeyerek maddeden öte maneviyatın önemini kavrayamamış ise, bugünde Fetullah Gülen ve Ahmet Davutoğlu akıl erdirememekte, dolayısıyla maddeyle ve küfrün arzularına uymakla kazanabileceğini düşünmektedirler.

Oysa Davutoğlu, mukaddesatları uğruna canlarını vermiş o kahraman ecdattan bahsederken, kendi ve Türk Okulların haline bakıp utanması gerekmez miydi?

Acaba dedelerimiz, kanlarını döktüreceğine neden kendileri gibi haçlılara teslim olmayıp hizmet maskesiyle dinlerini ve şereflerini etiketlendirmediler? Kaybetmişler mi yoksa kazanmışlar mıydı?  

Allah ve Resulüne karşı tumturaklı aşk ve tazimlerinden fevkalade zor şartlarda Medine’yi, Yemen’i ve Asir’in kuzeyini I.Dünya savaşının sonuna kadar savunarak topyekûn şehid düşen o kahramanlarla, Türk Okulunu yapan ve yaptıranları denk tutan bakan; o zaman Atatürk’ün komutanlık ataması nasıl yapılmamış ise, Davutoğlu’nun da bakanlıktan azli gerekmektedir. Ancak bunun için kendini Allah’a, Resulüne ve adalete adamış bir başbakanın olması gerek… 

İşte Haçlı Kuvvetlerinin boyunduruğu altındaki iktidar, sanki 21. Yüzyılda şeytan misyonunda bir değişiklik olmuş gibi Allah’ın emrettiği cihadı, din ve insanlık dışı bulup maddeyle dinlerini ve insanlığı sağlayabilecekleri zannıyla hakkı, adaleti ve barışı, şeytanla giriştikleri ortak paydada tesis edebilecekleri çabalarının nasıl boşa çıktığı aşikârdır. Eğer Allah, mutlak doğru söyleyen ise; direnmenin anlamı nedir?

Ey Davutoğlu! Başarabilirseniz, sizi otokritik yapmaya davet ediyorum. Acaba sizin için; canını feda eden bir hizmetli mi, yoksa çıkarını amaç edinmiş bir hizmetli mi daha muteberdir? Sizde mi terinizi şehit kanı gibi aziz ve mübarek buluyorsunuz?  

“Siz, haddi aşan kimseler oldunuz diye, sizi Kur'an'la uyarmaktan vaz mı geçelim?” Zuhruf 5

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Allah için söylüyeyim ki, bu yazdıklarınızın bir kelimesi dahi yanlış içermemektedir. Bu kadar doğru ve dobradobr sözleri ve görüşlerinizi ayakta alkışlıyorum. Allah'a emanet olunuz kardeşim.