20 Ekim 2012 Cumartesi

Nefsin tutsak kıldığı...


Bir kimse; ne kadar bilgili, inançlı, tecrübeli ve zeki olsa da gerçekle bütünleşemez.

Çağdaşlık manipülasyonuyla kozmetik ürünlere odaklanmış bir nefsin kişilik karmaşasını tatmin edebilme imkânsızlığı yüzünden huzur ve mutluluğa kavusulamamakta, bitmek
tükenmez arzular yasamı cehenneme çevirmektedir.

Tanzanya’ya bağlı Zanzibar Adasına yaptığım bir haftalık ziyaret, nefsi azdıran yapay gösterişten arınmış toplumların nasıl sabırlı ve mutlu olabildiklerini öylesine kanıtlamıştı ki, sorunların madde de değil maneviyatta olduğu alenen açığa çıkmıştı.

Eşimle birlikte kaldığım Melia Hotel’deki bir gecelik fiyatına 1 ay çalışan insanların güler yüzleri ve mutlulukları insanlığımdan utanmama, çağdaşlık diye nitelendirilen ihtiyaç fazlası gelişim ve zenginliğin mutluluk değil sıkıntı getirdiğini daha da pekiştirmişti.

Nüfusunun % 99’u Müslüman olan Zanzibar Halkının neredeyse tamamı aylık 60-70 Dolar yahut daha az bir gelirle geçindikleri halde isyan etmeyip yahut kötü yollara sapmayıp şükretmeleri, bastan çıkarıcı marka, kıskançlık, haset ve fitnelerden uzak kalmalarındandır. Dinleri İslam’ın asıl hayatın ahiret, dünyanın da bir eğlence, oyuncak ve oyundan ibaret gösteriş yeri olduğu gerçeğini kalplerine nakşettirmesindendir.

Ayrıca Zanzibar, tüm dünyayı içine çeken turizmde iddialı ve Türkiye’den hatta Dubai’den farksız muhteşemlikte otellerle çevrili olup, tabiat güzelliğinin bir benzerine rastlanamayacak eşsizlikte ve cennetin dünyadaki yansımasıdır. Belki sömürücü AVM’lere, markalara, meydan okuyucu mahpushanesi siteleri göremezsiniz ama doğal güzelliğiyle özdeşleşmiş yapılarını hayranlıkla takdir eder, göç etmeye dahi kalkışabilirsiniz.

Yaklaşık 120 ülke dolaşmama rağmen Zanzibar’dan etkilenme nedenimin "insan" olduğu gerçeği malumunuzdur. İçinde insan olmayan bir ülke, hayranlık uyandırır veya mutluluk getirebilir mi? İmaj doğursa da, tıpkı ilişki anındaki tatmin misali geçici bir keyif verir.

Dolayısıyla gösterişsel güç ve zenginliğin mutluluk değil ruhu fakirleştiren bir bela olduğu tartışılmazdır. İnsanoğlu, ne zaman ihtiyaç fazlası arzuların esiri olmuş, o
zaman sıkıntı ve musibetleri davet etmiştir.

Eşimin örtüsünden dolayı Türkiye’de uğradığı tacizlerin aksine karsılaştığı saygınlık yerel halkın yanı sıra otelde kalan onlarca Batılı kadın ve erkekçe de takdir edilmiş, maalesef
ülkem vatandaşlarının dost ya da insan değil, düşman ve yaratık olduklarını ortaya koymuştur. O kadar sıcağa karşın namahrem erkeklerle yüzme havuzuna veya plajda denize girmemesi inancındaki samimiyetine gıpta ettirmişti. Dış görünüşümden ne olduğum meçhul bir görüntü sergilediğimden, eşim sebebiyle itibar kazandığımı da belirtmek isterim.
  
Ne acıdır ki kendi vatanında karşılaşmadığı alakayı yabancı ülkelerde bulması, sözü medeni özü hayvandan da daha aşağı bir avuç laik ve Kemalist’in insaniyet taşımamalarındandır. Dünyanın hiçbir yerinde Türkiye’deki gibi İslam’a ve Müslümanlara şiddetle hasım bir güruhla karsılaşmak mümkün değildir.

Çağdaşlık uğruna en üstün iyiliği ve insanlığı, hor görülmesi gereken şan, şöhret, gösteriş ve zenginlikte gören insan müsveddeleri, erdemlik ve faziletten tamamen soyutlanmış olmalarından kendi düşünce ve davranışında olmayanları ilkellikle aşağılarlar.

Uygarlığın doğuşu olarak bilinen Helenistik döneminde krallar,  nasıl debdebeye ve heybete önem vererek, toplumların huzursuzluk ve sorunlarını kamufle amacıyla gözlerini boyamak ve etkileyebilmek için mimarlık alanında yenilikler yapmak suretiyle aldatma yolunu seçmişler ise, günümüzde de aynı taktik uygulanmakta, böylece çağdaşlık adı verilen ruhsuz beden misali materyalist bir dünya oluşturularak insanlık biçilmektedir.

İktidarları altındaki insanları kalıcı bir mutluluğa, huzura ve güvene götüremeyenlerin yaşamda yaptırımı olmayan görsellik hilesiyle yapaylıkta aşırıya giderek gösteriş, lükslük ve konforla ihtişama ve azamete kalkışmaları, insanı insan yapan değerlerin katledilmesine neden olmuştur.  Ogün, nasıl ki devrin filozofu Diogenes öğlen vakti eline bir fener alarak pespayeleşmiş Atina sokaklarında “Bir adam arıyorum” diye dolaşmışsa, bugünde dünyada erdem ve fazilete önem veren bir adam bulabilmek imkânsız hale gelmiştir. Kendini nefsi istek ve duygulardan uzak tutamayarak nefsinin kölesi olanların adam olabilmeleri mümkün müdür?

Bu sebeple asıl özgürlük, nefse köle olmamaktır.

En üstün meziyetin erdemlik ve fazilet olduğunu idrak etmiş olanlar, nefsin kışkırttığı benliksel arzu, şehvet, ihtiras ve duygulardan arındırılmış olmalarındandır.

Bir saniye sonrası meçhul yaşamını gerçekle özdeşleştiremeyerek, dünya hayatının bir yalan ve aldatmadan ibaret görsel bir şov olduğu hakikatiyle şanı, şöhreti, iktidarı ve servetiyle kendini ayrıcalıklı ve üstün zannedenin akli olabilmesi söz konusu mudur?

Adı Ali Ağaoğlu olan bir rezil, herhangi bir musibette yıkılarak ya da yanarak binlerce insanın topyekûn katline yol açacak binalarının satımı için, bir çağ açıp bir çağ kapatan Hz. Fatih Sultan Mehmed’in İstanbul’u fetih tarihini alçakça kullanıp, o muhteşem tarihi nasıl istismar ettiğini reklamlarda öğrendim. Acaba daire satacağı insanlara huzur, mutluluk ve güven verici bir tanrı mı ki, hadsiz abartılarına o muhteşem tarihide katarak aldatmada sınır tanımıyor? Dairelerinden satın alacak insanlara ölümsüzlük verebiliyor mu? Yaşam garantisi sunabiliyor mu? Dairelerinde oturdukları müddetçe her türlü elem ve kederden sakınma güvencesi sağlayabiliyor mu? Dairelerini satın alanlara yaşam boyunca hiç hasta olmayacaklarını taahhüt edebiliyor mu? Öyleyse dağları yaratmışçasına neyiyle böbürleniyor?

İşte görselliğin, sömürünün ve aldatmanın bayraktarlarından biri olan bu rezil, tıpkı uygarlığın başlangıcı sayılan Helenistik döneminin kralları gibi yaptığı büyük binalara mozaikler, mermerler, sütunlar, şatafatlı aksesuar ve süsler giydirerek, muhakeme yetisi olmayan yığınları kandırmaktadır. Politikacılar da aynı argümanlarla toplumları deşmiyorlar mı?

Gerçekte çağdaş olarak övünülen ve insanların etkilenmesine neden olan illüzyonsu makyaj, sihirbazların göz boyamalarından ya da dolandırıcıların iknalarından farksızdır. Dolayısıyla nefislerini dizginleyemeyenlerin düştükleri tuzakta huzur ve mutluluk bulabilmeleri mümkün müdür?

İlk insan Hz. Âdem’in yaratılmasında düalist ne ise, bugünde, gelecekte de aynıdır. Ebedi bir yaşam, sağlık, huzur, güven, mutluluk ve her türlü kötülük ve beladan arınmış bir hayat sunamayanların yalanlarına kulak verenler, küçülen etekler karşısında salyaları akan sapkınlar gibidir.
     
Olumsuzlukları tamamen ortadan kaldırıp yaşam sürecince engelleyerek ruhta yani psikolojide yahut kaderde devrim yapamayanları iktidar sanıp alkışlayandan daha ahmak kim olabilir? Süsü, markayı, modayı ve görselliği yaşamın vazgeçilmezi yapandan daha akılsız kim olabilir? Sağlık, huzur ve mutluluğa parayla ulaşılabileceğini umut edenden daha budala kim olabilir? Çağdaşlığı erdemliğe tercih edenden daha aptal kim olabilir? Ruha değil bedene odaklanandan daha ölü kim olabilir? Yaratıcı yerine yaratığa inanıp güvenenden daha sapık kim olabilir?

“Bir dileğin var mı?” diye sorana; “Var, gölge etme başka ihsan istemem!” denilebildiği sürece, insanın yaratıktan öte hiçbir güç ve iradesi bulunmadığı bilinciyle gerçeğe kavuşularak, sabra ve mutluluğa giden yol aydınlanacaktır.

 “Bu dünya fanidir sakın aldanma. Mağrur olup tac-u tahta dayanma. Yedi iklim benim deyu güvenme. Uyan ey gözlerim gafletten uyan! Uyan uykusu çok gözlerim uyan. “ Sultan III. Murat

“Her nefis, kazandığına karşılık bir rehindir.” Müddesir 38

Hiç yorum yok: