13 Ağustos 2011 Cumartesi

Nikâh bile Allah adına kıyılamıyor…

Evliliklerin dinler çatısı altında yapılma zorunluluğu, dini tüm toplumlar için olmazsa olmaz bir koşuldur. Evlilikle başlayan beraberliğin sabır, merhamet, paylaşım ve sevgi noktası, ancak ilahsal bir bağlılıkla mümkündür. Her türlü fiziki ve ruhi sorunları Allah’ın yardım ve desteği olmaksızın aşabilmek imkânsızdır ve Allah’ın anılmadığı en meşakkatli birliktelik evlilik hayatıdır.

İnanç temelinde gerçekleştirilmemiş laik evlilikler tamamen maddi olup, en küçük bir rüzgâr misali fitne ve benlikte sarsılmakta, çoğu kez yıkıcı ve öldürücü bir sonla bitebilmektedir. Yüzeysel veya geleneksel bir din anlayışında dahi maddiyat ve gösteriş öncelikli tutulduğundan aynı akıbete uğranmakta, taraflar birbirlerini tanrıymışçasına sahiplenerek hata ve kusurlarını bağışlamamakta, talepleri yerine getirilmediğinde fedakârlık mecburiyetlerini unutarak sevgiyle başlayan beraberlikleri düşmanlıkla erimektedir. Bedii zevkin amaç haline getirildiği evlilikler, başkalarına karşıda heyecan duyulmasına neden olduğundan çarçabuk noktalanabilmektedir.

Özellikle devleti laik olan toplumlarda şiddet ve nefretin en dorukta yaşandığı bir bencillik hüküm sürdüğünden aile hayatı kasıp kavrulmakta, anlık tatmin olabilmek ya da eşinden intikam alabilmek adına herkes yakınındaki yahut işaretleştiğiyle ilişki kurabilmesinin önüne geçilememektedir. Ancak kalbinde Allah korkusu olanlar, her ne kadar nefislerinin peşine düşüp ilişki kurma eğilimine girseler de taşıdıkları imanlarından pişman olup vazgeçebilmektedirler. İnsanların bir başkasının görüp duyacağı endişesi Allah’ınkinden çok daha önemli olduğundan gizli ilişkiler çığ gibi artmakta, neredeyse dinli dinsiz tüm eşler birbirlerini aldatmaktadırlar. Dolayısıyla gizli ilişkiler, aile birliğini tarumar etmektedir.

İşin en ilginç tarafı ise, ahlaksızın namus bekçisi kesilerek kendine değil de başkalarına ders vermesi ve dedikodularıyla yıkıp geçmesidir. Bu sebeple imansız bir Allah inancı, Allah’ın görüp gözettiğine duyarsız kalınmasına ve hesap verilecek tanrı insanlarmış gibi utanılıp sakınılmasına neden olmaktadır. Oysa yapılan ayıpta insanlardan değil Allah’tan korkulma bilinci zihin ve kalplere yerleşmeden ahlakın hiçbir türlüsüyle baş edebilmek söz konusu değildir.

Ne var ki Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden laik düşüncenin dayattığı kurallarla ne evlilikteki kutsallığı ne de ahlaksızlığı giderebilmek olanaksızdır. Laik nikâhın legal, Allah adına yapılan ve adına “imam nikâhı” denilen evlilikler ise illegal sayılmakla kalmayıp, iki aydan altı aya kadar hapisle cezalandırılabilinmektedir.

Türkiye’de yozlaşmış Müslüman toplumumuza dayatılan laik anlayışla Allah korkusunun sardığı bir vicdan tesis edilememekte, bundan dolayı ihanetlerin ve suçların önüne geçilemeyip boşanmalara da son verilememektedir.

Evlenmek üzere ilk adım olan Allah’ın emri ve Peygamberin kavliyle başlangıç yapılır, nikâh kıyılacağı sırada laik devletin kuralları içinde ne Allah’tan ne de Peygamberden bahsedilir. Tıpkı türbanda olduğu gibi devlette saçını aç, sokakta kapa misali!

Devletin laik ilkelerine göre nikâh kıyan memur, kesinlikle Allah’ın adını anmadan belediye başkanının kendine verdiği yetkiyle çiftleri evlendirmesi; o nikâhı geçerli kılar mı ve bir bereket sağlayabilir mi?

Nikâh memurunun; “Benim ve tanıkların huzurunda sizleri evlendiriyorum” açıklaması apaçık bir tanrılaşmadır. Bir gün, nikâh şahidi olduğum bir merasimde “Allah adına evet” dediğimde, nikâh memuru; “Biz dini nikâh kıymıyoruz ve burası cami değil, lütfen evet mi hayır mı deyiniz” diye müdahale ettiğinde; “Sen kimsin, tanrı mısın, senin gibi bir sefilin kıydığı nikâhta şahitlik etmiyorum” diyerek orayı terk etmiş ve ondan sonra da şahitlik tekliflerini geri çevirmiştim. Bununla yetinmeyip üç çocuğumun annesi eşimi de nikâhsı laik sözleşmeden ayırarak, Allah adı ve şahitliğinin huzurunda yaptığım gerçek nikâhla bütünleştirdim. Yaşamımın hiçbir döneminde Allah ve dinini ikinci plana atmamış, bedeli ne kadar ağır olsa da ödemekten imtina etmemişimdir.

Allah adının ve dinin kabul edilmediği laik devlet, toplumu öyle saptırdı ki, devlette Atatürk, sokakta Allah inancıyla çok tanrılığı meşru kılmıştır. Hiçbir ilahiyatçı ve çakma âlimlerde tepki göstermeyerek ve mücadelede bulunmayarak şirki kabullenmesi, neden daha da kötüleşip binbir surata dönüştüğümüze bir kanıttır.

Laik nikâh ve dini nikâh gibi ayırımsı bir pespaye ve riyakârca ikilem, o toplumun karakterini de etkilemektedir. Nikâh, iman ettiğin ilah adına kıyılan ve birlikteliği deşifre eden açık bir duyurudur. Herkes kendi dini vecibeleri gereği nikâhını kıydırabilme özgürlüğüne sahip değilse, o bir tutsaktır. Müslüman, Hıristiyan, Yahudi, Hindu veya Budist inanç sahiplerini laik bir zorlamayla mahpus eden bir rejim, zorbanın ta kendisidir.

Laikliği özgürlükle özdeşleştiren Müslüman referanslı münafıklar, anayasada laikliğin tanımı olmadığını ileri sürerek yeni bir tanım getirebilme arayışlarının hiçbir inandırıcılığı yoktur. Oysa laiklik, ateizmin siyasi bir terminolojisi olup, amaçsal, hedefsel ve felsefisel tanımı apaçık ortadadır. Laikliğin Allah’a olan iman ve inancı reddedip aklın üstün olduğu tanımını sindirilemeyerek farklı anlam katmaya çalışılıp manipüleye kalkışılması, ne kadar dolaşırlarsa dolaşsınlar sonunda varacakları yer aynı olup, Allah’sız ve dinsiz seküler bir düzendir. Öyle laik kurallara bağlı bir diyanetle Allah’ı kandıramadıkları gibi yakın bir gelecekte de insanları daha fazla aldatamayacaklardır.

Eğer halkın dileği ve iradesi kaçınılmaz ise, neden laik rejimle ilgili bir referanduma gitmeye cesaret edemiyorlar?

Acaba Allah’ın adı anılmadan kıyılan nikâhlardan halk memnun mu? Devlet ve sokak tanrıları gibi çok tanrılığa boyun eğmekten razı mı? Vahyin devletten koparılması kabul ediliyor mu? Allahsız bir devlet, dinli bir toplumun devleti olmayacağı gibi yönetebilmesi de mümkün değildir.

Allah adının anılmadan kesilen hayvanların etini yemek bile çok büyük günah iken; Allah adı anılmadan yapılan bir nikâh, içilen bir yemin, milletvekilliği, hükümet üyeliği, yargı mensupluğu ve devlet başkanlığı günah değil midir? Allah’a ve dinine savaş açmış laik bir rejim, Müslüman bir toplumu hak ve adaletle yönetebilir, olumsuzlukları giderebilir, sabrı mukim kılabilir, ahlaksızlığı önleyebilir, fitne ve fesadı yok edebilir, barışı sağlayabilir, hukuku üstün eyleyebilir, haset ve iftiraları ortadan kaldırabilir, bencilliğe son verebilir ve suçları dizginleyebilir mi? Laik devlet, madem yaratıcı Allah’ı reddedip iradesinin mutlak olduğunu iddia ediyor; neden musibet ve belaları engelleyemiyor, herkesi zengin edemeyip muhtaçlığa mahkûm ediyor, hastalıkları önleyemiyor, yarını belirleyemiyor, terörü durduramıyor, mal ve can kayıplarını sonlayamıyor, barış ve adaleti sağlayamıyor?

Yeni bir anayasa yapma sürecine giriyoruz. Ancak bir avuç CHP’li laik jakobenin istekleri halkın taleplerinden daha öncelikli ve ayrıcalıklı tutulup laik temelde bir anayasa yapılacak ise, o anayasayı alıp başlarına çalsınlar. Şüphesiz laiklerin, Hıristiyanların, Yahudilerin de hakları korunmalıdır.

Adı Medine Vesikası olarak bilinen Peygamberimizin yaptığı ilk anayasada; Müslümanların hak ve sorumlulukları kadar başta Yahudiler olmak üzere Medine’de yaşayan her ırk ve dinden olanlarında hak ve sorumluluklarını gözetmiş ve anayasada teminat altına alarak özgürlük vermiştir. Dolayısıyla ne devlette ne de yargı da Müslümanlardan ayrıcalıklı hiçbir inanç sahibi hor ve hakir görülmemiştir.

Hz. Muhammed’in (s.a.v) Allah’ın vahiyle bildirdiği siyasetinde, insanlığın temel sorunlarını çözecek esasları ve insanî değerleri asla göz ardı etmeyen bir anayasa hazırlamıştır. Bu yüzden aynı zamanda insanlığa hizmeti ve güvenliği esas alan bir devlet kurmayı başaran ve sosyal bir toplum meydana getiren benzersiz ve güçlü bir devlet adamı olma ayrıcalığı hala yakalanamamıştır. Hz. Muhammed (s.a.v), vicdan özgürlüğünü esas alan ve dünyanın ilk anayasalarından biri sayılan anayasası, günümüz laik Türkiye’sinde çağdışı, ilkel ve karanlık bulunmaktadır.

Allah ve Peygamber adının anılmasından fevkalade tiksinen ve ürperen CHP, yeni yapılacak anayasada da fitne başlığını sürdürecek, laiklik ilkesi gereği din ve devlet işlerinin ayırımı gibi bir manipülasyonla varlık misyonu olan Allah ve din dışı muhalefetinden vazgeçmeyecektir.

Geçmişte aleyhimde dava açan ve TBMM’ne önerge vererek sitemin kapatılmasını isteyen CHP’nin eski İzmir milletvekili Erdal Karademir, TSE’nin Allah adıyla kesilen hayvanlarla ilgili helal gıda standardı için yapılacak düzenlemeye iğrenç bir tepki vermiş; “Hıristiyanlar Türkiye’de et ürünleri yiyemeyecek mi” başlığı altında; “İslami usullere göre gıda tüketimine ilişkin standardın TSE tarafından uygulamaya konulması, şeriat hükümlerinin devlet eliyle uygulanması anlamına gelmektedir. Ekonomide ortaya çıkacak helal gıda satan işletmeler ve diğer işletmeler ayrımı, Anayasa’nın eşitlik ilkesine uygun değildir” görüşleri, laikliğin bayraktarı CHP’nin Allah adına kesilen hayvanların etinden bile nasıl rahatsız olduğunu kanıtlamaktadır. İfadesinde de anlaşılacağı üzere şeriat düşmanlıkları, gerçekte Allah düşmanlıklarıdır ama tıpkı dinsizliği laiklik adı altında manipüle etmeleri gibi Allah düşmanlıklarını da şeriatla hileleştirmişlerdir.

İşte bu sebeple, laiklik gerekçesiyle devlette Allah ve Peygamber adının neden yasak olduğu anlaşılmaktadır. Çünkü laik düşünce ve düzende tanrı insandır, Allah ya da başka tanrılar sokakta anılabilir ama devlet ve kurumlarında asla…

Ne de olsa elhamdülillah solcuyuz diyebilecek kadar şeytani maskelere bürünmüş CHP’nin şeriat adı altında muhalefet ettiği Allah ve Resulüdür.

“Allah, tek olarak anıldığı zaman, ahirete inanmayanların içlerine sıkıntı basar. Ama Allah’tan başkası anıldığı zaman hemen yüzleri güler.” Zümer 45

(Resulüm!) Hani Allah’ın nimet verdiği, senin de kendisine iyilik ettiğin kimseye: Eşini yanında tut, Allah’tan kork! Diyordun. Allah’ın açığa vuracağı şeyi, insanlardan çekinerek içinde gizliyordun. Oysa asıl korkmana layık olan Allah’tır.” Ahzab 37




Hiç yorum yok: