31 Ağustos 2011 Çarşamba

İslam, yüzeysel bir kardeşlik ve barış dini değildir…

İslam, Allah iradesi ve hükümlerine kayıtsız ve şartsız teslimiyet, şeytanın temsil ettiği haksızlık ve kötülüklere karşı mücadele ve barışın tesis edilebilmesi için cihad, suçlulara acımadan ceza, adaletin egemen olabilmesi için ırk, din, sınıf ve mevki ayırımı yapmaksızın hukuk önünde eşitlik, zenginin yoksulu gözetmesini emreden bir denge dinidir. Kötülüklerin elçisi şeytan ile iyiliklerin elçisi Peygamberlerin koyulan hükümler çerçevesinde bir savaş dinidir.

Kötülüklerin ortadan kalkabilmesi için şeytanın yok edilme zorunluluğu tartışılmaz bir kural olup, şeytan da kıyamete kadar misyonunu sürdüreceğine göre; kötülüklere karşı mücadele için gerekli olan savaş olmaksızın iyinin var olabilmesi mümkün değildir.

Ancak Müslümanlar kardeştir” ayetiyle sabit olan hüküm gereği, Müslüman olmayanlarla kardeşlik hatta dostluk çatısı altında bütünleşmek yasaklanmış ve haram kabul edilmiştir.

Ayetler bu kadar açık iken; neden gayrimüslimlerle kardeşlik ve amansız düşmanlara dostluk ve barış mesajları verilerek, hoş görülebilme maksadıyla İslam adına hegemonyaları kabul edilebiliyor? Ya da terörist ve suçu meslek edinmişlere insan hakları adına tolerans da bulunabiliniyor?

Vahiy, her ne kadar açık ve seçik ortada ise de, müfessirlerin yorumlarıyla budanan ayetler, kötüye karşı savaşmaktan korkanların barış şemsiyesi altına sığınarak ve kendilerini emniyete alabilmek amacıyla kardeşlik yakarışlarıyla dinleri ve insanlıklarına ihanet edip yaratıcıları Allah’a bir güvensizlik ve vaatlerine itimatsızlık duymaları, vahyin açıkladığı Müslüman olmadıklarına bir kanıttır.

Barış, ancak İslam egemenliğinde ise geçerlidir. Peygamberimizin müşriklerle yaptığı ilk Hudeybiye barış anlaşması, İslam hukuk devletinin egemenliği altında yapılmıştı. Vahyin temel mesajı, yeryüzünde fitne kalmayıncaya ve din tamamen Allah’ın oluncaya kadar kötülerle savaşmak, Enfal Suresi 39. Ayet gibi birçok hükümde Müslümanlara farz kılınmıştır. Ayrıca Allah ve Resulüne karşı savaşanların ve Allah’ın indirdiği hak düzeni bozmaya çalışanların nasıl cezalandırılacağı da Maide Suresi 33. Ayetinde açıkça emrolunduğu halde, Allah’ın gücünden ve yaptırımından değil de terörist ya da emperyalist barbarlardan korkanların “barış ve kardeşlik” söylemleri, ancak ürkek sefillerin siperlendikleri bir örümcek kalkanıdır. Onlar barış ve kardeşlik dedikçe isyankârlar cesaretlenip daha da vurmakta, dolayısıyla ne yakarışları ne de teslimiyetleri bir fayda vermektedir. Müslümanların hem yaratıcı Allah’a inanıp hem de tutsaklığa razı olabilmeleri, kimin güçlü ve mutlak hükümran olduğu ikilemline neden olmakta, böylece inanıldığı gibi iman edilemediği ortaya çıkmaktadır.

İslam’ı insafsızca nefislerine peşkeş çeken fetvacılar, sözde taptıkları Allah için emredilen yolda dimdik yürümektense, kenarından kıyısından aşındırdıkları inançlarıyla Allah’ı kandırabileceklerini sanmakla kalmayıp, insanlara da kötü örnek olup Allah’ın yolundan alıkoymaktadırlar. Tıpkı Budistler gibi kendilerince zikir yaparak kalplerini temizleyeceklerini düşünen tasavvuf ehli, kesinlikle İslam değil gizli putperesttirler. Zikir, Kur’an’ın ta kendisi olup, Ahzab Suresi 36. Ayette buyrulduğu gibi; kendi istek ve düşüncelerine göre değil, Allah ve Resulü’nün emrettiği hükümlere itaat etmekle emrolunmuşlardır. Aksi takdirde sapıklığa düşmüş oldukları beyan edilmekte olup, yaptıkları ibadetlerinde hiçbir kıymeti bulunmamaktadır. Eğer herkesin dilediği gibi Allah’a ibadet yapması meşru ise, neden Allah o kadar hükmü vahyetti ve uyulmasını şart koştu?

“Allah’ın ayetlerine karşılık az bir değeri (dünya malını ve nefsi istekleri) satın aldılar da (insanları) O’nun yolundan alıkoydular. Gerçekten onların yapmakta oldukları şeyler ne kötüdür.” Tevbe 9

Haramın helal, helalin haram sayılıp Allah’a isyan üzerine kurulmuş bir düzende; hangi kalp kötülüklerden temizlenebilir, Allah’ın muhabbetine bağlanabilir, Resulünün söz, hareket ve ahlakına uyabilir ve yolundan gidebilir? Öyleyse Peygamberimiz ve ardından gelen halifeler ve sahabiler, neden bir köşeye sinip de kalplerini kötülüklerden arındıran bir yol izlemeyerek ömürlerini Allah’ın dinini egemen kılabilmek için cihad yapıp onca meşakkati göğüsleyerek binlerce şehid verdiler? Devekuşu misali kafalarını kuma gömercesine mücadeleden kaçanların ibadetlerini Tibet’e çekilerek, kalp ve zihin temizleyen Budistlerle aynı çatı altında bütünleşmeleri, inandıkları tanrılar farklıda olsa güdülen aynı tasavvufi bir yol olduğunu tekrar gözden geçirmelidirler.

Acaba eşleri, çocukları, ticaretleri ve mallarına bir halel geldiğinde ne yapıyorlar? Örneğin evlerinde otururlarken, eş ve çocuklarına tahammül edilemez hakaretlerde ya da taciz ve tecavüzde bulunulsa, hiçbir tepki vermezler mi? Diyelim, vermediler. O zaman o eş ve çocukları, “sen ne korkak ve ahlaksız birisin, bize dil ve el uzatıyorlar ama kalkıp da tek bir kelime etmiyor ve savunmuyorsun, yazıklar olsun senin gibi bir veliye” demezler mi? İşte Allah, Tevbe Suresi 24. Ayette, “De ki: Eğer babalarınız, oğullarınız, eşleriniz, hısım akrabanız, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz ticaret, hoşlandığınız meskenler; size ALLAH’tan, RESUL’ünden ve Allah yolunda CİHAD etmekten daha sevgili ise, artık Allah emrini getirinceye kadar bekleyin. Allah fasıklar topluluğunu hidayete erdirmez.”

Ayette de açıkça belirtildiği gibi, Allah yolunda cihad etmeyen, söz değil eylemle Allah’ı ve Resulünü her şeyden üstün tutmayan; ne kadar oruç tutsa da, namaz kılsa da, dehasal bir ilime sahip olsa da, hizmet etse de, vaaz yapsa da, Kur’an okusa da, hacca gitse de, zekât verse de, O BİR FASIK’tır.

Ancak ilimleriyle böbürlenerek ahkâm kesen fetvacı fasıklar, her kesimce beğenilmek, takdir toplamak ve seküler rejime hoş görünebilmek adına dinleyenlerini tanrılarmışçasına cennete gönderir, her yapılan yardıma ve atılan adıma sayı vermek suretiyle sevap dağıtarak, cennet temsilcileri olarak insanları cehennemleştirmektedirler. Oysa Allah, Ali İmran Süresi 142. Ayet gibi birçok hükmünde buyurduğu üzere; “Allah içinizden cihad edenleri belli etmeden ve felaketlere karşı sabredenleri ortaya çıkarmadan cennete gireceğinizi mi sandınız” hükmünü açık bir dille vurgulamaktadır.

Kimi sakallı-cübbeli-şalvarlı, kimi takkeli, kimi metro seksüel, kimi şallı, kimi kravat ve takım elbiseli medyatikler; İslam’ın düzen kurucu, ilahi bir rejim, bir anayasa, bir hukuk, yasa yapıcı, siyasi ve cihadi bir dini olduğunun altını çizmek yerine, deniz kenarındaki midye kabukları ya da daha düzgün çakıl taşları toplamak misali çocuk kandırırlarcasına hurafeleri ve laik rejimce tehlike ihtiva etmeyen İslam sonrası ibadetlerden bahsederler. Peki, İslam’ın hükmetmediği bir diyarda, nasıl İslami ibadetlerden bahsedip Kur’an’ı kişiselleştirebiliyorlar?

Öyle ki, Allah ve Resulüyle dalga geçercesine İslam’ın şartı beş diyerek, diğer bütün hükümleri şart olmaktan çıkarmışlardır. Ki, o beş şartın ikisi olan hac ve zekâttan fakirler istisna olup, böylece fakirler için üçtür. Çünkü laik rejim, vahye müdahale edip öyle mecbur etmektedir. Dolayısıyla diğer hükümleri çiğneyerek önemsiz bulan ve Allah’ın emirlerine muhalefet etmekten sakınmayan fasıklar, günaha dalanların ta kendileridirler.

“Aralarında Allah’ın indirdiği ile hükmet ve onların arzularına uyma. Allah’ın sana indirdiği hükümlerin bir kısmından seni saptırmamalarına dikkat et. Eğer yüz çevirirlerse bil ki Allah ancak, günahlarının bir kısmını onların başına bela etmek ister. İnsanların birçoğu da zaten yoldan çıkmışlardır.” Maide 49

Temel bilgiden ve İslam’ın ne olduğundan bihaber insanlar, kendilerine cennet vadeden o çokbilmişlerin ki en iyi bilen şeytan olduğunu da göz ardı etmeden, yılda bir ay oruç, günde onar dakikan 50 dakika namaz, bir kere hac ve anlamını bilmedikleri kelime-i şahadet ve kalp temizliğiyle cenneti müjdeler ve nefislerde yetinirler. Madem cennet bu kadar kolay; Allah’ın dinini egemen kılabilmek için eş ve çocuklarını bir daha görmemek üzere cihad ederek bedenleri parçalanan, aç ve susuz kalan, zindanlarda işkenceler altında inleyen, bir daha gün yüzü görmeden zincirlere bağı canlarını feda eden, doğan çocuklarına sarılamadan şehid olanlar, dünyanın zevk ve nimetlerinden istifade edemeyen ve o lezzetli doyumsuz yiyeceklerden tatmayanlar aptal mıydı?

Örneğin, Newton’un bilimde kullandığı analiz türünün aynısı politika ve tarikatlar dünyasında paranın, kibrin ya da diğer saklı emellerin ve güçlerin rollerini açığa çıkarmakta kullanılsaydı, vahyin emrettiği İslam’da anlaşılmış olurdu.

Herkes kendince Allah rızası adına hizmet ettiğini sanarak günahlarından arınıp sevap kazandığını sanıyor. Aklıma Somali Halkına yardım maksadıyla giden heyet geldi. İstanbul Ticaret Odasının rüşvetçi başkanı ve kimliğini bilmediğim birkaç densiz, sanki dansöz oynatıyorlarmışçasına ya da düğünde para saçıyorlarmışçasına, 1 dolar banknotlu paraları açlıktan dermanları kesilmiş muhtaçlar aşağılarcasına gururla dağıtmalarından daha korkunç bir tablo ne olabilir? Ne var ki yardım ediyor ve hizmette bulunuyorlar…

“De ki: İster gönüllü verin ister gönülsüz, sizden (bağış) asla kabul olunmayacaktır. Çünkü siz yoldan çıkan bir topluluk oldunuz.” Tevbe 53

Yıllar önce Karaköy’deki şirket merkezime Yeraltı Camiinin imamı gelerek, caminin tadilatıyla ilgili yardım isteyip, bölgede bu kadar zengin olmasına rağmen hiç kimsenin yardım etmediğinden yakındı. Bunun üzerine kendisine, eğer Cuma hutbesinden yardım edenlerin adlarını okursan, beklediğinden çok daha büyük para toplayacağını öğütledim. Birkaç Cuma hutbesinden ardında neredeyse bir cami yaptıracak kadar para toplanması, yardımın ne amaçla yapıldığını da kanıtlamaktadır. Acaba para verenler, Allah rızası için mi, yoksa nefisleri adına mı yardım yapmıştı? Oysa Allah rızası adına yapılan ve mükâfatını Allah’tan bekleyenlerin yaptıkları yardımlarda hiçbir çıkar gözetilmez, sağ elinin verdiğini sol el bilmez…

Ağzınız açık, uykudan mahrum bir dikkatle izlediğiniz ve cennete girişinizi garantileyen o fetvacı fasıkları hiç sorguladınız mı?

Memleketimiz olan Türkiye’yi baz alırsak; Allah’a olan inanç ve imanı reddedip aklın üstünlüğünü kabul eden laik kamuflajlı ateist bir rejimle yönetiliyor, Allah’ın herhangi bir hükmünün yer alacağı bir ayetin yasak kılınması bir yana, devlette Allah adının bile alınmasının sakıncalı olduğu, hatta Ramazan Ayının bitiminde kutlanan Ramazan Bayramının bile Şeker Bayramı olarak ilan edilebilmesindeki nefretsi din düşmanlığı, Allah’ın haram kıldığının helal sayıldığını, İslam’i bir söylem yahut sembol bulundurulmasının yasak olduğu ve ayetlerin rejim aleyhtarlığı adına suç kabul edildiği gibi binlerce dini hak ve özgürlükten mahrum bir topluma; hangi fetvacı, televizyonlar karşısında muhalefet edebilmektedir? Acaba Allah’ın hükümleri, laik rejimlerin dikta ettiği ülkelerde geçerli değil midir? Geçmişteki efsane ve hurafeleri anlatacaklarına, neden günümüzdeki seküler düzenlerden ve laik devletin mutlaka İslam’la özdeşleştirilmesinden bahsedememektedirler? İslam, Peygamberimizin yaptıklarını anlatmak ve bugüne uyarlamak değil midir? Kur’an; sadece Allah’ı ve Peygamberi sevmeyi, inanmayı, okumayı ve dilenilen bir ibadeti yapmayı mı emrediyor?

Bunlar öyle cambazdırlar ki, tarışılmaz Kur’an hükümlerinin kanıt gösterilmesinden fevkalade rahatsız olurlar, açık anlamları ceviremeyecek durumda iseler, Allah, Peygambere itaat edin buyurdu diyerek, uydurma söz ve davranışları Peygamberimiz söylemiş ve yapmış gibi İslam’ı yozlaştırırlar. Tabii ki Allah’ın elçisi olma sıfatıyla Peygamberimize itaat edeceğiz ama Peygamberimizin Kur’an dışında bir hayatı ya da muhalefet eden sözleri mi var ki akıl almaz hurafelerle inananları yoldan saptırabiliyorlar?

Ayetleri dünyadaki geçici menfaatleri için satan vaizlerin tamamı fasık olduğundan, onlara itibar eden, hele tenlerine yahut eşyalarına dokunduklarında arşa yükseleceklerini zannedenlerden daha zavallı kim olabilir?

Belki ben, herkesten daha günahkâr ve kötü bir durumdayım. Ama şükürler olsun ki asla doğruyu eğip bükmem, çıkarlarım adına ihanetlik yapmam ve rejimden zarar gelebilir endişesiyle Allah’ı, Resulünü ve ayetleri satmam. Yapamasam da doğruyu haykırırım, velev ki zarar görebileceğimi bilsem dahi!

Dolayısıyla ben dâhil, ne Türkiye’de ne de başka bir ülkede Allah’ın emrettiği doğrultuda Müslüman yoktur, lakin dünyayı ahret karşılı satarak Allah yolunda cihad edenler istisna…

“O halde, dünya hayatını ahiret karşılığında satanlar, Allah yolunda savaşsınlar. Kim Allah yolunda savaşır da öldürülür veya galip gelirse biz ona yakında büyük bir mükâfat vereceğiz.” Nisa 74

“Her kim bu çarçabuk geçen dünyayı dilerse ona, yani dilediğimiz kimseye dilediğimiz kadarını dünyada hemen verir, sonra da onu, kınanmış ve kovulmuş olarak gireceği cehenneme sokarız.” İsra 18

“Eğer yakın bir dünya malı ve kolay bir yolculuk olsaydı, (o münafıklar) mutlaka sana uyup peşinden gelirlerdi. Fakat meşakkatli yol onlara uzak geldi. Gerçi onlar, ‘Gücümüz yetseydi mutlaka sizinle beraber yola çıkardık’ diye kendilerini helak edercesine Allah’a yemin edecekler. Hâlbuki Allah, onların mutlaka yalancı olduklarını biliyor.” Tevbe 42

Hiç yorum yok: