19 Ağustos 2011 Cuma

İstanbul başkent olmalıdır…

İstanbul’un liderlik önemi ve kutsiyeti İslam Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v) tarafından da vurgulanmış, Hıristiyanlığın kalbi ve şerrin merkezi olma niteliğinden kurtularak hak ve adalet payitahtı olabilmesi için dünyadaki tüm Müslümanlar göreve çağrılarak Peygamberce müjdelenmişlerdi.



O müjdeye nail olabilme uğruna defalarca kuşatılarak uğruna binlerce şehidin verildiği İstanbul; fatihler fatihi ve cihan lideri Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri ve cihad aşkıyla barbarlara ve ölüme meydan okuyan askerleri tarafından fethedilerek bir çağ kapanıp yeni bir çağ açılmış, böylece tüm dünyayı kendilerine bağlamışlardı.



Üç kıtada hükümranlık süren o eşsiz Osmanlı İslam Devletini insana benzeten Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri; bir ayağı Rumeli, bir ayağı Anadolu ve başının da İstanbul olduğu tasviriyle yeryüzündeki hiçbir kudretin başı ele geçiremedikten sonra Müslümanlara ve insanlığa boyun eğdiremeyeceğine işaret etmiştir.



O günden itibaren İslam dünyasının, insanlığın, hak ve adaletin yönetim odağı olan İstanbul, CHP’nin ihanetiyle haçlı batılılara peşkeş çekilmiş ve milletimizin başı kesilerek ayağa mahkûm edildiğinden bugüne dek sürünmekten kurtulunamamıştır.



Milletimizi şerefli ve onurlu geçmişinden kopararak Batı’ya müstemleke kılan CHP’nin güç, itibar ve asaletimize yaptığı saldırı ve ihanetlerini hiçbir düşman başaramamış, içten yıkılmak suretiyle ecdadımızın bizler için döktüğü kan ve mübarek bedenlerini ayaklarımız altında çiğneyerek, hor ve hakir bir zilletlikte artıklara muhtaç ve güdülmeye müstahak kalmışızdır.



Atalarımızın ruhlarını sevindirecek bir aslan olmak yerine artıklara muhtaç itlere dönüşmüş, bizi mahveden seküler CHP zihniyetine karşı şahlanacağımıza mazeretler uydurarak ayakçı olmaktan öteye gidememişizdir.



Cesaret, kararlılık, hedef ve gayret; zafere götürecek yapı taşları olmasına rağmen kozmetik ürünler, cinsellik ve midesi arzularımız asli varlığımızı unutturmuş, dimdik ayakta dikilmektense sefillerin önünde diz çökmüşüzdür.



Bir tehlikeyi bertaraf edebilmek için düşmanı tanımak kaçınılmazdır. Dolayısıyla CHP’yi tanımadan tehlikeyi bertaraf edebilmek ve imansı dinamiklerle geçmişteki gibi dünyada lider olabilmek mümkün değildir. Genel Başkan ya da yönetim değişimi, CHP’nin ecdadımıza, Müslüman milletimize, hak ve adalete bakışına asla bir yenilik katmaz, fokurdayan kin ve nefretlerini söndürmez.



Unutulmamalıdır ki, eğer Müslüman milletimiz geçmişte olduğu gibi Allah’a dayanıp güvenmiş olsaydı; ulaşacağı kudrete, tıpkı Bizanslı haçlılar gibi CHP’nin hayalleri bile ulaşamaz.



Dünyanın neresinde zulme uğrayan ve açlıkla kırılan bir toplum var ise; ecdadımız Allah için oraya yetişmekten imtina etmemiş, ırkı ve dinine bakmaksızın yardımda bulunmaktan kaçınmamıştır. Acaba cihan devleti Osmanlı hüküm sürseydi, barbarlar meydan okuyabilir ve Somali Halkı gibi açlıktan ölen insanlar, BM’nin çürümüş gıdalarına muhtaç bırakılır mıydı? Evrensel iktidarlarını kendileri için değil, dünyadaki mazlumlarla paylaşmış; güçlülerin değil mağdurların yanında olmayı insanlığın olmazsa olmaz bir gereği saymışlardı. Ne kadar yenilmez bir güçle anılsalar da, dünyaya hükmeden bir devlet olmanın ebedi değil fani olduğuna iman etmişler; Fatih Sultan Mehmed de olsan, nefeslerinin sayılı olduklarını ve ölümsüzlük kapısının kapalı olduğu inancıyla nefisleri adına değil, ölümsüz yaratıcıları Allah adına mücadele etmişlerdi. “Hayatım boyunca Allah’ın emirlerinden dışarı çıkmadım. Allah’ın rızasını kazanmak için uğraştım. Tek gayem bu idi.” Fatih Sultan Mehmed Han



Neden CHP ve zihniyetinin ecdadımıza düşman kesildiğinin ve geçmişini inkâr etmelerinin sebebi gayet açık olup; işte Osmanlı’nın Allah emirlerinden dışarı çıkmaması, mücadelelerini benlikleri için değil, Allah rızasını kazanabilmek için olduğundandır. Bu sebepten dine ve dinin devletle ilişkilendirilmesine şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Çünkü onlar, nefislerinin peşinde dörtnala koşan kısraklar gibi ne vicdan ne merhamet ne de iman taşırlar, başkaları bir yana kendilerinden olmayanı dahi insan bellemezler. Hiçbir zaferleri, keşifleri, caydırıcı güçleri, liderlikleri, itibar ve saygınlıkları olmadıkları halde övünür; Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri ise İstanbul’u fethetmesinin ardından;



Aciz, Fakir kulun Mehmed’e,
Bu günleri gösterdiğin için,
Sana sonsuz şükürler olsun
Rabbim!




Her şeyi Allah’tan bilen böbürlenmez, sahibine ne nankörlük ne de ihanet eder. Ne zaman benliği galebe çalarsa, İşte o zaman hüsrana uğrar ve yıkılmaz denilen gücü, tıpkı kuru otlar misali çerçöp olur…



Hz. Fatih Sultan Mehmed ile hocası Ak Şemsüddin Hazretlerinin arasında geçen şu diyalog, imandan yoksun umutsuz korkaklara ibret niteliğindedir.



Hz. Ak Şemsüddin der ki: “Dağ ne kadar yüksek olursa olsun, yol onun üzerinden geçer. Sen dağ olmaya heveslenme, asla gururlanma; yol ol ki, herkes senin üzerinden geçerken, sen dağların bile üzerinden geçesin.”



Hz. Fatih, sorar: “Hocam, ya şartlar elverişli olmazsa?”



Hz. Ak Şemsüddin yanıt verir: “Şartlara teslim olmazsan şartlar değişir, sana teslim olurlar. Çok çalışır, çok dua eder ve çok istersen Allah’ın rahmeti tecelli eder, rahmet tecelli ettiğinde nice olmazlar tahakkuk eder.”



500 yıllık devletin başı İstanbul iken, ayağı Ankara’yı başkent yapan CHP’ye neden boyun eğilmeye devam ediliyor da İstanbul yeniden baş ilan edilmiyor? CHP’nin milletimiz üzerindeki vesayeti ne zaman son bulacak?



Fatih’in, korkak ve hain sadrazamı Çandarlı Halil Paşa, Fatih Sultan Mehmet daha gencecik padişahken, İstanbul’u fethetme niyetini duyduğunda öyle telaşlanmıştı ki, “Bu çocuk bir çocukluk edip Bizans üzerine yürümeye kalkarsa, alimallah Osmanlı mülkü pâymâl olabilir, hatta elden gidebilir” diyerek, sözde Ümmet-i Muhammed’i bir aceminin acemiliğine kurban etmeyip ikaz görevini yapmak üzere kelle pahasına da olsa Padişah Fatih’i bu maceradan vazgeçirmeye karar vermişti.



Bir gün hışımla genç padişahın huzuruna girdi ve selamı bile unutup sordu:



“Sen ümmet-i Muhammed’i hisar önünde telef etmek mi istersin?”





Genç Hünkâr, baba yadigârı Sadrazamının öfkelenmesinin sebebini az çok tahmin etmişti. Fakat ağzından duymak istiyordu:



“Hangi sebepten ümmet telef olabilir koca vezirim?”



“Bizans’ı fethetmeğe and içmişsin. Ümmetin telefine başkaca sebep ne lâzım?”



“Belli, and içtik. Ya biz Bizans’ı, ya Bizans bizi alacak dedik! Bir mahzuru mu var?”



“Elbette!”diye cevap verdi Sadrazam, konuşurken uzunca sakalı titriyordu: “Elbette ki mahzuru var, olmayacak duadır ki, akl-ı selim olmayacak duaya hiç bir vakit amin denemez.”





Fatih Sultan Mehmed gülümsedi:



“Hangi duayı kabul edeceğini ancak Hak Tealâ bilir. Biz sadece arzımızı yapar hükm-i İlâhiyi bekleriz.”



Kalktı, Sadrazamına doğru birkaç küçük adım attı. Gözlerine baktı:



“Her daim demez misin ki, kul kısmı gaza yolunda elinden geleni yapmakla mükelleftir. Biz dahi fetih müjdesinin tahakkuku cihetinde say edeceğiz. İnşaallah-ü Tealâ fetih mukarrerdir.”



“Nereden belli ki?”



“Doğru, henüz belli değil. Zaten teşebbüs olmadan tahakkuk olmaz. Biz dahi teşebbüs üzereyiz.”



Koca Sadrazamın aklı bu işe bir türlü yatmıyordu. İkna olmamıştı.



Hafiften alaycı bir üslupla; “Baban alamadı, ondan öncekiler de alamamıştı, sen nasıl alacaksın?”



Genç Fatih hışımla pencereye döndü. Bir süre yeniçerilerin koşturmasını seyretti. Onlar fethe inanıyordu. Ama yaşlı Sadrazamını henüz inandıramamıştı. Yüreğine ince bir sızı girdi. Bir an için endişelendi. Ne de olsa yaşlı Sadrazamın müthiş bir tecrübe birikimi vardı. Onbeş yaşından beri devlet hizmetindeydi. Kendisi ise onbeş yaşını geçeli ancak birkaç yıl olmuştu. Bu açıdan şartlar aleyhine görünüyordu. Fakat şartlara teslim olmayacaktı. Çandarlı’ya döndü:



“Bak a vezirim” diye söze başladı, öfkesini tereddüdüne sarıp yutkunarak; “ben ne babama benzerim, ne babamdan öncekilere. Şimdiki zaman başkaca zamandır. Çaresi yok fetih olacak.”İhtiyar Sadrazam, tezini savunma kararlılığı içinde tek geri adım atmadı:
“O zaman bil ki, bunun mes’uliyeti tamamıyla sana aittir, çünkü akıbeti hayır görmüyorum. Bizans İmparatoru unvanını alayım derken, korkarım padişahlıktan da olacaksın. Bu ne hırs!”


,,















































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































































Padişah Fatih Sultan Mehmed ilk defa öfkelendi:






“Hırs değil iman!..” diye bağırdı, “dedik, ya biz onu, ya o bizi! Hakikatli hükümdar olmanın başkaca çaresi yoktur.”



“Elinde olanla yetinsene.”
“Elimdekiyle yetinirsem elimde olan da gider Çandarlı, ne belledin. Zirvede durulmaz, ya devamlı tırmanırsınız, ya da aşağı kayarsınız. Ben gencim, tırmanacağım.”
Çandarlı çıkmak için toparlanırken:
“Ben söylemiş olayım, Hak Tealâ ve kulu nezdinde mes’uliyetten kurtulayım da, sen yine ne ki istersen yap, padişah sensin.”
“Şükrolsun biz padişah-ı cihanız ve Kostantiniyye’yi feth edeceğiz.”
“İmkânsız” diye dudak büzdü Çandarlı Halil Paşa.
“Neden koca vezir?”
+“-Çünkü surlar çok muhkemdir, muhkem surları yıkacak büyüklükte topumuz yoktur.”
Genç hükümdarın karşısına yine şartlar ve sebepler çıkmıştı. Ak Şemsüddin Hoca’nın sözlerini hatırladı. Gülümseyerek sordu:
“Surları yıkacak toplar günün birinde yapılacak mı?”“Evet” dedi Sadrazam, “günün birinde herhal yapılır.”
Ve Fatih Sultan Mehmed Han Hazretleri, Allah’a dayanıp güvenmenin karşılığını havan topunu keşfedip o yıkılamaz denen surları yerle bir ederek ve karadan gemileri yüzdürmek suretiyle çekilen zincirleri aşarak aldı.
Ey Fatih’in torunları!
Sizler yaratıcınız Allah’a inandığınız halde; neden dedeniz Fatih ve atalarınız gibi Allah’a güvenip de zalimlere hadlerini bildiremiyorsunuz? Üzerinizdeki ölü toprağını silkinip atmadıkça ve kalplerinizdeki kuşkulardan arınmadıkça iman ettiğinizi mi sanıyorsunuz? Birer Fatih olamıyorsak, Ulubatlı Hasan da mı olamıyoruz ya da adsız bir şehid?
Biliniz ki her kim Allah’a sığınırsa; yeryüzü ile yeryüzündekiler, gökyüzü ile gökyüzündekiler ona düşman bile olsa, Allah onun için bir çıkış yolu yaratır. Kim de Allah’a sığınmazsa onu yere batırır da nefsinin eline terk eder.
“İşte siz öyle kimselersiniz ki, onlar sizi sevmedikleri halde siz onları seversiniz. Siz, bütün kitaplara inanırsınız; onlar ise, sizinle karşılaştıklarında “İnandık” derler; kendi başlarına kaldıklarında da, size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: Kininizden ölün! Şüphesiz Allah kalplerin içindekini hakkıyla bilmektedir.” Al-i İmran 119

Hiç yorum yok: