27 Ağustos 2011 Cumartesi

Bakalım, artık hidayet dağıtabilecek misiniz?

Geçen gün iftardan sonra bir dostumla irade üzerine mülahaza yaparken; cüz’i iradeyi savunan arkadaşımın karşısına hem fiziki hem de vahyi delilleri sunmam akabinde kafasının çok karıştığını, her ne kadar yaratılmışların tamamının Etkin Akıl ve Mutlak irade’nin dilemesi haricinde herhangi bir özgürlüğünün söz konusu olamayacağı vaki ise de, bu gerçeği kabullenmekte zorlandığını, insanın özgürce düşünüp muhakeme ederek iradesi dâhilinde hareket etmekle mükellef bırakıldığını “imtihan”’ a bağlayarak, aklının bir türlü alamadığı ve aydınlanamadığı şu soruyu yöneltti.

Cennete yaşayan, peygamber ve melekler dâhil yaratılmışların içinde en muhteşem ilimle yüceltilen, Allah’ın güç ve kudretini herkesten daha iyi bilen, tanıyan ve başına gelebileceklerin bilincinde olan şeytan; nasıl olur da itaat etmeyip emre karşı gelmek suretiyle lanetlenerek ebedi cehennemi seçebildi? İradesiyle mi yoksa Allah’ın dilemesiyle mi isyan etmişti? Neredeyse Allah’ın sağ kolu olduğu teşbihinde bulunarak, şeytanın azabilmesini asla anlayamadığını ve hiçbir ilim adamının bu soruma tatmin edici bir cevap veremeyip lâfebeliği yaptıklarını ifade etti.

Öyle ya, yüce yaratıcısını en yakinen tanıyan ve başka hiçbir kula nasip olmamış eşsiz bir ilimle yüceltilmiş bir cennet ehlinin tanrısı Allah’a karşı azabilmesi, dileği yahut iradesiyle yaptığı bir davranış mıdır? Azmasındaki ana etken nedir ve yaratıcısının bir müdahalesi var mıdır? Tanrısı Allah’a âşık ve kendine Rab edinmiş şeytan, tanrısının hükmüne karşı gelebilmesi aklen muhtemel midir?

İslam ve kulluk, Allah’ın iradesine kayıtsız-şartsız teslimiyettir. Günümüzdeki diğer tüm din ve düşünceler insan ya da şeytan ve meleklere irade gücü yüklerken, sadece İslam, tanrısı Allah’a kul olmayı emretmekte, hayır veya şerdeki tüm gelişme ve sonuçların Mutlak İrade’nin hükmüyle olgunlaştığı inancı, imanın olmazsa olmaz bir şartı olmakla perçinleştirilmiştir.

Aşk da mutlak bir teslimiyettir, herhangi bir olumsuzluk veya nefse çok ağır gelen bir olayda sorgusuz bağlılığın bir teveccühüdür. Şöyle ki, âşık olduğunu iddia ettiğin eşin veya sevgilini bir başkasının yatağında görüp de hesap sormaya kalkıştığında, âşık olmadığın ortaya çıkar. Dolayısıyla aşk, koşullar her ne olursa olsun nefsi bütünüyle hapsetme ve sadece onun için var olmadır. Böylesi bir tutku, doğrudan tapınmaya yol açtığından ancak tanrısal bir sevgi ve tazimi zorunlu kılar.

Yüce Allah’ın sıfatlarından biri olan EL CEBBAR, dilediğini zorla yaptırmaya muktedir olan demektir. Zaten Allah’tan başka hiç kimsenin muktedir olmadığı Esmaü’l Hüsna Şerhi adıyla bilinen Allah’ın 99 mukaddes ismi öğrenebilindiğinde, Allah’ın güç ve kudreti bilinecek, böylece hiçbir şüphe ve sorguya gerek kalınmadan boyun eğilecektir.

Allah; EL CEBBAR, EL MÜZİL, EL MUKTEDİR, EL KADİR, EL KAHHAR, EL HAFİD sıfatlarından şeytanı saptırtarak alçaltmış, böylece istediğine istediğini yapabilecek güçte olduğunu, zillete düşürerek hor ve hakir bırakabileceğini, yukarıdan aşağı indirebileceğini, insanoğlu fizikken yaratılmadan önce cin âleminde uygulamıştır. Doğrusu Tanrı olmasının da bir gereği değil midir?

Şeytanın alçaltılarak hakir bırakılma sürecini vahiy nasıl açıklıyor?

“Hani Rabbin meleklere demişti ki: Ben kupkuru bir çamurdan şekillenmiş cıvık bir balçıktan bir insan yaratacağım. Onu yapıp ruhumdan üflediğim zaman ona secdeye kapanın. Meleklerin hepsi secdeye kapandılar. Fakat iblis, secde edenlerle beraber secde etmekten imtina etti.” Hicr. 28-31

“Allah, ‘Ey iblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni meneden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden mi oldun?’
İblis, ‘Ben ondan hayırlıyım! Beni ateşten onu ise çamurdan yarattın.’
Allah, ‘Çık oradan
(cennetten)! Sen artık kovulmuş birisin. Ceza gününe kadar lanetim senin üzerinedir.’ buyurdu. İblis, ‘Ey Rabbim! O halde tekrar diriltilecekleri güne kadar bana mühlet ver.’
Allah, ‘Haydi! Sen bilinen güne kadar mühlet verilenlerdensin’
İblis, ‘Senin mutlak kudretine and olsun ki, onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların bir yana, hepsini mutlaka azdıracağım.”
Sad. 75-83

Dikkatle irdelendiğinde; şeytanın Allah’ı inkâr etmediği, gücü ve kudretinden şüphe duymadığı ve ihlâsa erdirilmiş yani hidayete ulaştırılmış kullara asla dokunamadığı açıkça belirtiliyor.

Peki, şeytan iradesiyle mi, yoksa Allah’ın dilemesiyle mi azmıştı?

(Şeytan) dedi ki: Ey Rabbim! Andolsun ki, beni azdırmana karşılık ben de yeryüzünde onlara (günahları) süsleyeceğim ve onların hepsini mutlaka azdıracağım. Ancak onlardan ihlâsa erdirilmiş kulların müstesna.” Hicr. 39-40

Ayette de buyrulduğu üzere; şeytan, Allah’ın azdırmasıyla kötülüğün elçisi olmuştur, yoksa kendi dileği yani iradesiyle baş kaldırmamıştır.

En’am Süresi 59 ayette, Allah’ın ilmi dışında bir yaprağın dahi yere düşemeyeceği buyruluyorsa, şeytan, dilediğine musallat olabilecek bir özgürlüğe sahip midir?

“Şeytan, Allah’ın izni olmadıkça müminlere hiçbir zarar veremez.”Mücadele. 10

Böylece milyarlarca insanı baştan çıkaran şeytanın bile özgür olmayıp dilediğini saptırabilmesinin imkânsız olduğu apaçık kanıtlanmışken, Peygamberler dâhil insanın özgür olabilmesi, hayır ve şerde bir başkasını etkileyebilmesi ya da doğruyu egemen kılabilmesi mümkün değildir. Allah’ın izni olmadan hiç kimse, ne lehte ne de aleyhte hiçbir yaptırım gücüne sahip değildir. Dolayısıyla İslam, sadece ve sadece Allah’a teslimiyettir, yoksa ezbercilerin ifade ettiği gibi takdir edilmiş olanı değiştirmek, kötüyü ortadan kaldırmak ya da mühürlenmişi doğru yola ulaştırmak amacı taşımamaktadır.

İnsanoğlu ile birlikte yaratılan cehennem ve şeytanla birlikte azan cinlerin kaderce belirlenen yazgılarının dışına çıkılabilmesi mümkün olmadığından, bedenler yaratılmadan önce programlanan ruhların imtihanları yapılmış, fiziki dünyada ise güncelleşmekten öte menfi ya da müspet hiçbir dönüşüm gerçekleşmemektedir.

“Biz dilesek elbette herkese hidayet verirdik. Fakat‘Cehennemi hem cinlerden hem insanlardan bir kısmıyla dolduracağım’ diye benden kesin söz çıkmıştır.” Secde. 13

Şeytanı azdırarak kötülüklerin ve Peygamberleri sebatkâr kılarak iyiliklerin elçisi yapan Allah; dilediğine hikmet, hayır ve üstünlük vermiş, dilediğini de hayvanlardan daha aşağı sapkınlıkla lanetlemiştir. Çünkü tek bir Tanrı olmasından dilediğini yapmakta özgür, dolayısıyla hiçbir yaratığında sorgulama ve hesap sorma hakkı bulunmamaktadır. Yaratan ile yaratmayanın aynı seviyede olamayacağı düşünülebilse, teslim olmaktan başka bir çarenin de olmadığı anlaşılacaktır. Ama Allah dilemedikçe teslim olabilmek mümkün müdür? Şeytan bile Allah’ın takdirinin dışına çıkamayıp azabilmiş ise, insan ne yapabilir?

“Eğer Allah sizi azdırmak istemişse, ben size öğüt vermek istesem de nasihatim size fayda vermez. Çünkü O, sizin Rabbinizdir. Ve nihayet Ona döndürüleceksiniz.”Hud. 34

Müslüman, Hıristiyan ve Yahudilerin kitapları olan Kur’an, İncil ve Tevrat ile modern hayatı temsil eden seküler düzenler incelendiğinde, hangisinin gerçek ve yaşanılan dünyayla örtüştüğü anlaşılabilecek, şeytansal hile ve yalanlar ortaya çıkabilecektir.

Vahiy, din, bilim, kader, özgürlük ve irade adına üretilen düşünce ve düzenlerin mutlak surette karşılığı aranmalı ve kanıtlanmaya gidilmelidir. Eğer eylemsel düşünce, davranış ve sistemleri üreten özgür irade ise; dilenilen yapılabilmeli, özgür davranabilmeli, olumsuzluklar ve belirsizlikler ortadan kaldırılabilmeli, mutlak ve kalıcı çözümler üretebilmeli ve gelecek her koşulda kontrol altına alınarak, her türlü kötülük, acı, korku, dehşet ve felâketin olmayacağı küresel bir kader programlayıcı iddiasında bulunan egemen güç, kendini ispat edebilmelidir. Vahiysel ve kutsal addedilen İncil ve Tevrat ile insanı egemen kılan ateist doğmalı anlayışlar, gerçekte Buda’nın Dört Soylu Gerçek veya Sekiz Aşamalı Yol adlı eserlerinde ki fikirlerden farksızdır. Her hangi bir düşüncenin ve iradenin egemenliği, ancak fertsel ve evrensel olayları gütme, yönetme ve yönlendirmeyle mümkündür. Tıpkı Kur’an’ı Kerim gibi!

Gerçek dünyada olup bitenler, fiziksel ve ruhsal oluşumlar, Yaratıcı, ruh ve yaratılan canlı-cansız her türlü madde ve canlının oluş ve bitiş süreçlerinde meydana gelen gelişmeler, farklılıklar, etkenler, sebepler, menfi veya müspet olaylar, değişimler, başarılar, kayıplar, musibetler, keşifler, peygamber, şeytan, ruh, madde ve düzenin varlığı ve amacıyla ilgili bilgilerin yer aldığı tek kitap, Kur’an’ı Kerim’dir. Çünkü sadece Kur’an’da vahyedilmiş bilgiler fiziki yaşam ve doğayla örtüşmektedir.

“Doğrusu güldüren de ağlatan da O’dur. Öldüren de diriltende O’dur. Zengin eden de varlıklı kılan da O’dur.” Necm.43-44-48

Kur’an incelendiğinde; Yaratıcı’nın tüm vaatlerinin gerçekleştiği ve hiçbir iradenin vahyin dışına çıkamadığı açıkça görülmektedir. Herhangi bir dinin veya görüşün geçerliliği, ancak sözle fiilin, düşünceyle davranışın çakışmasıyla değer kazanır. Vahiy ve bilim, din ve devlet, dünya ve kâinat, söz ve eylem, ruh ve madde, irade ve kader, yaşam ve ölüm; ruhsal ve fiziksel nitelikleriyle Yaratıcı’ya aittir ve kuralları da Allah koyar, koyduğu kuraları hiçbir güç tahrip edemez. Özellikle Kur’an ilmine vakıf insanların gerçeği anlamamalarına ne demeli?

“İşte biz o Kur’an’ı açık seçik ayetler halinde indirdik. Gerçek şu ki, Allah dilediği kimseyi doğru yola sevk eder.”Hacc.16

Ne var ki başta şeytan olmak üzere, insanları “bir bilgi”’ye göre saptırarak kendine karşı azdırarak isyan ettiren Allah, yine Mutlak İrade’si icabı dininin buyruklarına göre davranışları biçimlendirmekte ve kâinatı yönetmektedir. “O kitap’ta” yazmış olduğu doğrultuda programlanmış ruhlar, takdir ettiği kader mecrasında ya hidayete erdirmekte ya da azdırmaktadır. Her ne şekilde olursan olsun, hiçbir zaman denetimi sağlayamayarak yönetemeyen ve dilediğini yapamayan insanoğlu, ruhun kendisini değil de beyninin ruhu etkileyip yönlendirdiğini düşünerek; akılla duyguyu, iradeyle kaderi, vahiyle bilimi, dünyayla ahireti, Allah ile insanı egemensel bir yarışa sokmaktadırlar.

Elde ettiği geçici başarı, zafer, güç ve yetkiyle şımararak egemen olabileceğini zanneden insan, karşılaştığı felaket, mağlûbiyet ve musibetlerden ders alamayarak gerçeği kavrayamamakta ve dolayısıyla uğradığı laneti iktidarsı hataların bir yanlışı olduğunu zannederek gücüyle aşabileceğini düşünüp ibret almamaktadır.

“Hevasını (kötü duygularını) tanrı edinen ve Allah’ın bir bilgiye göre saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği, gözünün üstüne de perde çektiği kimseyi gördün mü? Şimdi onu Allah’tan başka kim doğru yola eriştirebilir? Hâlâ ibret almayacak mısınız?”Casiye. 23

Sanal âlemden kurtulup gerçek dünyayla yüzlenildiğinde, her şey öylesine açıktır ki, tıpkı Kur’an’da anlatıldığı gibi olaylar vuku bulmakta, iyi veya kötü sayısız oluşumlar sürekliliğini muhafaza etmektedir. Yarınının, hatta bir saniye sonrasının belirsizliğine aldırmayan insanoğlu, Mutlak İrade’nin yönlendirmesiyle düşler âlemindeki aldatıcı tahtından uyanamamakta, ne kendini ne çevresini ne de olup bitenleri gören, işiten ve kavrayan bir gerçeklikte sorgulamayarak, hakkında alınmış olan karar gereği muhakeme yapamamaktadırlar. Eğer ihlâsa erdirilmiş zümreden iseler doğruya, saptırılmış iseler yanlışa gitme kıskacından hiçbir bilgi, öğüt, etki, telkin, tecrübe, kanıt ve irade; kendilerini alıkoyamamaktadır. Süreç içinde meydana gelen en detaysı tüm değişimler, yine kadersel kurgunun bir sonucu olarak gerçekleşmektedir.

Bu sebeple, önce ruhtaki kader, sonra çamurdaki Adem’i, daha sonra menideki embriyoyu ve ruhu, bedendeki organları, ruhtaki akıl ve duyguları, zihindeki düşünceleri, uykudaki rüyayı, akıldaki bilgiyi, ağızdaki sözleri, kalpteki hisleri, benlikteki ihtiras, gurur ve azgınlığı, hayırdaki peygamberleri ve şerdeki şeytanı, kâinattaki düzeni, evrendeki maddeyi, tabiattaki bitkiyi, gökteki suyu, maddedeki fiziği ve yaşamdaki her türlü oluşumları yaratan Allah, “o kitap”’ta ki yazgıya göre yönlendirmektedir. Dolayısıyla Yaratıcı’nın mutlak egemenliğini hiç kimse ele geçiremez ve acze uğratamaz.

Temel yapının özünü teşkil eden bu süreç, insanoğlu ve dünya yaratılmadan önce düzenlenmiştir. Unutmayınız ki yeryüzünde ve gökyüzündeki her şey, o kitapta belirlenen düzeneğe göre gerçekleşmemiş olsaydı; Allah, Tanrı olamazdı!

“Gökte ve yerde göze görünmeyen hiçbir şey yoktur ki, apaçık bir kitapta (Levh-i Mahfuz’da) bulunmasın.” Neml. 75

“Yeryüzünde vuku bulan ve sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki biz onu yaratmadan önce, bir kitapta (levh-i mahfuz) yazılmış olmasın. Şüphesiz bu, Allah’a göre kolaydır.” Hadid. 22

“Ben, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah’a dayandım. Yürüyen hiçbir varlık yoktur ki, O’nun perçeminden tutmuş olmasın. (Hepsinin hükmü, tasarrufu ve yönetimi O’nun elindedir).”Hud. 56

“Yeryüzünde yürüyen her canlının rızkı yalnızca Allah’ın üzerinedir. Allah o canlının duracağı yerlerini de bırakılacağı yeri de bilir. Çünkü bunların hepsi açık bir kitaptadır. (levh-i mahfuz)Hud. 6

“De ki; Rabbim, dilediğine bol rızık verir ve (dilediğinden) kısar; fakat insanların çoğu bilmezler.”Sebe. 36

“Gayb’ın anahtarları Allah’ın yanındadır. Onun için gaybı ancak O bilir. O, karada ve denizde ne varsa hepsini bilir. O’nun ilmi dışında bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıkları içindeki tek bir tane, yaş ve kuru ne varsa hepsi apaçık bir kitaptadır.” En’am. 59

“Allah o kalpler üzerine mühür vurmuştur; pek azı müstesna artık iman etmezler.” Nisa. 155

Başkalarının peşine düşerek “bilge-tanrı” yapacağınıza, Allah’a teslimiyetle “bilge-kul” olmak isteyiniz…

“Allah kimi hidayete erdirirse doğru yolu bulan odur. Kimi de saptırırsa, işte onlar ziyana uğrayanlardır.” A’raf. 178

Hiç yorum yok: