10 Ağustos 2011 Çarşamba

Kur’an’ı tahrip eden tefsircilerdir…

Her toplumda, halktan üstün bilgi sahibi kimseler her ne kadar kendilerini “Alim” sıfatıyla yüceltseler ve tanrısal bir tazimle saygıda kusur edilmesine izin verdirmeseler de, Allah’ın yüce sıfatlarından biri olan alimliğe hiçbir beşer müstahak olamaz. Alim, “her şeyi çok iyi bilen” demektir.

Acaba yeryüzündeki ağaçlar kalem, denizde mürekkep olsa, hatta buna yedi deniz daha eklense, yine de Allah gibi sözleri yazmakla tükenmiyor mu? Öyleyse nasıl oluyor da kendilerini alimlikle sınıflandırabiliyor ve arşa yüceltilmelerine fırsat verebiliyorlar?

Ramazan ayı münasebetiyle sert bir üslup kullanmaktan kaçınacak, Allah ve elçisi Hz. Muhammed’den başkasına saygı ve tazimde bulunulmaması mecburiyetini dikkatlere sunmaya ve her şeyin fevkalade açıklandığı ayetlerle bilgilendirmeye çalışacağım. Allah’ın sözünden başka bir kelam, sadece mugalâtadır.

Allah, içinde bulunduğumuz Ramazan Ayında indirdiği ayetleri, kendisine ümmi olarak seçtiği elçisi kanalıyla indirmesindeki maksat, ilmiyle övünerek yorumu sadece kendine mahsus anlaşılması meşakkatli bir vahyi değil, başta elçisi olmak üzere kullarının açık ve seçik anlayıp itaat etmesi ve ortaya çıkabilecek imtiyazın önünü kesebilmesi için özellikle Peygamberimiz Hz. Muhammed’i elçi tayin etmiştir.

Allah, Hac suresi 16. Ayette olduğu gibi birçok ayetinde; “İşte böylece biz o Kur’an’ı açık seçik ayetler halinde indirdik. Gerçek şu ki Allah dilediği kimseyi doğru yola sevkeder” buyruğuyla, Kur’an’ın hiçbir tefsirci ya da yorumcuya ihtiyaç duyulmayacak netlikte olduğunu ısrarla vurgulamakta, dilediği kimseyi doğru yola iletmenin de doğrudan kendi iradesine mahsus bir yönlendirme olduğunun altını çizerek, peygamberimizin bile hidayet verme gücü bulunmadığını birçok ayetle hükmetmiştir.

“Eğer okunan bir Kitapla dağlar yürütülseydi veya onunla yer parçalansaydı yahut onunla ölüler konuşturulsaydı (o Kitap yine bu Kur’an olacaktı). Fakat bütün işler Allah’a aittir. İman edenler hala bilmediler mi ki, Allah dileseydi bütün insanları hidayete erdirirdi? Allah’ın vadi gelinceye kadar inkâr edenlere, yaptıklarından dolayı ya ansızın büyük bir bela gelmeye devam edecek veya o bela evlerinin yakınına inecek. Allah, vadinden asla dönmez.” Rad 16

Allah ile eşdeğer konuma yükseltilenlerin doğru yola iletme ve hidayet verme güçleri, ümmetin, kendine rehber edindiği hoca, efendi, şeyh gibi sözde âlimlerce nasıl bir sapkınlıkla karşı karşıya olduğuna bir kanıttır. Mevki, ilmi ve konumu ne olursa olsun yaratılan her kul, sadece emirlere itaat etmek ve Allah iradesine kayıtsız bağlı kalmakla yükümlüdür. Yoksa sanıldığı gibi yalnızca Allah’a mahsus hidayet verme veya doğru yola iletme sorumluluğu hiçbir beşerin bulunmamaktadır.

“(Ya Muhammed!) Onları doğru yola iletmek sana ait değildir. Lakin Allah dilediğini doğru yola iletir.” Bakara 272

Peygamberimiz vefatının akabinde türeyen yorumcular, Müslümanları önce mezheplerle ayrılığa düşürmüş, sonra cemaatlerle parçalamışlardır. İncil ve Tevrat’ta olduğu gibi Kur’an’ı özde bozamamışlar, ama hadis adı altında Peygamberimize iftiralar düzerek, vahiy yerine rivayetlerle kendi dinlerini inşa edip İslam kisvesi altında müminleri vahiyden uzaklaştırmışlardır. Dolayısıyla hiçbir mümin, vahyi parça parça ederek gruplara ayrılanlarla birlikte olmamalıdır.

“Dinlerini parça parça edip guruplara ayrılanlar var ya, senin onlarla hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi ancak Allah’a kalmıştır. Sonra Allah onlara yaptıklarını bildirecektir.” En’am 159

“O azabın sebebi, Allah’ın, kitabı hak olarak indirmiş olmasıdır. (Buna rağmen farklı yorum yapıp) kitapta ayrılığa düşenler, elbette derin bir anlaşmazlığın içine düşmüşlerdir.” Bakara 176

Neden vahyin emrettiği doğrultuda itaat eden peygamberimizi örnek almayıp da kendisinin söylemediği vahye aykırı sözleri hadis diye aktararak birbirleriyle atışanların asıl amacı, nüfuz edinerek nefisleri adına iktidar olabilmek ve din dışı rejimlerce kabul görebilmek için İslam’ı seküler düzenle ılımlı hale getirilmiş ve hümanistleştirilmiştir. Dolayısıyla rivayetlere dayalı hurafe savaşı yaşanmakta, birbirlerine ayetlerle değil dedikodularla üstün gelmeye çabalayarak, sözlerini ve yazdıkları kitapları bir bedel karşılığı pazarlayıp hem İslam karşıtlarınca destek bulmakta hem de sözde peygamber vekili olma ayrıcalıklarından söyledikleri her şeyin Allah katından olduğu iknasıyla vahyi biçmektedirler. Tıpkı Hıristiyan ve Yahudiler gibi apaçık olan vahye değil de kendi söyleyip yazdıklarına inanılmasını istemeleri, amaçlarının ne olduğunu ortaya koymaktadır.

“Andolsun ki sana apaçık ayetler indirdik. Onları ancak fasıklar inkâr eder.” Bakara 99

“Elleriyle kitap yazıp sonra onu az bir bedel karşılığında satmak için “Bu Allah katındandır” diyenlere yazıklar olsun! Elleriyle yazdıklarından ötürü vay haline onların! Ve kazandıklarından ötürü vay haline onların!” Bakara 79

Kimileri doğrudan inkâr etmiyor, rivayetsel iftiralarıyla peygamberimiz üzerinden dolaylı bir inkâra yelteniyorlar. Oysa Kur’an’a muvafık olmayan bir hadisi peygamberimize atfetmek, en şiddetli bir fasıklıktır. Yeryüzünde bir fitne kalmayıncaya kadar savaşmalarıyla ilgili yüzlerce ayeti gizlemeleri bir yana, Kur’an’dan sadece bir şeyi gizleyip onu çıkarları uğruna peşkeş çekenlerin nasıl yakıcı bir azapla cezalandırılacakları, Allah’ın açık bir vaadidir. Laik rejimlere muhalefet yapmamak için Ku’an’ın tüm insanlara indirilmiş bir anayasa ve hukuk düzeni olduğu gerçeğini savunmaktan kaçınan Müslüman olabilir mi? Ayrıca Hıristiyan ve Yahudi dostlarının öfkelerini çekmemek için “Hak dinin sadece İslam olduğu ve insanlardan İslam’dan başka hiçbir dinin kabul edilmeyeceği, Hıristiyan ve Yahudilerin dost edinmemesi” ile ilgili apaçık ayetleri bile gizleyerek ya da çıkarsal yorumlara kalkışarak, İslam’ı Allah’a öğretmeye kalkabiliyorlar.

“Allah’ın indirdiği kitaptan bir şeyi gizleyip onu az bir paha ile değişenler yok mu, işte onların yiyip de karınlarını doldurdukları, ateşten başka bir şey değildir. Kıyamet günü Allah ne kendileriyle konuşur, ne de onları temize çıkarır. Orada onlar için can yakıcı bir azap vardır.” Bakara 174

“Allah, kendilerine kitap verilenlerden, 'Onu mutlaka insanlara açıklayacaksınız, onu gizlemeyeceksiniz' diyerek söz almıştı. Onlar ise bunu kulak ardı ettiler, onu az bir dünyalığa değiştiler. Yaptıkları alış-veriş ne kadar kötü!” Al-İmran 187

“De ki: Siz dininizi Allah’a mı öğretiyorsunuz? Oysa Allah göklerde olanları da bilir, yerde olanları da. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” Hucurat 16

Oysa kendilerini cennete kavuşturacak olanları nasıl bir akıbetin beklediğinden bihaber yığınlar, yalanların peşine takılacaklarına Kur’an’ı anlamaya çalışsalardı; hem dünyalarını hem de ahretlerini kurtarırlardı. Dolaylı yollardan ilim öğretmek ve hayır adı altında ceplerini ve kalplerini boşaltan sömürgecilere karşılık müminlerden hiçbir ücret talep etmeyen Hz. Muhammed (S.A.V); acaba onlar gibi neden İslam’ı öğretmek için ayet ve hadisleri bir ücret karşılığı satmadı, tebliğlerinde ücret talep etmedi, mescid veya öğrenci yetiştirilmesi için maddi bir istekte bulunmadı, münafık ve kâfirlerle işbirliği yaparak çıkar paylaşımı gütmedi, neden kendisine dinimize karşıma dilediğini verelim rüşvetini kabul etmeyerek savaşı tercih etti, cemaatinin çoğalması ve İslam’a artış olabilmesi maksadıyla ayetleri şirin göstermedi, neden Hıristiyan, Yahudi ve laklerin egemenliğinde değil de İslam egemenliğinde uzlaşma sağladı, keyfi bir saltanat sürmedi, böbürlenerek dolaşmadı, geçim telaşı taşımadı ve olduğundan başka görünmedi?

“(Resulüm!) De ki: Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Ve ben olduğundan başka türlü görünenlerden de değilim.” Sad 86

Ahiretin dünya nimetleriyle elde edilemeyeceğine iman etmiş her kimse, hesapsız bir teslimiyetle Allah ve Resulünün emirlerine boyun eğer, Allah’tan başkasına dayanıp güvenmeyerek hükümlerini evirip çevirici bir tashihe kalkışmaz. Sanki Allah, bugünü hatta ilerisini bilmekten acizmiş gibi modernizeye uyarlanmaya çalışılan İslam, maddileştirilmiş, ancak para ve iktidarla ulaşılabilecek bir hedef haline getirilerek ancak para ile cennete kavuşulacağı ve İslam’ın hüküm sürebileceği çeşitli metotlarla zihin ve kalplere işletilmiş. Ne yazıktır ki inandıkları Allah’ın gücü ve yardımıyla değil de kalkındırılmış ve geçici güçle donatılmış kâfirlere uyularak İslam’dan uzaklaşmak suretiyle hüsrana uğranılmıştır.

“Ey iman edenler! Eğer kâfirlere uyarsanız, gerisin geriye döndürürler de, hüsrana uğrayanların durumuna düşersiniz.” Al-i İmran 149

Yüce Allah, Kur’an’ın anlaşılması ve yorumlanması için sadece ilim sahiplerine değil, tüm insanlığa gönderilmiş ve hiçbir yoruma gerek duyulmayan bir açıklama olduğunu buyurmuş olmasına rağmen; Kur’an’ı tekellerinde bulundurup herkesi kendilerine muhtaç kılmaya çalışan sömürücüler, tıpkı Allah misali bir alim ve caydırıcı güçlermiş gibi fayda ve zarar verebilme kudretinde bulunmakta, kendilerine uyanları cennetle müjdeleyebilmektedirler. Onlarsız Kur’an’ın anlaşılamayacağını, mutlaka tefsire ihtiyaç bulunduğunu, şifrelendirildiğini; ayetlerin ne zaman, nerede, ne için, hangi maksat, koşul ve ortamda indiğini, kimi kastettiğini, kendilerinden başkasının ayetleri yorumlayamayacağını, şifreleri aydınlatamayacağını, akademik kariyerin zorunluluğunu, mutlaka Arapça bilinilme gerekliliğini, günümüz şartlarının dikkate alınma mecburiyeti gibi şeytani bir fitneyle müminleri vahiyden uzaklaştırabilmek için ellerinden geleni yapmaktadırlar.

Bu (Kur’an), bütün insanlığa bir açıklamadır; takva sahipleri için de bir hidayet ve bir öğüttür.” Al-i İmran 138

“De ki: Doğrusu ben, size ne zarar verme ne de fayda sağlama gücüne sahibim.” Cin 21

“O’nun delillerinden biri de, gökleri ve yeri yaratması, lisanlarınızın ve renklerinizin değişik olmasıdır. Şüphesiz bunda bilenler için (alınacak) dersler vardır.” Rum 22

Artlarına taktıkları milyonlarca insan, söz konusu çakma alimlerini öyle savunuyor ve hatalarını hediye edenleri dışlıyorlar ki, sanki taptıkları Allah değil de onlarmışçasına hatadan münezzeh bir kudretle yaftalıyorlar. Hıristiyanlar Hz. İsa’yı nasıl rab edinmişlerse, onlarda farklı bir üslupla benzer duygu taşımaktadırlar. Her ne kadar Allah ve Resulünü referans olarak kullansalar da hüküm veren konumda doğrudan kendilerini mukim kılmaktadırlar. Dolayısıyla dinlerine ve kendilerine ihanet edenleri savunanların gerçekte kime iman ettikleri davranışlarıyla ortadadır. Peygamberimiz dahi bir günahkârı savunduğunda uyarı almış ve ne pahasına olursa olsun müdafaası yasaklanmıştı.

“Kendilerine hıyanet edenleri savunma; çünkü Allah hainliği meslek edinmiş günahkârları sevmez.” Nisa 107

Rahip ve hahamların etkisinde kalarak İslam’ı fütursuzca ruhbanlaştıran fasıklar, kendilerini gizliden gizliye öyle konumlandırma cüretinde bulunmuşlardır ki, Peygamberlerden sonra müjdelenerek hiçbir sorguya çekilmeyecek, ölü değil diri ve Allah katında rızıklara mazhar olmakla yüceltilmiş şehidlerden dahi daha üstün oldukları savıyla; “Alimin mürekkebi, şehidin kanından üstündür” diyebilecek kadar haddi aşmışlar ve hadis diye Peygamberimizi kanıt gösterebilecek kadar ileriye gitmişlerdir. Öyleyse Allah, birçok ayetinden yolunda ölenleri överken, neden din adamlarını da aynı mevkide değerlendirmemiştir? Allah’ın müjdelemediği bilginleri, hangi delil, yetki ve vahiyle peygamberimiz ödüllendirebilmiştir? Acaba dini detaylı bilmek mi, yoksa kayıtsız itaat mi üstünlüktür? Melekler dâhil yaratıkların içinde en muazzam ilimle donatılmış, indirilen tüm kitapları ve Kur’an’ı en mükemmel hıfzetmiş ve cennette yaşamış şeytanı ölçü alırsak; ilminden dolayı üstün mü görülmelidir? Vayhedileni mi uymaları emredilmiş, yoksa şeytan misali yorum yapmaları mı?

“De ki: Ben peygamberlerin ilki değilim. Bana ve size ne yapılacağını da bilmem. Ben sadece bana vahyedilene uyarım. Ben sadece apaçık bir uyarıcıyım.” Ahkaf 9

“Hadis uyduranlar cehennemdeki yerine hazırlansınlar” Hz.Muhammed (S.A.V)

Peygamberimizi örnek alarak Allah yolunda azgınlara karşı cihad etmeyen ve yolunda şehid olabilmek için mücadeleden kaçınan bir bilge, gerçekten iman etmiş sayılır mı? Onların yükümlülüğü Allah’ın emirlerine şartsız riayet mi, yoksa Allah düşmanlarıyla işbirliğine girişip boyun eğmek ve sözde Müslümanların çıkarları için müsamaha göstererek Allah’tan daha iyi bildikleri sanıyla İslam’ı küfür düzenlerine peşkeş çekmek mi?

“Yoksa Allah, sizden, cihad edip Allah, peygamber ve müminlerden başkasını kendilerine sırdaş edinmeyenleri ortaya çıkarmadan bırakılacağınızı mı sandınız? Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” Tevbe 16

Sözde insanları doğru yola iletmek maksadıyla vahiyden yüz çevirenler; neden namazdan, oruçtan, hacdan ve bilumum emirden daha çok ve cennete tek gidiş yolu olan cihad’dan aslandan ürküp kaçan yaban eşekleri gibi sakınıyor ve kendilerine güvenen müminleri teşvik etmeyerek nefsi hoşnut eden hurafelerle kandırıyorlar? Vaazlarında cennetin ebedi bir kurtuluş ve hayat olduğunu söyledikleri halde; neden Allah yolunda ölmekten imtina ediyorlar?

“Ey Peygamber! Müminleri savaşa teşvik et. Eğer sizden sabırlı yirmi kişi bulunursa, iki yüze (kâfire) galip gelirler. Eğer sizden yüz kişi olursa, kâfir olanlardan bin kişiye galip gelirler. Çünkü onlar anlamayan bir topluluktur.” Enfal 65

Peygamber görevinin doğru yola iletmek olmadığı ve sadece kendisine bildirilen emirleri tebliğ etmekle sorumlu olduğu birçok ayette açıklanmış iken; onlar kim ki peygamberlere dahi verilmemiş bir görevi ve gücü üstlenebilmektedirler? Allah isteseydi herkesi imana getiremez miydi? Allah’ın takdir etmediğini onlar mı yapacaklar? Oysa başkalarını imana getireceklerine neden yoldan çıkmışlarını fark edemeyip vahyi ayaklar altına alıyorlar? İşte yoldan çıkanlara uyanlar da zan ve rivayetlere inanmalarından aynı akıbeti paylaşacaklardır.

“Yeryüzünde bulunanların çoğuna uyacak olursan, seni Allah’ın yolundan saptırırlar. Onlar zandan başka bir şeye tabi olmaz, yalandan başka söz de söylemezler.” En’am 116

Allah’tan başkasından korkup emrolunduğu gibi mücadele etmeyenleri rehber edinenler bilmelidirler ki, İslam’a hizmet adına kurulan tuzaklara düşmekten kurtulmanın tek yolu, vahyi okuyup anlamalarıdır. Bu temel bilgiye sahip olmaları akabinde izledikleri kılavuzlarının nasıl yalancı ve saptırıcı olduklarını anlayacak, defalarca tövbe edip Allah’tan af dileyeceklerdir. Allah’a ait olan bir dine hiçbir beşer, menfi yahut müspet bir fayda veya zarar veremez. Eğer gerçekten öncülerine değil de Allah’a iman etmişler ise hesap değil teslimiyetin tek kurtuluş olacağı hidayetine ulaşacaklardır.

“Göklerde ve yerde ne varsa, O’nundur, din de yalnız O’nundur. O halde Allah’tan başkasından mı korkuyorsunuz?” Nahl 52

Ey Müslümanlar!

İlimlerinden ya da iktidarlarından dolayı farkında olmadan rab haline getirdiğiniz insanların peşine düşmeyiniz. Kalplerinize şüphe ve tereddüt kazandıran, Allah’ın güç ve mutlak iradesinden yüz çevirten, emirlerine itaati savsaklattıran, haksızlıklar karşısında susturtan, sinsice ahireti değil dünyayı cazip kıldırtan, hayır ve yardım adı altında iktidarlarını güçleştiren, Allah’ın apaçık hükümlerini tefsirleriyle zorlaştıran ve amacından saptırtan, vaazlarıyla hurafeleri yol gösterten, rivayetlerle ayetleri deştiren, doğru yola iletme ve hidayete erdirme gücünü kendinde gören, Allah’ın lanetlediği düzenleri meşru saydırtan, Allah’ın adına cihad etmekten kaçınan, kâfirlerden medet uman, bir saniye sonrası meçhul debdebeli yaşamları için ayetleri az bir bedel karşılığı pazarlayan ve çıkar sağlayan, öldürülmek yahut hapsedilmek korkularından seküler rejimlere muhalefet etmekten kaçınan, İslam karşıtlarıyla dost olanları ne dinleyin ne de tefsirlerini okuyun…

Eğer gerçekleri kavrayabilme hidayetine ulaştığınızda, şüphe yok ki önünde saygıyla eğildiğiniz ve tenine dokunabilmek için yarıştığınız o zatların suratlarına tükürecek, yazdıkları kitapları ve Kur’an’ı bozabilmek gayesiyle yaptıkları tefsirleri yırtıp atacak, böylece apaçık bir aydınlanma olan Kur’an’a eğileceksiniz…

Ancak kiminiz, sözlerimden dolayı kıyasıya eleştirecek, önderleriniz gibi ilmimi sorgulayarak karalayacaksınız. Ne derseniz deyin, yeter ki Allah’tan başkasını Rab edinmeyin ve Peygamberiniz nasıl vahye uymuş ise sizde uyun. Unutmayın ki Allah, Peygamber ve Kur’an diyor, ruhbanlık misali nefisleri galebe çalanları aracı kabul etmiyorum.

“İşte onun için sen davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Onların heveslerine uyma ve de ki: Ben Allah’ın indirdiği Kitab’a inandım ve aranızda adaleti gerçekleştirmekle emrolundum. Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbinizdir. Bizim işlediklerimiz bize, sizin işledikleriniz de sizedir. Aramızda tartışılabilecek bir konu yoktur. Allah hepimizi bir araya toplar, dönüş de O’nadır.” Şura 15

Hiç yorum yok: