11 Aralık 2014 Perşembe

Güç ve tedbir!



İnsanoğlunun sahip olduğu güç ile kendine zararlı her türlü menfi oluşumu aldığı tedbirlerle engelleyebileceği güveni, kendine tapınma yani narsisizm’dir. Ki, narsisizmler, kendilerini adeta nefes alıp yürüyen yeryüzü tanrıları gibi hisseder ve hiçbir gücün kendileriyle baş edemeyeceklerini, yenemeyeceklerini ve ziyan veremeyeceklerini düşünürler.

Narsisizmlerin en büyük korkuları; güçlerini kaybetmeleri, ölüm, etraflarındaki herkesin kendilerine düşman olma paranoyalarıdır. Güçlerinin bir sınırı yokmuş gibi davranmaya çalışırlar, herhangi bir zarar görecekleri endişesine kapılmalarında sayısız insan öldürür, hatta Firavun misali tedbir amaçlı yeni doğmuş bebekleri dahi katlederler.  Varlıklarının kendilerinin de çözemediği sorununu insan değilmiş gibi çözmeye çalışsalar da aslında durumları düpedüz deliliktir. Dış dünya 'ben' olmadığı için, narsisist kişi dış dünyayı anlayamaz, algılayamaz; böylece korkuyla yaşar, gitgide daha yıkıcı, daha yalnız ve ürkek olur.

İktidarı bir güç ve kudret sanarak dilediklerini yapabileceklerini zanneden narsisizmler, bunun asla mümkün olmadığı hem dün hem bugün kanıtlanmış, yarın da farksız olmayacağı mutlaktır. Günümüz iktidarları, gerek siyasi ve askeri, gerek sosyal ve ekonomi, gerekse ilmi, kültür ve sanatta geçmiştekilerin yanında vızıltı kalabilecek kadar zayıf oldukları tartışılmaz bir gerçektir. Dolayısıyla dünyadan nice Karunlar, Firavunlar, İmparatorlar, Krallar, Sultanlar ve Komutanlar gelip geçti, tapındıkları güçleriyle kendilerini kurtaramadıkları ve nasıl buharlaşarak uçup gittikleri, geride bıraktıkları paha biçilmez eserlerinden, fikirlerinden, güçlerinden, zaferlerinden ve tarihsel biyografilerinden anlaşılmaktadır.

Hz. Musa (a.s) ve Firavun ilişkisi, başka bir kanıta ihtiyaç bırakmayacak ibret, güç ve tedbirin hiçbir yaptırımı olmadığı gerçeğini ortaya koymaktadır.

Kâhinler, Firavuna, yeni doğacak bir erkek bebek tarafından öldürüleceğini bildirmeleri üzerine, Firavun, tedbir amaçlı o gün doğan bütün erkek çocukların öldürülmesini emreder. Askerler evleri basarak doğan bütün erkek çocukları öldürür. Ancak Hz. Musa’nın annesi, çocuğunu koruyabilmek amacıyla bir sandığa koyarak nehre terk eder. Suyun akıntısıyla Hz. Musa’yı taşıyan sandık, Firavun sarayının önünde durur. O sırada nehrin kenarında dolaşmakta olan Firavunun karısı, sandıktaki bebeği görünce çok sevinir ve saraya götürür. Firavundan saklı Hz. Musa’yı evlat edinip büyüterek yetiştirir.

O gün, doğan bütün erkek çocuklar öldürülmüş, sadece Hz. Musa sağ kalmıştı. Firavunu öldürecek olan çocuğun, karısı tarafından sarayında büyütülmesi, kaderin hiçbir güç tarafından durdurulamayacağı ve değiştirilemeyeceği gerçeğini gözler önüne seriyordu. Ayrıca, cennetle mükâfatlandırılan Firavunun karısı, bu davranış sebep kılınarak hidayete erdirilmiş ve cennete lâyık görülmüştü.

Firavunu öldürecek olan Hz. Musa için alınan inanılmaz önlemler ve işlenen katliamlar dahi Mutlak İrade’nin takdirini engelleyememişti. Kader, herkes gibi Firavunun da akıbetini belirlemiş, tüm güç ve aldığı kıyıcı tedbirlerine rağmen hakkında yazılmış olandan kaçmasına, ordusuyla birlikte Kızıldeniz de boğularak ölmesine mani olamamıştı.

Yaratıcı, olabilecekleri kâhinlere hissettirmiş ve Firavuna duyurtarak tedbir almasına fırsat tanımıştı. Peki, tedbir uğruna binlerce çocuğu katletmesi bir fayda sağlayıp takdiri önlemiş miydi? Örneklendirilen olayların tamamı yaşamın değişmez gerçekleri olup, Mutlak İrade’yi kanıtlayan somut gelişmelerdir. Bir şeyi bilmek ya da haberdar olmak; o şeyi etki altına alınıp lehte yahut aleyhte yönlendirme iradesine sahip olmak demek değildir.  

Firavun, bütün çocukları öldürtmesine ve alınan tüm önlemlere karşın Hz. Musa’dan sakınamamış, muhteşem kudreti ve ordusuyla, fizikken tek bir kişi olan Hz. Musa’ya mağlup olmuştu. Herhangi bir şeyi bilmek ve ona karşı tedbir alarak fayda temin edilebileceğini sanmak, lehte hiçbir kaçışa olanak sağlamamaktadır. Aksi takdirde ne bir kayıp ne de bir ölüm gerçekleşirdi. Neticede tedbiri aldıran da tedbiri aştıran da Yaratıcı Allah’tır.

Firavun, azametli ve korkutucu ordusuyla Hz. Musa ile iman etmiş İsrailoğullarını yakaladığı bir sırada, Allah’tan gelen bir emirle Hz. Musa asasını Kızıldeniz’e vurmasıyla denizin koca bir dağ gibi yarılarak açılabilmesi; Allah’tan başka dayanılıp güvenilecek, yardım ve destek bulunacak hiçbir gücün olmadığını kanıtlamaktadır. Dolayısıyla emanetsi gücüne, gücüne güvenerek aldığı tedbirlere inanların hazin sonu, Firavun gibi nice narsisizmlerin akıbetleriyle aşikârdır.    

Allah, rüzgâra emretti ve rüzgâr yarılan yerlerin toprağını kuruttu. Yollar arasında her bir kavim, diğerlerini görüp de helak olduklarını sanmasın diye sular pencere şeklinde yarıldı. Hz. Musa ve kavmi denizden karşıya geçmişlerdi ki, Firavun ve ordusu sahile ulaşmıştı. Denizin yarılıp İsrailoğullarının geçtiğini gören Firavun, bir anda korkuya kapılarak gözlerine inanamamış ve durarak geri dönmek istemişti. Koca deniz, nasıl olup da ortadan yarılarak ikiye bölünmüş, Hz. Musa ve kavmi karşı tarafa geçebilmişti?

Firavun, böyle bir şeyin olamayacağına inanıyor, bunun büyü veya sihir gibi bir gözbağı olabileceğini düşünüyordu. Kesinlikle karşıya geçmemeye kararlıydı. Fakat artık kaçacak yeri yoktu. Geçip geçmemesi gibi bir seçim hakkı onun özgür sandığı iradesine bağlı değildi. Mutlak İrade’nin hükmü kesin ve uygulanacaktı.

Firavun, her ne kadar denize girmek istemiyor ve korkuyorsa da, ordusuyla beraber orada boğulacağı ve öleceği daha önceden yazılmış olduğundan, bir anda dönüşüme uğrayarak fikrini değiştirip cesaretlenmiş, kumandanlarına ve askerlerine dönerek, “İsrailoğulları denize girip oradan geçmeye bizden daha lâyık değillerdir, onlar geçmişse bizde geçeriz” diyerek hepsi birden ileri atıldı.

Yaklaşık yüz elli bin kişilik süvari ordusunun tamamı deniz içinde toplanıp, ilk giren öndekiler denizden çıkmaya başlayacakları sırada Allah, denize onların üzerine kapanmasını emretti. Deniz üzerlerine kapandıktan sonra bir teki dahi kurtulamadı. Dalgalar onları bir bir altına almaya başladı. Dalgalar Firavun’un üzerine tam toplanıp boğulacağı sırada, “İsrailoğullarının iman ettiği tanrıya inanıyor ve bir tanrı olmadığımı kabul ediyorum. Artık ben de müminim” dedi. İmanın fayda vermeyeceği bir yerde iman etmesinden dolayı, bu tevbesi Yaratıcı tarafından kabul görmedi. Çünkü müşrik olarak ölmesi kaderin gereğiydi.

“Şimdi mi inandın? Daha önce baş kaldırmış ve bozgunculardan olmuştun.” Yunus 91

Hz. Musa (a.s)’in doğduğu gün, doğan erkek çocukların öldürülmesi için talimat veren Firavun, tüm çocukları öldürmesine karşın, kendisini öldürecek olan düşmanı Hz. Musa’yı öldürmeyi başaramaması, hatta sarayında kendi elleriyle besleyerek büyütmesi nasıl bir bilgi ve iradenin sonucuydu? Hz. Musa’nın tek başına Firavunu ve ordusunu yok etmesi kimin başarısıydı? Hz. Musa’nın Firavuna karşı verdiği mücadelede çektiği sıkıntılar, maruz kaldığı saldırılar ve gösterdiği mucizeler, hangi aklın ve düşüncenin yapabileceği gelişmelerdi?

Onun için ne gücün ne tedbirin ne de iradenin Allah karşısında hiçbir önem taşımadığı; kim ne derse desin, karşındaki güç ne kadar korkutucu ve azametli olursa olsun, Allah dilemedikten sonra hiçbir zarar veremeyeceği; ne kadar güçsüz ve zayıf olursan ol, Allah diledikten sonra hiçbir gücün karşında duramayacağı tevhidiyle; sadece Allah’a dayan güven, vekil ve destek olarak Allah sana yeter! Hakikat üzere olanın Allah yanında olmaz mı?

“Allah'a güven. (dayanılacak) Vekil olarak Allah yeter.” Ahzab 3  

“De ki: Allah'ın bizim için yazdığından başkası bize asla erişmez. O bizim mevlamızdır. Onun için müminler yalnız Allah'a dayanıp güvensinler.” Tevbe 51

“O halde sen Allah'a güvenip dayan. Çünkü sen apaçık hakikat üzeresin.” Neml 79

Hiç yorum yok: