17 Aralık 2014 Çarşamba

Dengeler her yerde aynıdır…



Ölçü, karar ve denge, kâinatın yaratılışındaki temel hususiyetlerin başında gelir. Rahman suresinin hemen başlarında arka arkaya üç yerde ‘mîzân’ yani ölçüden bahsedilmesi boşuna değildir. Her olay, her hareket, her düşünce ve her eylem, karşı bir tavır ve tepkiyle dengelenir. Böylece hiçbir güç süper ve sınırsız, iradelerde özgür ve başıboş değildir.

İyiyle kötü, doğruyla yanlış, kayıpla kazanç, gaddarlıkla merhamet, huzurla sıkıntı, güvenle korku, zenginlikle yoksulluk, yaşamla ölüm arasında oluşan değişimler, Yaratıcı’nın denetimiyle dengelenmektedir.

Bir şeyin biçim değiştirmesi, farklılaşması, artı veya ekside ivme kazanması, küçülüp büyümesi mutlak olan dengeyi tahrip etmez. Büyük bir yanmamış kömür yığınındaki kimyasal enerjiyi ölçün. Kömürü bir trenin buhar kazanında yakın. Sonra harlayan ateşteki ve hızla ilerleyen lokomotifteki enerjiyi ölçün. Enerjinin biçim değiştirdiği ve biçimlerinin birbirinden tamamen farklı göründüğü açıktır. Ama toplam miktarı hep aynıdır. Eğer büyük bir çarklı saatin içinde yaşıyorsak, bu saatin sürekli kurulması gerekir. Ama etrafınıza bir bakın! Evrendeki enerjinin azalması ve yıllar geçtikçe enerji kıtlığından dolayı cisimlerin daha az hareket etmesi gibi bir durum söz konusu değildir. Bu, yaşanan bir kanıttır. Newton’a göre evrenin işlemeyi sürdürmesi, Yaratıcı’nın rahatlatıcı elinin müdahale ettiğinin, bizi koruyup beslediğinin, desteklediğinin, yitirdiğimiz güçleri yenilediğinin bir kanıtıdır.

Bütün maddelerin ilk varolduğundaki toplam miktarı da aynıdır. Mesela, havada var olan oksijenin daha sonra orada olmaması onun yok olmuş olması değildir. Herhangi bir metale yapışmıştır. Çünkü soluduğumuz havada çeşitli gazlar vardır ve bu gazlardan bir kısmı metale yapışmıştır. Havayı ölçerseniz biraz hafiflemiş olduğunu, demir parçasını tartmanız halinde ise biraz ağırlaşmış olduğunu görürsünüz. Havanın yitirdiği ağırlığa tamamen eşit miktardadır.

Kimya biliminin kâşifi Fransız kimyacı Lavoisier’in bir kutu içinde yaptığı deney sonrası paslanmış bir metalin yitirilen hava kadar öncekiden daha ağır olması, gerçekte hiçbir şeyin yok olmadığı, sadece şekil değiştirdiğini ortaya çıkarmıştır. Tıpkı enerji yani ruh gibi; Yaratıcı, yarattığı evrene gerekli olan sabit miktarda madde koydu. Yıldızlar büyüyüp parladı, dağlar oluşup çarpıştı, rüzgâr ve buzlarla aşındı, metaller paslanıp dağıldı. Ama bütün bunlar olurken evrendeki toplam madde miktarı asla değişmedi, bir gramın milyonda biri kadar bile değişmedi ve sonsuza dek değişmeden kalacak. Örneğin bir şehrin ağırlığı hesaplansa, sonra bu şehir kuşatma altında kalıp binaları yıkılsa, bütün dumanlar, küller, yıkılmış surlar ve tuğlalar toplanıp tartılsa, ilk ağırlıkta bir değişim olmaz. Hiçbir şey kaybolmaz, en küçük toz zerreciğinin ağırlığı bile!

İnsanların büyük bir çoğunluğu sıradan mazbut bir hayat yaşamasına, herhangi bir belâya bulaşmak istememesine, musibetlerden korkup kaçınmasına, barış ve refah bir hayat dilemesine rağmen; yine de belânın binbir türlüsüne muhatap olabiliyor, ahlâksız ve bayağı bir yaşamla bütünleşebiliyor, en güvendiği aile bireylerinin veya arkadaşlarının kurbanı olarak ya taciz ediliyor ya en ağır ihanetlere uğrayarak hayatı kararabiliyor ya da canı dâhil tüm varlığını kaybedebiliyor. Sayısız caniliğin, vahşet, entrika, öfke ve tuzakların varolduğu bir dünyada; her türlü iyiliğin, sevginin, merhametin, yardımın, hoşgörünün ve sabrın varlığı dikkate alınırsa, bu dengeyi sağlayan sebepleri ve araçları seçenin özgür iradeler mi, yoksa Mutlak İrade mi olduğu sorgusu gerçeğin perdelerini açmaya yeterlidir.

İnsan hayatının kendi elinde olduğu ve dilediğini seçebilme hakkı bulunduğu iddiası, gerçekçilikle zerre kadar bağdaşmamaktadır. Acaba kişi, kendi yolunu kendi seçtiği için mi, kendini yok edebilecek, acı verebilecek, zarara uğratabilecek ve öldürtebilecek olayları önce plânlayıp sonra gerçekleştirmektedir? Akıl kurallarına göre hatasız ve yanlışsız tek bir insan olamayacağı kuramı dikkate alınırsa; insanoğlunun her şeyi bizzat iradesiyle yaptığı fikri doğmaktadır ki, bu da, insanın sapık bir yaratık olduğu savını ortaya koymaktadır.

Her türlü yasa, tedbir, eğitim, yaptırım ve telkinlere rağmen, yeryüzünde işlenen bu kadar acımasız olayları, haksızlık ve adaletsizlikleri, muhakeme edebildiği iddia edilen özgür bir insanın yapabilmesi mümkün müdür? Hem kendini hem de çevresini mahvedebilen insanın huzur ve güven içinde yaşamak kadar akılcı bir imkânı varken; neden acı ve dehşet dolu bir hayatı tercih etmektedir?

İnsanı bu denli kör ve özürlü bir anlayışa sevk eden akıllar rahatsızsa, egemenlikleriyle böbürlenen iktidarlar ve bilgileriyle övünen dehalar, neden suç imparatorluklarının birer üyesi olabiliyor, bunlara son veremiyor, kötülük, olumsuzluk ve aykırılıkların önüne geçemeyerek mutlak bir barışı ve refahı sağlayamıyorlar? Bu farklı akıllar arasında varolan dengesizliği bertaraf ederek normal etkileşmeyi ve iletişimi kurabilecek, hafızalardan kötüyü silip doğruyu nakşedebilecek bir keşfin ve düzenlemenin yapılabilmesi, bilimsel verilere göre mümkün değil mi?

Dönmeye devam eden kader çarkı öylesine hassas bir döngü içinde akışını sürdürmektedir ki, hiç kimse hiçbir şeyin farkında olmadan sahnedeki rolünü oynamaya ve oyuncaklarıyla oyalanmaya devam edip süresini doldurmaktadır. Bu süreç içinde birbirine bağlı ve aykırı figüranların sürdürdükleri yarışın ne zaman, nerede biteceği ve nasıl sonuçlanacağı bilinmemektedir. Her şey aniden gelişmekte, sebep ve araçlar inanılmaz bir bütünlük ve denge içinde etkileşmektedir. Çok iyi şeyler kadar çok kötü şeylerin de varolduğu bir dünyada tercih kullanabilecek hür iradeler olsaydı, hiç kimse kötüden yana seçimini yapmaz, acı, dehşet, yokluk ve felâket yaşamak istemezdi.

Bilgileri, keşifleri ve farklı medeniyetleri yaratan Allah, aynı zamanda kontrolü de iradesinde muhafaza ederek dengeyi sağlamaktadır. Atmosferde yaşayan ve görünmeyen cinlerle, yerde yaşayan insanların yaratılış amaçları, akıl ve düşünce sistemleri tamamen aynı olup, fiziksel nitelikleri farklıdır. İnanılmaz bilgisiyle cinleri temsil eden şeytanla, insanları temsil eden azgınların pek farkları yoktur. Birinin ateşten, diğerinin topraktan yaratılmasının dışında!

Her şartta denge korunmakta ve olaylar çağlara göre düzeneği içinde biçimlenmektedir. Teknolojinin gelişmesiyle hava, kara ve deniz taşıtlarında meydana gelen facialar, fizik, kimya, biyoloji ve matematiğin endüstriyi oluşturmasıyla virüs, hastalık, uyuşturucu, radyasyon, atom, petrol, gaz, elektrik ve nükleer silahların üretilmesi, iletişimsel kazanımla körüklenen fitne, karmaşa ve ahlâksızlıklar çığ gibi büyüse de, aynı şekilde denge sağlayıcı oluşumlar varlığını sürdürmektedir.  

İyilerle kötülerin, iman edenlerle inkâr edenlerin hak veya batıllık adına mücadeleleri, yaratılışın temel unsurudur. Bir taraftan varoluş devam ederken, diğer taraftan yok oluş sürmekte ve denge muhafaza edilmektedir.

“Ey insan! Seni yoktan yaratan, düzgün yapılı ve endamlı kılan, sana ölçülü ve dengeli davranma imkânı veren (maddi ve aklı yapıda seni en üstün kılan), seni dilediği en güzel şekil ve biçimde terkip eden ihsanı bol Rabbine karşı seni aldatan nedir?” İnfitar 6-7-8

Hiç yorum yok: