22 Ağustos 2014 Cuma

"Asıl intifadayı ben başlatacağım!"



Bu nasıl şeytani bir hırstır ki,”Asıl intifadayı ben başlatacağım” açıklamasıyla hastalıklı kalbindeki tıynetini saltanatı sona ermesiyle dışarıya fışkırtan Hayrünisa Gül; kime karşı ayaklanacağını haykırıyor? Kime bu gurur? Hiç ölenlerin gömüldüğü mezarın kaç karış olduğunu ölçtü mü?

İslam âlemi katledilirken; çocuklar doğranıp barınakları başlarına yıkılırken; Müslüman kadınlar ABD ve İngiliz haçlılarınca tecavüze uğrarken; eşi görülmemiş en vahşi işkenceler “Lâ İlâhe İllallah Muhammedun Resulullah” diyen Müslümanlara uygulanırken; açlıktan insanlar kedi-köpek yiyip akbabalar ölmelerini beklerken; haksızlık ve adaletsizlikler yeri göğü inletirken intifadaya gerek duymayan Gül, Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlığın altından kaymasıyla kendisini oralara taşıyan Ak Partililere nefsi adına intifada başlatması; ihanetin, nankörlüğün ve münafıklığın ta kendisidir!

İntifada, ayaklanma demektir; küfre ve zulme karşı İslami bir direniş ve şerefli bir mücadeledir ama nefsi galebe çalmış Müslüman kimlikler, yıllardır İsrail zulmü altında inim inim inleyen Filistinlilerin terminolojisini sömürmeye kalkışmaları alçaklık değil de nedir?

Filistin intifadası Cebaliye mülteci kampında başlamış; Gül’ler de intifadalarını Çankaya köşkünde başlatmışlardır.  

Peki, Filistinli intifadasının sebepleri neydi:

İsrail’in işgali; baskı ve zulümleri; yargısız infazlar; toplu tutuklamalar ve katliamlar; ambargolar ve evlerin yıkılmaları; sürgünler, mahkûmiyetler ve cinayetler…

Gül’lerin intifada başlatmalarının sebebi nedir?

Ak Partiyi kurup iktidara taşıyarak bugünlere getirenin kendileri olduğu; zatı şahanelerine saygı duyulmadığı ve o saygının her türlü eleştiri ve tenkitten uzak tanrısal bir aşk ve tazim içermediği; tanrısal özgür ağırlıkları bulunmasından Ak Parti teşkilatı ve oy veren halktan ayrıcalıklı tutulmadıkları; Gül’lersiz bir Ak Partinin, devletin ve ülkenin var olamayacağı kibri; gerek Abdullah Gül gerekse Hayrünisa Gül’ün adlarına hatta gölgelerine dahi kıyamda bulunulmadığı; Ak Partinin kurucu ve ülkenin kurtarıcıları olarak CHP’nin Atatürk’ü misali gönüllerde yaşatılmamaları… 

Hem Abdullah Gül hem de Hayrünisa Gül’ün yaptıkları açıklamalarda sürekli “ben, ben, ben” demeleri, şeytanın özelliklerini ortaya koymaktadır. Öyle ki, Ak Parti’nin ve hükümetin başına getirilen Ahmet Davutoğlu’nu dahi kendisinin siyasete getirdiği ve ülkeye kazandırdığını ifade etmesi öyle bir bencillik ki, neredeyse şeytanı masumlaştırmaktadır. 

“Ne mutlu o insana ki, kendi liyakatinden bahsetmeyecek kadar mağrurdur.” Montesquıeu

Dağları yaratmışçasına böbürlenen Gül çifti, kendilerini ne sanıyorlar ki, kul ve İslam olduklarını reddedercesine vazgeçilmez, tartışılmaz ve yaptırım güçleri olabildiği hezeyanı içindedirler? Ancak takva sahibi mağrurlara saygı duyulur; kendini beğenmişlerin bilgi, makam ve rütbelerine aldırış etmeksizin yüzlerine tükürülmelidir ki, bir “hiç” oldukları gerçeğini idrak edebilsinler.

Mutsuzluklarından şikâyet eden kimseler, başkalarının mutsuzluklarını göremeyen ve hallerine şükretmeyen mahlûklardır. İnsanın insanı yüceltmesi kibre, gurura ve şirke yol açan şeytani bir felakettir. Dolayısıyla zamanında Gül çiftini arşa çıkaran Ak Partililerin Gül’leri nadasa bırakmaları, öfkelerine ve intifada başlatmalarına sebep olmuştur. 

Hz. Ömer (r.a), başarı ve zaferlerden dolayı büyütülen kimseleri Allah’a şirk olarak addeder ve böyle bir tehlikeye karşı derhal müdahalede bulunurdu. Hatta halifeliğin Genelkurmay Başkanı ve ömrü savaş meydanlarında geçip hilafet topraklarını genişleterek sayısız zaferler kazanmış Hz. Halid Bin Velid’i sırf bu yüzden görevinin başından almıştı. Gerek siyasetin gerekse ordunun esas görevinin Allah’a hizmet olduğunu vurgulayarak, şımararak sutlaşmasına kesinlikle karşıydı. Ancak ülkemizde siyasetin din dışı laik oluşu ve milletin laik çarkta öğütülmüş olmasından şirksiz geçen bir an yaşanmamakta, devletin başındaki, ortasındaki, sonundakiler ile millet de şirki, bir ibadetmiş gibi işlemekten haz duymaktadırlar. 

İslami düşünen ancak kalpleri kibirle bezenmiş insanlar mümin zannedilir ama öyle münafıktırlar ki, “ben” merkezli oluşlarından kendileri olmaksızın her şeyin yakılıp yıkılacağı sanısıyla içten içe sadece kendilerini değil etraflarını da tüketirler.

“Kibir, bele bağlanmış bir taş gibidir; onunla ne yüzülür ne de uçulur.” Hacı Bayram Veli 

“Onlara: İçinde ebedi kalacağınız cehennemin kapılarından girin; kibirlenenlerin yeri ne kötü! denilir.” Zümer 72  

Hiç yorum yok: